reklam
Gazete Kritik Meclis Evrim Rızvanoğlu'ndan "Süper İzin Yasası"na sert eleştiri: Anayasa'ya aykırı, çevreyi tehdit ediyor!

Evrim Rızvanoğlu'ndan "Süper İzin Yasası"na sert eleştiri: Anayasa'ya aykırı, çevreyi tehdit ediyor!

İstanbul Milletvekili Evrim Rızvanoğlu, "Süper İzin Yasası"nı eleştirerek, çevresel koruma mekanizmalarını devre dışı bıraktığını ve Anayasa'ya aykırı olduğunu belirtti. Teklifin geri çekilmesi gerektiğini vurguladı; zeytinlikler ile ormanların madenciliğe açılmasını eleştirdi.

İstanbul Milletvekili Evrim Rızvanoğlu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde düzenlediği basın
toplantısıyla görüşmelerine yeniden başlanan “Süper İzin Yasası” olarak bilinen torba yasa
teklifini düzenlediği basın toplantısıyla eleştirdi. Yasa teklifinin çevresel koruma
mekanizmalarını devre dışı bırakacağını belirten Rızvanoğlu, “Bu yalnızca doğaya değil,
hukuka da kast etmektedir” diyerek teklifin geri çekilmesi çağrısında bulundu.
Rızvanoğlu, torba teklifin sadece Anayasa’nın 56. ve 169. maddelerine değil, aynı zamanda
Türkiye’nin 12. Kalkınma Planı, OECD hedefleri ve Birleşmiş Milletler Arazi Tahribatının
Dengelenmesi (ATD) gibi ulusal ve uluslararası taahhütlerine de aykırı olduğunu belirtti.
“Bu bir ruhsat rejimidir ”
Milletvekili Rızvanoğlu düzenlemeyi, bir ruhsat rejimi olarak nitelendirerek, teklifin
ormanları, zeytinlikleri, meraları ve su havzalarını hiçbir bilimsel değerlendirme ve halk
katılımı olmadan madenciliğe açacağını vurgulayarak “Çünkü bu teklif, doğa üzerindeki tüm
denetim ve koruma mekanizmalarını ortadan kaldırarak; ormanları, zeytinlikleri, meraları ve
su havzalarını süper hızla ve süper kolaylıkla maden projelerine açmayı hedefliyor. Kısaca
ifade etmek gerekirse: bu yasa, çevreyi korumuyor. Bu yasa, bir avuç şirketin işini
kolaylaştırıyor. Ve ne yazık ki bunu halkın, doğanın ve bilimin sesini duymadan yapıyor.
İçinde Orman Kanunu, Zeytincilik Kanunu, Mera Kanunu, Çevre Kanunu gibi Türkiye’nin en
temel çevre yasalarını delik deşik eden düzenlemeler var. Ama teklif metninde, ne bilimsel
değerlendirme var, ne halkın katılımı var… Ne de iklim krizine karşı alınmış tek bir somut
önlem var. Bu yasa, ‘enerji dönüşümü’ diyerek mülkiyet hakkını askıya alıyor, ‘kalkınma’
diyerek koruma alanlarını ruhsat sahasına dönüştürüyor. Uluslararası uyum diyerek; sözde
Avrupa’yı örnek alıyor. Ama onların yalnızca yenilenebilir enerji için önerdiği düzenlemeyi
madencilik faaliyetlerini de içeriyormuş gibi gösteriyor. Kısacası bu teklif; bir çevre reformu
değil, bir hukuk reformu hiç değil…Bu teklif, bir ruhsat rejimidir. Ve biz bugün bu ruhsat
rejimini reddetmek için buradayız. Çünkü bu yalnızca bir çevre meselesi değil; bu,
toprağımızı, gıdamızı, suyumuzu ve geleceğimizi ilgilendiren bir yaşam meselesidir. Bu
yüzden bu toplantı sadece bir bilgilendirme değil; aynı zamanda bir uyarı çağrısıdır.” dedi.

