Gergerlioğlu: Adil yargılanma hakkını elde edemediği için açlık grevlerinde hayatını kaybeden avukatlar gördük

İnsan Hakları Hukukçusu Kerem Altıparmak, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 82 kişi hakkında Kobani olayları ile ilgili aldığı gözaltı kararının "HDP'yi kapatma kararı mı?" sorusuna; "Yüzde 10 oy alan artık çok köklü bir siyasi hareketin ceza hukuku araçları ile hukuk baskısı ile ortadan kaldırılması mümkün değil. Eğer böyle bir niyet varsa hukuken kendi kendine bir kere çok sistemli bir ağır insan hakları ihlali olur" yanıtını verdi.

Vekil Haberleri 01.10.2020, 12:15
Gergerlioğlu: Adil yargılanma hakkını elde edemediği için açlık grevlerinde hayatını kaybeden avukatlar gördük

İnsan Hakları Hukukçusu Kerem Altıparmak, HDP Eski MYK Üyelerine yönelik gözaltılar ve Osman Kavala ile ilgili AYM kararı ve Avukat tutuklamalarıyla ilgili katıldığı ÖFG TV'de konuştu.

Altıparmak, Osman Kavala’nın Anayasa Mahkemesi’nde ki tutukluluk kararı ile ilgili şu değerlendirmeyi yaptı: "Osman Kavala’nın ilk tutuklanma başvurusu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından karara bağlandı, Türkiye’nin verdiği bu karara yönelik büyük daireye götürmek istendi ve başvurusu reddedildi ve karar kesinleşti. Kararın kesinleşmesinden önce, kesinleşmedi diye tutuklamayı yapan mahkeme kendisini tahliye etmemişti, daha sonra sürpriz bir şekilde bu talepleri reddeden mahkeme Sayın Kavala’yı beraat ettirdi. Aslında şimdi bugünkü adımları orada görebiliyorsunuz ve hükümet diyor ki: 'Biz Kavala kararını uyguladık, kendisini tahliye ettik.' Ama Kavala bu kez çok benzer olaylardan dolayı bu kez başka bir suçlama ile tutuklandı. Bu arada karar kesinleşince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kesinleştiğinde Bakanlar Komitesi’ne yollanıyor. Bakanlar Komitesi de Eylül başında Kavala dosyasına ilişkin aldığı karar da 2 şey söyledi: 1.’sinde dedi ki: ' Bir karine olduğunu düşünüyorum.' Dedi, yeni tutuklamanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği ilk kararda belirttiği hususların tekrar uygulanması ile tutuklanması niteliğinde oldu yani her ne kadar farklı suçlardan tutukluyor gibi gözükseniz bile aynı olayları farklı suç tipleri ile eşleştirerek yapmışsınız, bir karine olduğunu düşünüyorum.' Dedi. 2.’side dedi ki: 'Tamam Anayasa Mahkemesi öncelik vermiş bu başvuruya ama bu başvuru devam ederken tahliye olsun.' Şimdi bu durumla Anayasa Mahkemesi’nin bugün karar verme meselesi arasında bir ilişki var çünkü tesadüf herhalde olamaz, Bakanlar Komitesi bugün tekrar görüşüyor Osman Kavala kararının uygulanmasını, ne diyeceğini göreceğiz, herhalde yarın veya önümüzdeki günlerde açıklanır bu. Tam bugün Anayasa Mahkemesi gündemine aldı. Türkiye’de bu tür olaylar artık tesadüf ile açıklanamayacak kadar eşgüdümlü gidiyor. O nedenle ben açıkçası şunu bekliyordum, herhalde artık Osman Kavala hakkında Anayasa Mahkemesi’nden olumlu bir karar çıkacak ve bu ısrarlı hukuka aykırı davranıştan vazgeçilecek ama belli ki başka bir güç ağır bastı ve Anayasa Mahkemesi karar vermekten vazgeçti. Neden belli bir güç diyorum onu da söyleyeyim, ben hukukçu olduğum için; boş konuşmak, belirsiz dayanaksız konuşmak, yakışık almaz. Şimdi Ömer Bey bir Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir dava varsa, kararı verecek mahkeme son dakikada bir delil geliyorsa önüne; 'Ben bir de bunu inceleyim diyebilir.' Yani acaba yeni delil bu değerlendirmeyi değiştirecek mi ve nihayetinde suçun maddi, manevi unsurların oluşturup oluşturmayacağını gözden geçirebilir. Aynı şekilde hukuk mahkemesinde de olabilir. Anayasa Mahkemesi’nde ise bir başvuru yaptığınızda zamanı durduruyorsunuz, neden? Özellikle tutuklama kararına yapılan başvuruda. Diyorsunuz ki: 'Falan tarihte benim tutuklanmam Anayasa’ya aykırı.' Siz bu başvuruyu yaptığınızda zaten yazılı olarak; duruşma yok, delil yok, Anayasa Mahkemesi’nin önünde. Ne sunuyorsanız başta sunuyorsunuz. Adalet Bakanlığı cevap veriyor, siz de o cevaba bir cevap yazıyorsunuz ve sonra tekemmül ediyor dosya. Sonradan ortaya çıkan bir delil ceza mahkemesi kararı gibi 'Bir dakika bekleyelim, bunu da değerlendirelim.' Denmez."

ANAYASA MAHKEMESİ OSMAN KAVALA KARARINI NİYE ERTELEDİ?

