İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması sonrası CHP'nin bazı özel şirketlere yönelik boykot çağrısı anlık ve geleceği hesaplanmamış bir eylem biçimidir. Nitekim bu şirketlerde çalışlanlar zengin beyaz yakalı insanlar değil toplumun en alt gelir seviyesine sahip yurttaşlarıdır.

Son günlerde Türkiye’nin siyaset arenasında yankı bulan bir boykot çağrısı, tartışmaların merkezine oturdu. Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) bazı firmalara yönelik boykot çağrısı, siyasetin kendine has dinamiklerini bir kenara bırakacak olursak, ekonomik ve sosyal boyutlarıyla daha derin bir analiz gerektiriyor. Peki, bu tür çağrılar sadece hedef alınan firmaları mı etkiler, yoksa daha geniş bir halkayı mı sarsar? Bu yazıda, boykotun ekonomi üzerindeki muhtemel etkileri ve en çok göz ardı edilen kesim olan çalışanlar üzerindeki yansımalarını ele alacağım.

Ekonomiye Yansıyan Dalgalar
Boykotlar, doğru organize edildiğinde etkili bir toplumsal baskı aracı olabilir. Ancak bu etkiler yalnızca hedef alınan şirketle sınırlı kalmaz; dalga dalga yayılan bir ekonomik zincirleme reaksiyon yaratabilir. CHP’nin çağrısında olduğu gibi, büyük ölçekli firmalar hedef alındığında, bu firmaların ekonomideki rolünü ve kapsayıcılığını görmezden gelmek mümkün değildir.

Türkiye gibi ekonomisi büyük ölçüde özel sektöre dayalı bir ülkede, büyük firmalar sadece ürün ve hizmet sağlayıcıları değil, aynı zamanda binlerce tedarikçiyi, küçük işletmeyi ve yerel ekonomiyi destekleyen bir sistemin önemli halkalarıdır. Bir markayı boykot etmek, yalnızca o firmanın gelirlerini değil, aynı zamanda onunla çalışan küçük işletmeleri, yan sanayi firmalarını ve bağımlı sektörleri de olumsuz etkileyebilir. Örneğin, bir perakende devine yapılan boykot çağrısı, sadece mağazaların satışlarını düşürmekle kalmaz; aynı zamanda o firmaya ürün sağlayan üreticilerin, lojistik firmalarının ve hatta küçük esnafın da gelir kaybı yaşamasına neden olabilir.

Ekonominin temel çarkları arasında yer alan bu firmalar, aynı zamanda vergi gelirleri açısından da kritik bir öneme sahiptir. Büyük ölçekli işletmelerin yaşadığı finansal kayıplar, devletin vergi gelirlerinde azalmaya neden olabilir. Bu durum, kamu hizmetlerine ayrılan bütçeyi de dolaylı olarak etkileyebilir. Dolayısıyla, boykotların ekonomik etkileri sadece tek bir hedefle sınırlı kalmaz; çok daha geniş bir kitleyi etkileyen zincirleme sonuçlar doğurabilir.

Çalışanlar: Sessiz Mağdurlar
Boykotların çoğu zaman göz ardı edilen bir diğer boyutu ise çalışanlar üzerindeki etkileridir. Hedef alınan firmalarda çalışan binlerce insan, bu tür çağrıların sessiz mağdurları haline gelebilir. Boykot nedeniyle azalan gelirler, firmaların küçülme politikalarına gitmesine, hatta bazı durumlarda toplu işten çıkarmalara neden olabilir. Kısacası, şirketlere tepki göstermek amacıyla yapılan bir hareketin bedelini, o firmalarda emeğiyle geçinen işçiler ödeyebilir.

Unutulmamalıdır ki, bu çalışanlar, boykot edilen firmanın politikalarından birebir sorumlu olmayan; günlük yaşamını sürdürebilmek için işine bağlı olan bireylerdir. Bir boykot çağrısı, onları işsizlikle karşı karşıya bırakabilir ve ekonomik zorlukların içine itebilir. İşten çıkarılan bir çalışanın sadece kendisi değil, ailesi de bu süreçten etkilenir. Özellikle ekonomik dalgalanmaların yoğun yaşandığı bir dönemde, bu tür kayıplar toplumsal huzursuzluğu artırabilir.

Ayrıca, hedef alınan firmaların çalışanları üzerinde psikolojik bir baskı oluşur. Boykot çağrıları, sadece ekonomik değil, aynı zamanda itibar kaybına da neden olur. Bu durum, çalışanların işlerine olan motivasyonunu ve bağlılığını zayıflatır. Kendilerini toplum tarafından damgalanmış hisseden bireyler, bir yandan işlerini kaybetme korkusuyla mücadele ederken, diğer yandan içinde bulundukları kurumsal yapıya olan güvenlerini kaybederler.

Boykotun Amacı ve Alternatif Çözümler
Boykotlar, bir demokratik hak olarak görülse de, uzun vadeli etkileri ve sonuçları değerlendirildiğinde dikkatle ele alınması gereken bir araçtır. Özellikle geniş kitlelere hitap eden siyasi aktörlerin, bu çağrıları yaparken daha kapsamlı bir analiz yapması gerekir. Sadece bir firmayı cezalandırma amacıyla yapılan bir hareket, çalışanları, tedarikçileri ve hatta tüketicileri mağdur eden bir sonuç doğurabilir. Bu noktada, boykot yerine daha yapıcı, çözüm odaklı bir yol izlenmesi gerekebilir.

Örneğin, boykot edilen firmalarla diyalog kurarak, onların eleştirilen politikalarını değiştirmeye teşvik etmek daha etkili bir yöntem olabilir. Bunun yanında, vatandaşların bilinçli tüketici olmalarını sağlamak adına daha uzun vadeli eğitim kampanyaları düzenlenebilir. Böylelikle, tepkiler daha sürdürülebilir ve yapıcı bir zemine oturtulmuş olur.

Sonuç: Dengeyi Korumak
Boykot çağrıları, bir toplumsal tepki aracı olarak meşru bir yere sahip olsa da, bu tür çağrıların ekonomik ve sosyal etkilerini göz ardı etmemek gerekir. Özellikle hedef alınan şirketlerin sadece birer tüzel kişilik olmadığını, arkalarında binlerce çalışanın ve ailelerinin olduğunu unutmamak önemlidir. Tepki göstermek, hak arayışının ve demokratik katılımın bir parçasıdır; ancak bu tepkinin, toplumun en kırılgan kesimlerini mağdur etmeden ifade edilmesi gerekir.

CHP’nin boykot çağrısı, tartışmaları beraberinde getirse de, bu tartışmaların ötesinde daha büyük bir sorumluluk gerektiriyor: Toplumun her kesiminin çıkarını gözeten, dengeli ve yapıcı bir yaklaşım benimsemek. Ekonomik dengelerin hassas olduğu bir dönemde, boykotun bedelini kimlerin ödeyeceğini iyi düşünmek ve bu süreçte sessiz mağdurları unutmamak hepimizin görevi. Unutmayalım ki, bir firmayı cezalandırmak isterken, aslında o firmaya bağımlı olan binlerce insanı da zor durumda bırakabiliriz. Tepkimizi ifade ederken, bu dengeyi korumak, hem toplumsal hem de bireysel sorumluluğumuzdur.