“İklim Kanunu’nun mürekkebi kurumadan çevre tahribatı başlatılıyor”
Basın toplantısında dikkat çeken bir diğer vurgu ise torba yasanın zamanlamasıydı.
Rızvanoğlu, teklifin İklim Kanunu’nun kabul edilmesinden sadece 24 saat sonra Meclis’e
getirildiğine dikkat çekerek, “Bir yanda çözümsüzlük üreten bir iklim yasası, diğer yanda
doğrudan krizi büyüten bir torba yasa var. Her iki düzenleme de doğayı değil, ticareti
önceleyen yasalar” dedi.
“ÇED düzenlemesi makyaj, AB gerekçesi aldatıcı”
Rızvanoğlu, yasa teklifinde “ÇED Gerekli Değildir” ifadesinin kaldırılmasının olumlu bir hamle
olarak sunulmasına da tepki göstererek, bu değişikliği “sadece tabelayı değiştiren bir makyaj”
olarak tanımlayarak İklim Şurası kararlarına uygun davranılmadığını söyledi. Rızvanoğlu, “Bu

teklif kamuoyuna nasıl sunuluyor? Sanki, yıllardır en çok tepki çeken ‘ÇED Gerekli Değildir’
ibaresi kaldırılarak, büyük bir çevre zaferi kazanılmış gibi… Hayır! Birinci madde de yer alan
bu konu düzeltme değil, bir makyajdır. Yani tabelayı değiştirip içeride aynı düzeni sürdüren
bir illüzyondan ibarettir. Bakın veriler elimizde. 2024 yılında: ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararı
verilen proje sayısı: 3.436, ‘ÇED Olumlu’ kararı verilen: 641, ‘ÇED Olumsuz’ kararı verilen:
sadece 376. Yani toplam başvuruların %92’si olumlu sonuçlanmış. Sistem artık çevreyi
koruyan bir süzgeç değil, bir onay makinesine dönüşmüş durumda. Ve şimdi ne yapılıyor?
Sadece ismi değiştiriliyor, içerik olduğu gibi kalıyor. Halkın ve çevre örgütlerinin en çok tepki
verdiği alanlarda yapısal bir düzeltme yok. Üstelik bu konuda uyarı sadece bizden gelmiyor.
2022 yıında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından düzenlenen İklim Şûrası,
22. maddesinde diyor ki: ‘ÇED mevzuatında değişiklik yapılarak projelerin çevresel, iklimsel
ve sosyal etkilerinin uluslararası standartlarla ölçülmesi sağlanmalıdır.’ Peki bu teklif o çağrıyı
yerine getiriyor mu? Hayır. E siz daha kendi yaptığınız çağrıya uymuyorsunuz kardeşim! Bu
teklif hazırlanırken Stratejik Çevresel Değerlendirme süreci de işletilmedi. Oysa Çevre
Bakanlığı’nın 2018 tarihli kendi rehberinde bu açıkça belirtiliyor: enerji ve madencilik
politikaları Stratejik Çevresel Değerlendirmeye tabidir. Alternatifler analiz edilmeli, halkın
katılımı sağlanmalıdır diyor. Peki bu süreçte ne oldu? Hangi bilim insanları dinlendi?
Hangi alternatif senaryolar değerlendirildi? Hangi vatandaş, STK, meslek odası sürece katıldı?
Cevap: Hiçbiri. Bu teklif, şeffaf, bilimsel ve katılımcı bir süreçle hazırlanmadı. Ve tüm bunlara
rağmen teklifin gerekçesinde Avrupa Birliği örnek gösteriliyor. Diyorlar ki: ‘Avrupa bile izin
süreçlerini hızlandırıyor.’ Evet, AB 13 Mayıs 2024’te bir Yenilenebilir Enerji Rehberi yayımladı.
Ama çok açık: Bu sadece yenilenebilir enerji projeleri ve bunların altyapıları için geçerli.
Madencilik bu kapsamda değil. Ama siz ne yapıyorsunuz? Almışsınız bir AB rehberi, teklife
gerekçe gösteriyorsunuz. Üstelik rehberin uyarılarını da yok sayıyorsunuz. AB Rehberi şunları
söylüyor:yasal çerçeve korunmalı, bilgiye erişim hakkı ihlal edilmemeli, halkın karar alma
süreçlerine katılımı sağlanmalı, kuş göç yolları, nadir türler, hassas ekosistemler bilimsel
olarak haritalanmalı, kurumsal kapasite güçlendirilmeli. Peki bu teklifte ne var? Bilimsel
harita? Yok. Katılım? Yok. Koruma sınırı? Yok. Kurumsal kapasite? Yok. Eğer bu kadar temel
koşullar yoksa, AB rehberine uyum sadece vitrin olur.” dedi.