Altıparmak, neden ertelendiği konusunda hukuki, mantıki hiçbir açıklama göremediğini belirterek, "Olsa olsa birileri 'Karar verme.' Demiş olabilir. Aksi taktirde Anayasa Mahkemesi’nin açıklaması lazım. Niye erteliyorsunuz? Yani bu dosya tekemmül ettiyse, yazışmaları bittiyse, siz onu gündeme aldıysanız, orada artık yapacak bir şey kalmadı demektir. Bu bir ceza davası değil, bir hukuk davası değil. Neyin delili gelecek ki erteleyeceksiniz, sonra bakacaksınız. Bu kadar kritik bir güne, özellikle bugüne koymuş olan bir dosyanın bugün karara bağlanmamasının, ben hukuki bir gerekçesini düşünüp bulamıyorum. Bilen, anlayan varsa açıklasın! Desin ki: ' Şöyle de bir usul vardır Anayasa Mahkemesi’nde, şu nedenle ertelenmiştir.' Ne demek ertelenmiştir? Yok ki öyle bir usul. 'Niye bugün gündeme alındı, daha önce yapılan başvurular var.' derseniz, öne alınmış, alınmasaydı bunu diyebilirdik ama alınmış ki bugün gündemde tartışılıp karar verilecekse ki bazı başvurular diğerlerinden daha erken karara bağlanıyor. O zaman o gün gündemde ise incelenmesi gerekir, bunun ötelenmesinin makul, mantıklı bir açıklamasını ben göremiyorum. Daha önce de oldu tabi, şöyle şeyler oldu, mesela: Daire kararının genel kuruluna yollandığı Anayasa Mahkemesi’nin önünde örnekler oldu ama ben bunun genel kurula yollanacak bir şey de göremiyorum. Bir de şunu unutmayalım; bahsettiğimiz vaka Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’nin ilgili verdiği 18. Madde ihlali, yani kasıtlı bir tutuklama, siyasi bir tutuklama olduğunun tespit ettiği ilk karar, kesinleşen tabi Demirtaş var biraz sonra konuşacağız onu. İkinci olarak da Bakanlar Komitesi’nin Anayasa Mahkemesi’nin önünde devam ederken de bile tahliye edin dediği kadar kritik bir dosya ve siz bu kritik dosyayı bu kadar kritik bir günde hiçbir açıklama yapmadan erteliyorsunuz. Dediğim gibi hukuki bir açıklamasını göremiyorum" diye konuştu.

HDP’Yİ KAPATMA PLANI MI?

