Başkanlık Sistemi
Son günlerde aktüel haber hayatımızda sürekli “Belediye Başkanı, Cumhurbaşkanı ve Genel Başkan” başlıklı son dakikalar okuyor ve duyuyoruz. Başkanlar bu kadar gündemde iken bu kadar başkan niye gündemde, başkanlık sistemi niye bu kadar yaygın, bir de benim analizim ile okumanızı isterim.
16 Nisan 2017’ de gerçekleştirdiğimiz referandum ile birlikte, günlük hayatımıza konu olan “kuvvetler ayrılığına dayalı başkanlık sistemi modeli” ile hayatımızda pek çok değişiklik de yaşadık. 9 Temmuz 2018’de uygulamaya giren ve ülkemizdeki tanımlaması ile “Türk tipi Başkanlık Sistemi” ile yönetilmeye başlayalı yedi sene oldu. Geçen yedi sene içinde bu yeni yönetim modelini beğenen de oldu, eleştiren de oldu. Şahsen eleştiren tarafında yer alsam da referandum sonucu olan yeni sistemin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çoğunluk kararı olarak kabul edip demokratik karara da saygı göstermeyi ihmal etmedim. 2017 yılında yapılan halk oylamasında oy kullanan hemen hemen 49 milyon vatandaşımızın içinden yeni sisteme karar veren “matematiksel çoğunluk”, aradaki fark oylarının yarısından bir fazlası olan 689.968 kişi oldu aslında. 80 milyon nüfusumuzun olduğu 2017 yılı için bu karar verici çoğunluğu nüfusa oranladığımızda % 0,86 (binde sekiz onda altı)’ lık ezici çoğunluğun yönetim modelimizi değiştirdiğini görüyoruz. Daha iyimser bakıp sadece oy kullananlar üzerinden karar verici kitleye bakalım der isek % 1,4 olduğunu görürüz. Demokrasinin güzel cilvesi olarak değerlendirilebilecek %1,4’ lük “çoğunluk” sebebi ve “azınlık hakkı” ile ülkemiz “Türk Tipi Başkanlık Sistemine” geçişi kabul etmiş oldu.
Sayısal analiz ve yorumlama kısmını tamamladıktan sonra göre başkanlık sisteminin artıları ve eksileri konusuna girmeyeceğim. Bunlar daha önce çok konuşuldu, tartışıldı. Başlangıçta da belirttiğim üzere beğenen de var, eleştiren de. Üzerinde durmak istediğim kısım benim de içinde olduğum eleştiren kısmın üzerine olacak. Ülkemizde başta ana muhalefet partimiz olan Cumhuriyet Halk Partisi olmak üzere diğer tüm muhalif partilerin başkanlık sistemine ilişkin yorumları, eleştirileri hatta daha demokratik olması nedeni ile ısrar ile güçlendirilmiş parlamenter sistemi hayata geçirmek üzere görüşlerini dinledik, okuduk. Tek bir kişinin egemenliği elinde tutması, denetim mekanizmalarının sağlıklı çalışmaması, güçler ayrılığının güçlerin birleştiği tek kişiye dönmüş olması, milletvekilliğinin önem ve değerini kaybetmesi, kanun hükmünde kararnameler ile düzenlemeler yapılması gibi pek çok gerekçe ile “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” nin eksileri ve yanlışları tartışıldı. Tam da bu noktada bu eleştiriler ve değerlendirmelerin vatandaş gözünde ne kadar samimi bulunduğuna bakmak gerekmez mi ? En azından kendi çevremde sıklıkla duyduğum bu eleştirilere geniş kitlelerin karşılık vermemesi, karşı görüştekilerin bir türlü ikna olmamasının nedenlerine bakmak gerekir.
Başkanlık sistemine karşı duruşta bazı argümanların eksik, yetersiz ve hatta samimi olmadığını görüyorum. Ülke yönetimi için yanlış bulunan başkanlık sistemi modeli eleştirilir iken belediye ve siyasi parti yönetimlerinin eleştirilmemesi bir samimiyetsizlik oluşturmuyor mu sizce de? Belediyelerde de oldukça sıkı bir rejim olarak uygulanan başkanlık sistemi içinde bir değişim önerilmesi gerekmez mi? Örneğin güçlendirilmiş belediye meclisi modeli hiç gündeme getirilmez. Belediyelerde de tek bir başkanın geniş yetki ve iki dudağına bakan kararlar normal karşılanır iken sadece ülke yönetiminde başkanlık sistemini eleştirmek çok da etkili olmuyor. Belediyelerdeki yönetim modelimizin de ülke yönetim modelimizden çok da bir farkı yok. Sadece başkanı salt çoğunluğa göre değil de en yüksek oy alana göre belirliyoruz. Bunun dışında belediye başkanları da ellerindeki geniş yetkiyi çoğu zaman kendi düşüncelerine göre kullanıyor, bürokrasi kıyımları yapıyor, büyük bütçeli kararlar verip altında çalışan yöneticilere uygulatıp çoğunlukla da sorumsuz olarak görevlerini tamamlıyorlar. Bu durumu eleştirmeden ve bir model ortaya koymadan sadece ulusal yönetim modelini eleştirmek anlamsız kalıyor. Hatta bu durum ben erişebiliyor isem başkanlık sistemi iyidir, erişemiyorsam kötüdür şeklinde algıya yol açıyor.
Bir başka örnek de siyasi parti yönetimlerimizden verelim. Güçlü genel başkanlık sistemi nerede ise tüm siyasi partilerde uygulanıyor. Genel başkanın kararları ile büyük bir kitle ve bütçe yönetilir iken genel başkanlık makamının kararlarını denetleyebilecek ve gerekirse yanlış yapıyorsun diyebilecek aktif mekanizmalar bulunmuyor. Özet ile “güçler ayrılığı” ilkesi burada da çalışmıyor. Güçlü parti meclisi, bağımsız denetim komisyonları gibi pek çok farklı organ hayata geçirilebilecek iken başkanlık sisteminin tatlı gücü herkesin hoşuna gidiyor.
Başkanlık sistemlerini bu göz ile ele alınca; demokrasi ile yönetilen ülke dış görünümünün altında küçüklü büyüklü diktatöryal yapıların gizlendiği ortaya çıkıyor. Bunların sadece birinin değil, hepsinin hatalı olduğunu savunmak, toplumda ilkeli ve karşılık bulan bir duruş olarak yorumlanır. Ülkenin tüm seçim ile gelinen önemli yönetim yapıları başkanlık sistemi ile yönetilir iken sadece “başkanlık sistemi ülke yönetimi için hatalıdır, diğerleri böyle devam etsin” demek 2019 İstanbul yerel seçimlerinde; “zarftan çıkan 4 oydan sadece biri şaibeli, onu iptal edelim” demekten farklı değildir. Emin olun bu samimiyet testini pek çok vatandaş yapıyor ve sorguluyor…