“Türkiye’nin ulusal ve uluslararası hedefleriyle çelişiyor”
Basın açıklamasında teklifin kritik maddelerine de ayrı ayrı değinen Rızvanoğlu, 3. maddeyle
sulak alanların, milli parkların, özel çevre koruma bölgelerinin ruhsatlandırılabileceğini
belirtti. “Bu bir kalkınma değil, doğayı yatırıma dönüştürme mantığıdır” diyerek, 12.
Kalkınma Planı, OECD ve BM Birleşmiş Milletler Arazi Tahribatının Dengelenmesi hedefleriyle
teklifin çeliştiğini kaydederek “2024-2028 yılları arasını kapsayan 12’nci Kalkınma Planı’nın
872. maddesi çok açık: ‘Karasal ve denizel korunan alanlar artırılacak, karbon yutak alanları
genişletilecektir.’ Peki bu hedefe nasıl ulaşacağız? Korunan alanlara ruhsat vererek mi? Siz
söyleyin. Meraları madenciliğe, ormanları sanayiye açarak mı? Bu bir kalkınma stratejisi
değil; doğayı geleceğimizin teminatı olmaktan çıkaran bir piyasa mantığıdır. Bir yandan
‘koruyacağız’ diyorsunuz, diğer yandan doğayı yatırım alanına çeviriyorsunuz. Bu bir çelişki
değil midir? Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı geçen yıl ve önceki bütçe
görüşmelerinde, ‘Türkiye’nin korunan alan oranını OECD ortalaması olan %17’ye çıkaracağız’
dedi. Geçen ay da aynı Bakanlık 2030’a kadar %30’a çıkarmayı hedeflediklerini açıkladı. Ama

bu teklif, o hedeflerle taban tabana zıt. Söz başka, yasa başka. Hedef başka, uygulama başka.
Ve bitmedi. Türkiye, Birleşmiş Milletler Arazi Tahribatının Dengelenmesi (ATD) hedeflerini
taahhüt eden ilk ülkelerden. Hatta bu kapsamda bir ulusal rapor da hazırlandı.
Bu rapora göre Türkiye, 2030 yılına kadar: 1 milyon hektar ağaçlandırma, 750 bin hektar
mera ıslahı, 2 milyon hektar tarım alanı rehabilitasyonu, Orman varlığının %30’a çıkarılması
hedeflerini benimsemiştir. Ama şimdi soruyorum: Meraları madene açarak mı ıslah
edeceksiniz? Tarım arazilerine sanayi kurarak mı rehabilite edeceksiniz? Ormanları
yapılaşmaya açarak mı %30’a ulaşacaksınız? Bu hedefler kâğıt üzerinde umut verirken, bu
yasa uygulamada umut kırıyor. Üstelik daha da vahimi var: Bu alanlardaki tasarruf yetkisi
artık Orman Genel Müdürlüğü’nde değil, MAPEG gibi ruhsat dağıtan kurumlarda olacak. Yani
doğayı korumakla yükümlü kurum devre dışı bırakılıyor. İzin de, denetim de MAPEG’de artık.
Ve ilgili kurumlar izin başvurularına 4 ay içinde yanıt vermezse, başvuru kendiliğinden
onaylanmış sayılacak. Bu, doğayı koruma refleksi değil; doğayı bypass etme pratiğidir.” dedi.
“Mülkiyet hakkı, doğa hakkıyla birlikte anlam kazanır”
Rızvanoğlu teklifle birlikte kurulması öngörülen Kurul ile ilgili de “Bu Kurul, ‘üstün kamu
yararı’ denilerek her şeye onay verebilecek. Ama içinde ne yerel yönetim olan, ne bilim
insanı, ne de halkın temsilcileri. Alınan kararlar, demokratik denetimden tamamen
uzaklaşacak. Üstelik bu süreçte mülkiyet hakkı da büyük risk altına girecek. Bir kurul
kararıyla, bir köylünün tarlası, çiftçinin bağı, zeytin üreticisinin toprağı elinden alınabilecek.
Ve unutmayalım: mülkiyet hakkı, doğa hakkıyla birlikte anlam kazanır.” ifadesini kullandı.
“AB’de elektirik kesintilerini zeytinlikleri tehlikeye atamak için bahane göstermek hem
bilimsel bilgiye aykırı, hem de kamuoyunu yanıltıcı bir yaklaşım”
4. maddeyle acele kamulaştırma yetkisinin genişletilmesini köylüleri çevre sürgününe
zorlayan “zorla el koyma” uygulaması olarak değerlendiren Rızvanoğlu, zeytinliklerle ilgili 11.
maddenin ise defalarca yargıdan dönen bir düzenlemenin yeniden dayatılması olduğunu
söyledi.
“Zeytincilik Kanunu çok açık: Zeytinliklere üç kilometre mesafede dahi zeytinliğe zarar
verecek hiçbir tesis kurulamaz. Ama bu teklif, geçmişte tam 11 kez Meclis'e getirilip yargıdan
dönmüş olan düzenlemenin neredeyse bire bir aynısını yeniden karşımıza getiriyor. Danıştay
bu hükmü defalarca iptal etmiş, hukuk aynı kararı her seferinde vermiş ama siyasi irade hâlâ
başka bir sonucu zorlamaya devam ediyor. Bu sefer de bahanenin adı ‘enerji arz güvenliği’...
Deniyor ki: ‘İspanya’da, Portekiz’de elektrik kesintileri oldu. Biz de önlem almalıyız.’ Ama
arkadaşlar, bu söylem yere basmıyor. Avrupa Elektrik İletim Sistemi hâlâ bu kesintilerin
nedenlerini araştırıyor. Yani ortada kesinleşmiş bir teknik rapor yok. Ne Avrupa Birliği bir
karar almış, ne de kesintinin nedeni netleşmiş. Siz ise bu belirsizliği fırsata çevirip, ‘enerji krizi
geliyor’ diyerek fosil yakıt yatırımlarına, maden ruhsatlarına alan açmaya çalışıyorsunuz.
Bu hem bilimsel bilgiye aykırı, hem de kamuoyunu yanıltıcı bir yaklaşımdır. Enerji güvenliği
üzerinden korku yaymak, toplumun çevre hassasiyetini bastırmak için kullanılan eski bir