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 82 kişi hakkında Kobani olayları ile ilgili aldığı gözaltı kararının ardından HDP'lilere yönelik gözlatıları da değerlendiren Altıparmak,  şunları kaydetti: "Çok alıştığımız şekilde bu dosyalarda gizlilik kararı oluyor. Avukatlar dahil olmak üzere kimse dosya hakkında fikir sahibi olamıyor ama biz isterseniz önce bu 2014 vakasına ilişkin daha önce bir şey olmuş mu ona bakalım çünkü 2014’de gerçekleşen bir olay hani 6 yıl sonra gündeme geldi. Aslında 2014’de ki Kobani olayları ile ilgili o zaman ki HDP MYK Yönetimi’nin attığı twit yeni bir hukuki tartışma konusu değil. Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın dosyasında en başından itibaren aslında bu vardı. Yine biliyorsunuz biraz önce Osman Kavala için söyledik, Selahattin Demirtaş içinde ilk verilen tutuklama kararı bir mega dosya haline çevrilmişti, oradan, buradan toplanmış bir sürü suçlamayı bir dosyada birleştirmişlerdi. O dosyanın içerisinde aslında bu MYK açıklaması da vardı ve o MYK açıklamasından dolayı halkı suça tahrik etmekle suçlanıyor Selahattin Demirtaş. Şimdi ne ile birlikte bir sürü suç ile birlikte birleştirilmişti. Yine hatırlayalım Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı çıkınca Demirtaş ile ilgili, büyük dairede devam eden dosyanın ilk kararı dairede karara bağlanmıştı, o kararı takiben Selahattin Demirtaş’ı bir yerden çıkarıp, Osman Kavala’da olduğu gibi başka yerden aldılar. Bu kez tekrar Kobani’yi bahane ederek ama başka bir suç tipine sokarak yani aynı eylemden birden fazla suçlama yapıp bir yerden bırakırken öbür yerden aldılar Kavala’da olduğu gibi. Burada ilginç bir husus daha var. Özellikle Ayhan Bilgen ile ilgili. Yine hatırlanacaktır bütün o dönem dokunulmazlıkları kaldırılıp tutuklanan milletvekilleri Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yaptılar. Bu milletvekillerinden sadece 2 tanesi hakkında Anayasa Mahkemesi ihlal kararı verdi. 1’i Ayhan Bilgen diğeri Meral Danış Beştaş. Şimdi her ikisi de yine tabi aslında o kadar çok şey oluyor ki unutuyoruz ama tam da referandum süreci sırasında tutuklandılar, her ikisi de HDP’nin saygınlığı olan, sözü dinlenen ve o dönemde Anayasa değişikliğini getirebileceklerini anlatabilecek ve anlatan 2 milletvekiliydi. Her ikisi de tutuklandı referandum bittikten sonra Anayasa Mahkemesi kararı ile tahliye oldular. Yani referandum da evet çıktı şu iki kişi kolaylıyor oldu. O tahliye kararları şu açıdan kritik; her ikisi de sadece ve sadece Kobani açıklaması nedeniyle tutuklanmıştı. Bakın diğer vekiller farklı suçlamalar ile da suçlanıyordu, Gülser Yıldırım da Meral Danış Beştaş ve Ayhan Bilgen gibi sadece MYK kararı nedeniyle tutuklanmıştı ama arada şöyle bir fark var, Sayın Yıldırım MYK toplantısına katılmıştı. Meral Danış Beştaş ve Ayhan Bilgen katılmamıştı, Anayasa Mahkemesi her ikisinde ihlal kararını bunun üzerinden buldu. Yani aslında o twitin atılması, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmedi gibi bence bu yönü çok tartışmalı o kararın ama Ayhan bey için ve Meral hanım için dedi ki:' Bunlar toplantıya bile katılmamışlar.' Şimdi tabi toplantıya katılmadığı bizzat Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilmiş. O nedenle de o kararla iradesi ile katkıda bulunmamış, o kararın kendisinin aslında hukuka uygunluğu tartışmasını bir kenara bırakarak bir kişinin tekrar gözaltına alınması, üstüne üstlük de Kobani olayları nedeniyle alınıyor denmesi karşısında kamuoyunun şunu bilme hakkı var; 'Kobani olayları derken neyi kastediyorsunuz?' Ne yazık ki hukukçuluk giderek spekülatörlük ile her şeyin bu kadar gizli olduğu hiçbir şeyin mantıksal açıklanmasının yapılmadığı yerde biz de niye dokunmaya, çıkarımlarda bulunmaya başlıyoruz ama benim tahminim son zamanlarda çok gördüğümüz şeylerden biri burada tekrarlanma ihtimali bir veya birden fazla gizli tanık. Ayhan bey ile ilgili de bir şeyler söyleyen bir gizli tanık. Belki diğer şüpheliler için de çıkma ihtimali var. Başka türlü yok. O MYK açıklaması ile Ayhan beyin ilgisinin kurulamayacağı açık olduğuna göre birinci olasılık bunun olduğuna yönelik çok yüksek bir ihtimal, ikincisi biraz önce Osman Kavala dosyası meselesi ile söyledik bunun Selahattin Demirtaş dosyası için daha güçlü bir şekilde ifade edebiliriz. Bir sürü manevra nedeniyle Selahattin Demirtaş’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde ki büyük dairede devam etmekte olan dosyası gecikti karara çıkmakta ama benim tahminim onun da maddi gerekçelerini de söyleyeceğim o yüzden hani boş bir tahmin değil. 2020’nin bitişinden önce çok büyük ihtimalle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi büyük dairesi Selahattin Demirtaş ile ilgili kararını verecek. Neye dayanarak söylüyorum? Büyük dairede devam eden bireysel başvurular, devlet başvuruları var daha uzun süredir olan ama bireysel başvurular arasından en eski büyük daireye gelmiş olan 3. Dosya Selahattin Demirtaş’ın ki. Diğerlerin hepsi karara çıkmış sadece 2 dosya var Selahattin beyin başvurusundan önce duruşması yapılan. Bunlar da böyle tutukluluk bir Cumhurbaşkanı adayı düzeyindeki yüksek bir siyasetçinin tutukluluk dosyası değil, yani daha fazla erteleyemezsiniz. Şu ana kadar gecikmesinin nedenlerinden biri de belki yine hatırlayacaksınız Temmuz ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tatile girmeden çok kısa süre önce Anayasa Mahkemesi Demirtaş ile ilgili bir karar verdi, ihlal kararı buldu, bu bana sorarsanız ve herhalde dışarıdan objektif bakan herkesin de kanısı bu, AİHM’in kararı durdurmak ve ertelemekten öte bir anlam taşımayan bir Anayasa Mahkemesi kararı var. Hükümete ben bunu kullandım ve AİHM’e bildirdi. 'Bak Anayasa Mahkemesi böyle karar verdi.' Ama daha fazla öteleyemezsiniz. Demirtaş kararı çıkacak. Demirtaş kararının çıkmasının iki önemli sonucu var; 1-) Demirtaş kararının tıpkı Osman Kavala da olduğu gibi nasıl uygulamayacaksınız, şunu diyeceksiniz: 'Ya korkunç şeyler oldu, sizin haberiniz yok, Kobani’de bakın neler neler yapmış.' Demeniz lazım. Şu anda Demirtaş ondan tutuklu, hiçbir inandırıcılığı olmayan bir soruşturma ile tutuklu onu daha dallandırıp budaklandırıp büyük bir şeye çevirmek lazım o yüzden AİHM kararı sonrasında bir ön hazırlık olarak okunabilir gibi geliyor bana. 2.’si Demirtaş dosyası, olmanın ötesinde çok anlam taşıyor. Nedir o? Bir kere Demirtaş dosyasında, Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılması tartışılıyor, bu demek ki diğer bütün milletvekillerinin Demirtaş sonrasında tutukluluğu nedeni ile başvurusu yapılmış 12 tane milletvekili var. Aynı zamanda 51 tane HDP’li vekilin dokunulmazlığı kaldırıldı, o dokunulmazlıklar ile ilgili 41 tane başvuru AİHM’in önünde devam ediyor. Demirtaş hakkında verilecek karar büyük daire kararı olduğu için bir de üstüne üstlük, bütün bu süreç hakkında çok önemli şeyler söyleyebilir ve bu sadece Demirtaş hakkında değil ama o sürecin muhatabı olmuş bütün siyasetçiler açısından da hukuki sonuçlar doğuracak bir karar. Ben bunu söylediğim de 'Ya öyle değildir, şu plan vardır vs.' Oldu diyenler oldu, olabilir HDP’yi kapatma planı vardır, muhalefeti bölme, partiyi zor durumda bırakma planı vardır bunları diyemem. ben siyasetçi değilim ama hukuken böyle bir gidişat var ve ben bunu görüyorum ve bununla bu operasyonun arasında bir ilişki olabileceğini de son yıllardaki tecrübemiz bize fazlasıyla söylüyor, bir adım atılacağı zaman önce sinyalini görüyorsunuz, o nedenle yılın bitmesine çok kısa bir zaman kaldı 3 aylık bir süreç ve ben yıl bitmeden, AİHM büyük daire kararının çıkacağını düşünüyorum. AİHM büyük daire kararının tonunun, sesinin varlığının ne olacağını bilemeyiz, göreceğiz ama her ihtimalde hükümeti çok zorda bırakacak bir karar çıkması kaçınılmaz gözüküyor. Hukuki durum onu gösteriyor, bunun cevabının ne olacağını da sanıyorum bu operasyon bize kısmen gösteriyor onun için bu operasyonu bir de bu perspektiften okumak lazım diye düşünüyorum, şimdi bütün bu söylediklerim dediğim gibi somut bir şeyi söylenmemesi bunun da altını çizelim tekrar. Şimdi bütün ülkeyi ilgilendiren konularda bir operasyon yapılıyor, bu gizlilik kararı meselesi biliyorsunuz artık rutin olağan uygulamaya dönüştü; gizlilik kararı ne zaman verilir Ömer Bey? Gizlilik kararı gerçekten siz gizlilik kararı vermezseniz oradan bir şeyler sızacak, başka suçlar işlenecek vs. Gibi durumlar vardır, yani 6 yıl önce gerçekleşen bir olay ile ilgili soruşturma yürütüyorsanız, neyin gizliliği Allah aşkına? Niye kamuoyu bilgi sahibi değil olanlar bitenler kimin ne ile suçlandığı konusunda? Diyorsunuz ki burada bir siyasi operasyon var kaldırıp size şöyle bir fotoğraf ile ilgili cevap veriyorlar: 'Demirtaş’ın falan yerde yaptığı konuşma bu da mı suç değil?' iyi de burada soruşturulan o değil. Burada soruşturulan Kobani olayları ile HDP’nin yöneticileri arasındaki illiyet bağı. Şimdi doğru yanlış, bir açıklama yapılmış, bu açıklamanın diyelim ki halkı kışkırtma niteliği de var bakın oraya kadar da gidelim, bunun da suç olduğunu varsayalım, şimdi orada öyle insanlar ile o açıklama arasında yine bir bağ kuramazsınız yani şunu mu demişler Bu partinin yöneticileri: 'Gidin çok ismi verildiği için Yasin Börü’nün bu şekilde katlini gerçekleştirin.' Mi demişler? Nasıl illiyet bağı kuruyorsunuz ikisi arasında, hukuken bakın biz kasıt meselesini işlerken hukuk fakültesinde illiyet bağı meselesine bakardık, şöyle bir tartışma vardı, barutu bulan kişi sonraki ölümlerin tamamından sorumlu mu illiyet bağı var diye; yani yanlış bir açıklama yapsanız bile dediğim gibi ki ben o açıklamanın ifade özgürlüğü kapsamında gereken bir açıklama olduğu kanaatindeyim ama yanlış bir açıklama yapmış olsanız bile, bu bir suç oluşturuyor olsa bile; o açıklama sonrasında ki bütün olaylardan dolayı o açıklamayı yapan kişi sorumlu tutulamaz çünkü nereden bilsin birilerinin gidip o açıklama sonrasında şiddet eylemine başvuracağını, o eylemleri gerçekleştireceğini, o açıklama ile o eylem arasındaki illiyet bağını kuramadığınız sürece o eylemden bu açıklamayı yapan kişiyi sorumlu tutamazsınız. Onun için bizim bazen şu söyleniyor, sizin yazdıklarınız ile de 'Hukuk mu kaldı memlekette?' Biz bunu da savunmayacaksak biz bunu da söylemeyeceksek, hukukun en temel ilkelerini söylemeyeceksek, dillendirmeyeceksek o zaman gerçekten başka bir şey yapalım, mesleğimizi bırakalım, bilmiyorum hani ne yapabilirim bu yaştan sonra da onu yapalım. Siz mesele hekimlikten milletvekilliğine geçtiniz bilmiyorum ama biz bunları söylemek zorundayız! İddia edenler de savcılar da bunu kanıtlamak zorunda yani o ifade ile o sonuç arasında nasıl bir illiyet bağı olduğunu kanıtlamak zorunda. Bunu sadece suçluya ilişkin değil bu kadar kamusal niteliktekini bulan kişiler söz konusu olduğu için kamuoyunu da çünkü yargı da yargılanır. Bakın yargının şeffaf olması, yargılamaların açık olması, bunun için lazım. Biz göreceğiz ve diyeceğiz ki: 'Yanlış yapıyorsun! Hukuku bu şekilde uygulayamazsın.' Yargı evet eleştiri açısından siyasetçi ile aynı konumda değil ama bu şu anlama da gelmiyor: 'Savcılar, hakimler kafalarına göre dilediğini yaparlar, dilediği kararı verir, dilediğini vermez.' Diye bir şey yok. Elbette biz denetleyeceğiz. Adalet Bakanlığı kendi çıkarını etki belgesinde bile söylüyor bunu, ben görmediğim bilmediğim, hiçbir şekilde tespit edemediğim şeyi nasıl ilişkili yorum yapacağım. Bu kadar gizli saklı operasyonlar işte hepimizi böyle spekülatör vs. de dönüştürüyor kaçınılmaz olarak."

KAPATIRSINIZ, YENİSİ YERİNE GELİR

Yüzde 10 oy alan artık çok köklü bir siyasi hareketin ceza hukuku araçları ile hukuk baskısı ile ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığını ifade eden Kerem Altıparmak, "Yani Türkiye’de eğer siyaset yapılacaksa rahmetli Süleyman Demirel’in ifadesi ile Kürt gerçekliğini dikkate alarak yapılması gerektiği kaçınılmaz olduğu gibi, HDP’yi de adını değiştirseniz de kaçıncı parti, bir tane daha kapatırsınız, yenisi yerine gelir. Yenisi yerine gelmese de bu siyasi hareketi temsil edecek birileri mutlaka olacak bunun olmadığı bir siyaset Türkiye’de yapılamaz onun için böyle bir niyet varsa bence beyhude bir amaçtır ama ben yine kendi uzmanlık alanım açısından söyleyeyim; eğer böyle bir niyet varsa hukuken kendi kendine bir kere çok sistemli bir ağır insan hakları ihlali olur aynı zamanda yani bir siyasi hareketi, bir topyekûn haline susturmak onun örgütlenmesine engel olma, onun konuşmasına izin vermemenin kendisi büyük bir şey olur, olur diyorum bir yandan da olmaya devam ediyor onu da görüyoruz. Böyle bir amaç olabilir mi? Şüphesiz olabilir olmaz diyemem ama. Diğer olasılıkları dile getirdiğim bununla birlikte düşünmek lazım çünkü yani Ayhan Bey, Selahattin bey, Figen hanım bunlar bu siyasi hareketin önemli figürleri. Bunların siyasete geri dönmeleri siyasette seslerinin duyulması, sadece Kürt siyaseti değil Türkiye solu açısından da önemli sonuçları olacak bir şey. Buna müsaade edilmek istenmediğini görüyoruz. Türkiye’de ki yargı bağımsızlığı tarafsızlığı ve ilgili genel sorunlar ve şikayetleri bu kadar kritik siyasi bir konuda da rol oynadığını varsaymamız sanıyorum böyle fazla kötümser ve komplotik bir yaklaşımla olmayacaktır" dedi.

ADİL YARGILANMA HAKKINI ELDE EDEMEDİĞİ İÇİN AÇLIK GREVLERİNDE HAYATINI KAYBEDEN AVUKATLAR GÖRDÜK

Yargının siyasallaştığını dile getiren Ömer Faruk Gergerlioğlu, "Türkiye’de öylesine bir yürütme var ki; yargıyı boyunduruğu altına almış, yasama da çoğunluğu elinde bulundurduğu için istediğini yapan bir yürütme var ve kamu vicdanı bu yargılamayı, bu soruşturmayı kabul etmiyor gördüğümüz kadarıyla. Kimse bir anlam veremiyor, ister hukukçu olsun, ister hukukçu olmasın burada çok büyük bir zorlama olduğu, çok büyük bir hukuk dışılık olduğunu tüm kamuoyu görüyor, biz parti olarak da bu konuda sert bir tepki verdik ve bütün bu çabaların beyhude olduğunu, hukuk dışı bu gayretlerin boşuna olduğunu ve Kürt meselesinde adil, demokratik, hukuki bir çözümün olmazsa olmaz olan olduğunu, hiçbir zorbalığın bu çözüm yolunu engelleyemeyeceğini söyledik ama maalesef hocam siz de hukukçusunuz, yıllarınızı hukuka verdiniz, hepimiz için hukuk çok önemli, bir hukuk devletinde olduğumuz iddia ediliyor ama her geçen gün yapılan uygulamalar bir polis devletinde yaşadığımızı ve bu polis devleti uygulamalarının bizim için adeta kutsal bir kavram olan hukuku ayaklar altına aldığını ve onun üzerinde yükselen Anayasa’nın ayaklar altına alındığını gösteriyor, bunun son örneklerinden birisini işte geçtiğimiz haftalarda meslektaşlarınıza yapılan uygulamada da gördük, onlarca hukukçu, avukat kişi görevlerini yaptıkları için gözaltına alındı ve görevleri ile ilgili sorgulamalara maruz kaldı. Kimisi tutuklandı, bildiğimiz kadarıyla 60’a yakına kişiden 18’i tutuklandı. İlk kararda 6 kişi tutuklanmıştı, savcının itirazı üzerine 18’e yükseldi bu sayı. Böyle zorlama ile görevlerini yapmaya çalışan insanlara yönelik bir dayatmacılık olduğunu görüyoruz, hani sonuçta herkes görevini yapar, ben bir doktorsam doktorluğumu yaptığımdan dolayı suçlanamam hangi hasta karşıma gelirse gelsin, onu muayene etmek durumundayımdır. Siyasetçi isem siyasetçiliğimi yaptığım zaman suçlanamam, bir avukat da müvekkili ile özleştirilemez bunu hepimiz temel kaideler olarak biliyoruz. Savunma hakkının kutsal olduğunu biliyoruz. Yargının sac ayaklarından birisi savunma olduğunu çok iyi biliyoruz ve gerçekten onun çok savunmanın özellikle çok özgün bir yerde durması gerektiğini de çok iyi biliyoruz ama farklı zamanlarda avukatlara yönelik bu tür girişimler olduğunu gördük ve bütün bunların altından da siyasi kokular da geldiğini gördük. Kimi zaman adil yargılanma hakkını elde edemediği için açlık grevlerinde hayatını kaybeden avukatlar gördük; Ebru Timtik gibi. Son anda ölümden dönen Av. Aytaç Ünsal gibi avukatlar gördük ve şimdi de geçtiğimiz hafta onlarca avukatın sırf avukatlık yaptığı için gözaltına alındığı ve sonra da bir kısmının tutuklandığını gördük" dedi.

Gergerlioğlu'nun avukat gözaltları ile ilgili sorusuna Kerem Altıparmak, şu yanıtı verdi:  "Zaman zaman hak savunucuları için herkesin hakkını savunalım meselesi deniyor; bu nötr yani hani herhangi bir siyasi görüşten bağımsız olarak sadece hak savunma noktasında durmamız gereken en önemli unsurlardan biri avukatların hakkı çünkü kimin haklarını savunduğu için böyle yapıldı meselesine girer ve mesafeli olursak yani bugün aslında bunun bir çıkar şeyi ile de yapmıyorum biz de mesleğinizi savunmak ve hukuku savunmak için buradaki mağdur edilen avukatların kim olduğuna bakmaksızın bir pozisyon belirlemeniz lazım. Bir kere iki önemli açıdan bakmamız gerekiyor; bir tanesi şimdi biz Hollywood filmlerinde görüyoruz avukatları aralarında çok başarılı filmler de var. Avukatlar bazen o filmlerde sıklıkla müvekkillerinin suçlu olduğunu biliyorlar ama suçlu olan kişiyi de yine de savunmak istiyorlar çünkü hakikati bulma konusunda savunmanın görevi iddia makamının karşısında o çelişmeli yargıyı yaparak hakikaten ortaya çıkarılmasına katkı sunmak ve bunu yaparken de bir yükümlülüğü yok, 'Ya ben adaleti savunuyorum o nedenle öğrendim ki suçluymuş sana bunu teslim ediyorum.' Tam tersine bir sürü strayeji geliştiriyorlar avukatlar o filmlerde. Suçlu olduğunu bilmesine rağmen en az suç işleyen müvekkilini bile kurtarma, siz şöyle bir şey gördünüz mü: “Vay bu vicdansız bu avukatları biz bu sistemi değiştirelim.” Büyük ölçüde hakikati yansıtıyor, aynı zamanda adaletin sağlanması için çok güçlü bir araç çünkü iddia da aynı şekilde o savunmayı aşarak hakikati ortaya çıkarıp hukukun yüzyıllarca birikmiş olan ilkelerinden yola çıkarak şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde bir kişinin suçluluğunu tespit etsin diye ve böylece masumlar hep söylenir biliyorsunuz, bir kişi masumsa 9 tane suçluyu o 1 kişiyi tutmamak için aslında bırakmanız gerekir nedeni bu. O yüzden adalet bu kadar önemli şey. O filmlerde gördüğümüz avukatı kınıyor muyuz? “Ya neden yaptı?” diye, iyi avukat diye taktir ederiz. Avukatın görevi bu. Avukatın hâkim ve savcı gibi hakikat buysa ben müvekkilimi satayım diye bir şey yok, bunu bir koyalım. İkinci önemli husus Türkiye’de ki hep şikâyet ettiğimiz terör mevzuatı. Şimdi bakın bu iki kademeli bir sorun Türkiye’de. Bu gibi yargılamalar açısından. Bir kere örgüt üyesi denilen bir şey var. Örgüt üyesi dediğiniz kişi kim? Siz HDP üyesi iseniz sizin bir kartınız, numaranız, kaydınız değil mi? İmzanız var, ya da eskiden Mazlum-Der’deydiniz, öyle, İHD üyesi olsanız öyle. Bir derneğe, şirkete üye olursunuz onun kaydı var. Örgüt üyeliği denen şey Terör örgütü üyeliği denen şey böyle bir şey değil, siz gördünüz mü 'X terör örgünün 375 sayılı elemanı' diye kartvizit olsun. Şimdi bu nedenle örgüt üyeliği aslında fiktif uydurulmuş bir şey, bu başlı başına bir sorun neden? Çünkü örgüt üyeliğinde kişiyi eyleminden bağımsız olarak, salt örgüt üyeliğinden de cezalandırıyorsunuz. Bir eylemini aslında tespit edemezseniz sadece örgüt üyeliğinden cezalandırıyorsunuz, bu nedenle TCK 314. Maddesi’nden dolayı son 3 yıl içinde Türkiye’de 1 milyondan fazla insan yargılandı. 1 milyondan fazla insan eline tabanca, tüfek, bomba alsa kan gövdeyi götürür! Böyle bir şey yokken 1 milyon insan yargılanıyor neden? Çünkü örgüt üyeliği bir eylem olmaksızın işlenen bir suç. 'Sen örgüt üyesisin.' Diyor. Niye? 'Falan gazeteyi okudun, falan bankaya para yatırdın vs.' Bu yetmezmiş gibi bir de biliyorsunuz örgüt üyesi olmamakla birlikte zaten ne idüğü belirsiz bir örgüt üyeliği kavramı var orada hiçbir eylem olmaksızın bir de örgüte yardım etme suçu var! ' O zaman da seni örgüt üyesi gibi cezalandıracağım.' Yani bu kişinin olmayan eylemi ile örgüt üyesi olarak nitelendirilmesi bile mümkün değil siz bu kez diyorsunuz ki: 'Örgüte yardım nedeniyle örgüt üyesi sayacağım seni.” Biliyorsunuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi daha önce programlarınızda söylenmiştir, bu örgüte yardım hükümlülüğünü, ya da örgüt adına suç işleme hükmünün son derece öngörülemez ve bir hukuk devletindeki yasallık ilkesi açısından kabul edilemez nitelikte olduğunu söylüyor. Burada aslında avukatlık mesleği ile ilgili olarak 2 hususu birleştirirsek böyle bir sorunla karşı karşıyayız, şimdi avukat ve müvekkil arasındaki ilişki sadece avukatın müvekkili nedeniyle suçlamaması meselesi değil, insan hakları hukuku avukat ile müvekkil arasındaki ilişkiye herhangi iki kişi arasındaki ilişkiden daha güçlü bir şekilde koruyor tam da o Amerikan filmlerinde gördüğümüz şey nedeniyle. Yani adalet mekanizmasının hakikati ortaya çıkarabilmesi için avukatın müvekkili ile ilişkisini çok özel bir şekilde korunması gerekiyor! Tam da bunun içindir ki; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin çok sayıda kararı var ve bizim Avukatlık Yasası da herhangi bir kişinin yargılanmasından farklı bir yere koyuyor 58. Maddesi ile avukatların yargılanmasını. Niye yapıyor bunu? Tam da avukat böyle keyfi soruşturmaların vs.’nin konusu olmasın. Şimdi bakıyorsunuz bu soruşturma."

Savunma sadece savunulan kişiyi değil, o toplumdaki hukuk devletini ve adalet duygusunu ayakta tutacak şey. Siz bunu bu şekilde delip geçerseniz sadece o yargılanan avukatlar onların müvekkilleri değil, ülkede hukukun güvencesini tamamen ortadan kaldırırsınız. Şimdi bu avukatlar ile ilgili soruşturmaya bakarsanız, avukata; 'Kim ile ne konuştun? Kimin müvekkilliğini aldın? Niye o davalara baktın? Niye bu tanıkları dinledin?' Olağanüstü Hal ilanından sonra çıkan KHK’ler ile sizin yakından takip ettiğiniz kayıp vakalarında örneğin. Biliyorsunuz avukatlar bu kişiler ile suçlanan kişiler ile yalnız görüşemediler bile. Şimdi avukatlara yönelik suçlamalar nedir? 'Senin de bu terör örgütü ile bağlantın var.' Deniliyor öyle değil mi? Avukat bu ilişkiyi nasıl koruyor? Müvekkili ile cezaevinde görüşmüş, ya kardeşim cezaevinde görüştüğü müvekkili kamera ile çekmişsin, sesini kaydetmişsin, oraya gardiyanı dikmişsin yani nasıl oluyor da bu böyle bir şey yapacak ki! Dikkat edin avukat şöyle deniyor ya; 'Avukatın suç işleme özgürlüğü mü var?' avukatın suç işleme özgürlüğü yok da sen ne ile suçluyorsun avukatı? Avukat eğer şöyle bir şey yapmışsa eyvallah. Görüşmede müvekkil demiş ki: 'Müvekkil terör örgütünün lideri sen gidip bilmem ne yeri bombalayacaksın.' O da almış gitmiş bombasını atmış. Şimdi avukat bu durumda suçlanıyorsa herhalde hiçbirimiz çıkıp 'Olur mu böyle bir şey.' Demeyiz. Ama müvekkil kardeşini ne olursa olsun ben terör örgütü üyesiyim bakın en başta söylediğime dönüyorum o Amerikan filmlerindeki avukat katili oradan çıkarmak için şey yapıyor mu? Müvekkil dedi ki: 'Evet ben falan örgütün üyesiyim, avukat bunu biliyor. Benim için her türlü savunma imkanını kullan, beni buradan çıkar.' Avukat ne diyecek? Şunu mu bekliyoruz biz avukattan: 'Valla kusura bakma ben profesyonel olarak avukatlık yapıyorum ama sen bir terör örgütü üyesiymişsin ben seni tam tersi batırmaya çalışacağım.' Mı diyecek? Bunu mu bekliyoruz avukattan? Eğer böyle dersek avukatlar kendilerine gelen suçlu olduğu iddia edilen hiç kimseyi savunmayacaklar. O zaman neden mahkemeler var? Neden yargılama var? Çıkıp versinler kararı, avukata da gerek yok, savunmaya da gerek yok. Eğer buradan giderseniz bakın sadece terör örgütü ile olan da değil diğer bütün suçlarda da avukatları suçlayabilirsiniz onun için çok basitleştirilen ve söylenen kısmına daha fazla anlamı var bunun. O basitleştirilen şey avukat müvekkilin suçu ile suçlanamaz deniliyor ya avukat müvekkilin suçlu olduğunu bilse bile savunma yükümlülüğü altındadır. Bunu sadece müvekkil için değil adalet sistemi için yapar. Ortada ne adalet kalır? Ne hukuk devleti kalır? Ne hukukun üstünlüğü kalır? Ne çelişmeli yargı kalır? Hepsi biter, o zaman bir merci çıkar kendi kendine yargılar kararını verir. Ha Türkiye’de çoğu siyasi yargılama öyle oluyor, o ayrı mesele ama devlet bile böyle olmamış gibi yapmaya çalışıyor neden? Çünkü bunu kabul ettiğiniz zaman hukuk yok demektir. Avukatlık meselesi bunun için bu kadar kritik bir mesele. Bunu sadece o avukat arkadaşlar dendiği gibi bir şekilde bu çok kullanan iltisak içerisinde de olabilir. Olabilir kardeşim. Bu avukatın avukatlık mesleğini yapmalarına engel değildir. Biz buna karşı çıktığımız anda buna izin vermediğimiz anda sadece o davada bütünüyle; bir dizi vardı ifade özgürlüğü ile ilgili bir bölümünde bir suyun içerisinde çok sayıda fok balığı yaşıyor, bir tanesini çıkarıyorlar içinden. İfade özgürlüğünün sembolü olan, hepsi ölüyor içinden. Eğer avukatlık mesleği içinden de herhangi bir konudaki avukatlık imkanını ortadan kaldırırsanız sadece o alanda değil her alanda avukatlık ölür! Bunun önemle vurgulanması lazım. 

AVUKATLIK DA ARTIK SUÇ HALİNE GETİRİLDİ MAALESEF

Avukatlık mesleğinin artık 'suç' haline getirildiğini ifade eden Gergerlioğlu, "Bir de sizin kitaplarınız da neredeyse suç haline getirildi! Yazarları arasında olduğunuz 'İfade Özgürlüğü' kitabınız Diyarbakır Cezaevi’ne alınmadı. Sanki yasa dışı bir kitap, sanki işte alınmaması gereken bir kitap oysa bandrollü, piyasada bulunan ve hem de en önemli özgürlüğü, ifade özgürlüğünü anlatan bir kitap 21.Y.Y.’da Türkiye’de Diyarbakır Cezaevi’ne alınmadı. Aralarında Zühtü Arslan da yazar olarak var. Siz varsınız, Ayhan Bilgen var ve daha birçok kıymetli hukukçu insan hakları savunucusu var son olarak bu konuda ne dersiniz hocam, bu da haberlere yansıyan önemli bir gelişmeydi. Mutlaka hukukun üstünlüğünün gerçekleşeceğine inanıyoruz, biz bu kötü günlerin geçeceğine ve evrensel hukuk sisteminin Türkiye’de yerleşeceğine, uygulanacağına inanıyoruz bu bizim hepimizin gayretleri ile olacak, sizlerin hocalarımızın tüm pratiğini icra eden arkadaşlarımızın gayretleri ile olacak oldukça karamsar günlerdeyiz, karanlık bulutların olduğu günlerdeyiz, hem hukuken hem siyaseten oldukça üzücü günlerdeyiz ama biz yine insan hakları diyeceğiz, hukuk diyeceğiz, özgürlük diyeceğiz ve bizim gündemimiz düşmanlık yapanların gündemi gibi olmayacak biz yine de hukuk diyeceğiz, yine de hukuk hocalarımız ile beraber yerelde ki uluslararası alandaki yargı mercilerinin kararlarını konuşacağız, olması gerekenleri konuşacağız ve mutlak surette de bunları gerçekleştireceğiz." ifadelerini kullandı. 

TÜRKİYE NEREDEN NEREYE GELDİ! AYM BAŞKANININ KİTABI CEZAEVİNE ALINMIYOR

Karara itiraz edeceğini dile getiren Kerem Altıparmak ise, şunları dile getirdi: "Karara ulaşabilirsem itiraz edeceğim çünkü beni yasaklıyor aslında. Ben o kitabın sadece yazarı değilim editörüyüm aslında, yazmıyor üstünde ama o zaman İnsan Hakları Ortak Platformu ile beraber organize etmiştik ben üniversiteyken, şimdi o kitap birçok açıdan ilginçtir Ömer Bey bu vesile ile kitabın reklamını yapmış olalım. Zühtü Arslan o zaman Anayasa Mahkemesi Başkanı değildi ve Ayhan Bilgen aynı toplantı da konuşabiliyordu, bakın Türkiye nereden nereye geldi! Bu açıdan da önemli. Bir şey daha var; o toplantıda Zühtü Arslan’a ilişkin saptamaları ve görüşleri çok bence önemlidir. Çünkü daha sonra Anayasa Mahkemesi Başkanı olunca Zühtü Bey bu Olağanüstü Hal KHK’lerine ilişkin başvuruları reddetti biliyorsunuz. Orada tam tersi OHAL KHK’leri ile yönetmenin ne kadar yanlış ve sakıncalı olduğunu anlatıyor! Ben o zaman ki Zühtü beyi bugünkü Zühtü beye tercih ederim. Ben zaman zaman Zühtü beye aynı zamanda benim meslektaşım aynı zamanda akademisyenlikten gelme, zaman zaman sert bir şekilde eleştiriyorum kendisini ve mahkemesini yine de bugünlerde sahip çıkmak lazım kendisine; iki nedenle. Süleyman Soylunun saldırıları nedeniyle bir. İkincisi de ortak yazarı bulunduğumuz kitabın engellenmesi nedeniyle yani 13 senede neler olmuş Ayhan Bilgen, Zühtü Arslan ile bir toplantıda üstüne üstlük üniversitede konuşma yapabilirken. Bir cezaevine bile giremeyecek noktaya gelmiş. Bence o kitap Türkiye’nin nereden nereye geldiğini çok garip bir yol haritasını gösterdiği için çok önemli."

Yorumlar (0)