taktiktir. Ama biz bu oyunu tanıyoruz. Zeytinlikleri, ormanları, meraları enerji bahanesiyle
feda edemeyiz.” dedi.
“Meralara ‘boş alan’ muamelesi yapılamaz”
maddeyle birlikte meralara ÇED’siz yenilenebilir enerji santralleri kurulmasının önünün
açıldığını belirten Rızvanoğlu, meraların karbon yutak alanları ve kırsal yaşamın temel taşı
olduğunu vurguladı. “Merasını kaybeden köylü, pazarda üç-beş katı fiyatla süt ve et alır. Bu
şekilde yürütülen bir enerji ve maden politikası, iklim kriziyle mücadele değil, ekolojik yıkımın
hızlandırılmasıdır.” dedi.
Orman yangınları ve madencilik baskısı ilişkisi: “Hem yanıyor, hem ruhsatla eksiliyor”
Basın toplantısının son bölümünde orman yangınlarına değinen Rızvanoğlu, 2024 yılında 23
bin hektardan fazla ormanın ormancılık dışı kullanıma tahsis edildiğini, bunun 10 bin
hektardan fazlasının doğrudan madenciliğe açıldığını açıkladı. “İklim krizi bir gerçek. Ama tek
başına değil. Bakın orman yangınlarının %90’ı insan kaynaklı. Orman Genel Müdürlüğü
verilerine göre, 2012-2024 yılları arasında yanan ormanların %20’si enerji tesislerinden ve
nakil hatlarından kaynaklanmış. Yani insan faaliyeti ne kadar ormana girerse, risk o kadar
artıyor. Ve bu teklif tam da bunu yapıyor. Uzmanların hesaplarına göre de bu teklifle
ormanların %90’ının maden baskısı altına girmesi bekleniyor. Bu ne demek: Ormanlara daha
fazla maden ruhsatı, daha fazla yol, daha fazla inşaat daha fazla trafo, daha fazla enerji nakil
hattı izni demek. Yani yangın riskini artırmak demek. Geçen yıl yangınlarla kaybettiğimiz
orman alanı 27 bin hektar. Yani her yıl ormanlarımız, bir yandan yangınla, diğer yandan da
ruhsatla eksiliyor. Üstelik bu ruhsatların önemli bir kısmı, zaten yangın riski yüksek
bölgelerde veriliyor. Orman bütünlüğü bozuluyor, ekosistem parçalanıyor, yollar ve
kamyonlarla yangın daha hızlı yayılabilir hale geliyor.” diyerek çarpıcı karşılaştırmalarda
bulundu.
“Bu teklif Anayasa’ya aykırıdır, geri çekilmelidir”
Sözlerinin sonunda teklifin Anayasa’nın 169. maddesine açıkça aykırı olduğunu vurgulayan
Rızvanoğlu, kamu yararı adı altında yürütülen bu ruhsat rejiminin doğayı, kırsalı, vatandaşı
ve hukuk düzenini dışladığını belirterek “Bu yalnızca bir idari düzenleme değil; açık bir
anayasa ihlalidir. Bu teklif sadece doğaya değil, hukuka da kast etmektedir. Geri çekilmesi,
siyasi bir tercih değil; Anayasal bir zorunluluktur.” Sözleriyle basın toplantısını sonlandırdı.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *