Gazete Kritik Siyaset CHP'den iktidara: Samimiyseniz kayyum uygulamasını hemen kaldıralım

CHP'den iktidara: Samimiyseniz kayyum uygulamasını hemen kaldıralım

CHP Sözcüsü Zeynel Emre, Türkiye'nin hukuki sorunları ve yargı bağımsızlığını vurgulayarak kayyum uygulamalarının kaldırılmasını talep etti. Ekonomik sıkıntılara dikkat çekerek asgari ücretin açlık sınırının altında olduğunu belirtti ve toplumsal sorunların çözümü için acil adımlar gerektiğini ifade etti.

CHP Sözcüsü Zeynel Emre, TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda gelinen sürece ilişkin “‘Hukuk devleti’ diyorsanız gerçekten yargı bağımsızlığını sağlamanın yolları var, bunun evrensel kuralları var. ‘Anayasa’nın üstünlüğü’ diyorsanız Anayasa’da yer alan açık hükümlerin uygulanması var: Toplantı, gösteri yürüyüşü, basın özgürlüğü, ifade hürriyeti. Dolayısıyla samimiyseniz gelin, hemen kaldıralım kayyum uygulamasını. Bu ayıp, bu Türkiye'ye yakışmaz zaten. Türkiye'de yerel yönetim açısından baktığımızda, sandığa gitmesine rağmen yüzde 27’nin temsilinin cezaevinde olduğunu görüyoruz. Eğer samimiyseniz çok açık AİHM kararları bağlayıcı, uygulayalım. Yani artık toplum samimi adımlar görmek istiyor” dedi.

CHP MYK, Genel Başkan Özgür Özel başkanlığında parti genel merkezinde toplandı. Parti Sözcüsü ve İstanbul Milletvekili Zeynel Emre, toplantı devam ederken toplantının gündemine ilişkin basın toplantısı düzenledi. Açıklamasına, TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na siyasi partiler tarafından sunulan raporlara ilişkin CHP’nin görüşlerini ifade ederek başlayan Emre, şunları söyledi:

“Biz geçmişten bugüne kadar Türkiye'de yaşanan bu meseleyi geçmiş tarihli raporlarımıza baktığımız zaman Türkiye'de kimsenin konuşmaya imtina ettiği, çekindiği bir ortamda ortada salt güvenlik meselesinin ötesinde bir problem olduğunu, bunun etraflıca bir devlet politikası, bir hükümet programı çerçevesinde çözülmesi gerektiğini ifade ettik. Geçmişten bugüne bazı siyasiler, bazı siyasi partiler ‘Kürt sorunu’ olarak tarifledi, bazıları ‘güvenlik problemi’ dedi, bazıları salt ‘terör’ dedi, bazı partilere baktığımızda ‘az gelişmişlikten kaynaklı problem’ dedi ama ortada herkesin bugün geldiğimiz noktada sadece bir silahlı önlemle ya da bir terör mücadelesi kapsamında sonlandırılamayacak, aynı zamanda bir siyasi programın işlemesi gerektiği bir problem olarak görülüyor. Biz bu yönüyle bugüne kadar kurumsal olarak oldukça tutarlı geldiğimizi ifade etmek isterim. Bugün de Meclis’te kurulan komisyona, komisyonun kuruluş şekline bazı itirazlarımız da oldu. Çünkü biz bu komisyonun bir kanun çerçevesinde kurulması gerektiğini ve o kanun çerçevesinde kurulan komisyonda konuşmalar dahi herkesin, her türlü soruşturmadan muaf yasal zemin ve güvence altında görüşlerini ifade etmesi gerektiğini ifade ettik. Bizim görüşümüzün aksine, TBMM Başkanı çağrısıyla bir komisyon kuruldu. Ancak biz yine de bu sürece ilişkin yapıcı destek ve önerilerimizi sunmak üzere komisyona katıldık.

“Bu ülkede yaşayan tüm yurttaşların en temel sorunu demokrasi sorunudur”

Komisyonda çeşitli uzmanlar, görüşler dinlendi. Yaklaşık 139 kişi-kurumdan katılış oldu. Tabii tam olarak bir etkin müzakerenin olduğunu söyleyemeyiz, bu gerçekçi olmaz. Ancak bununla birlikte bugün gelinen noktada siyasi partiler raporlarını sundu ve belli bir aşama katedildi. Türkiye'de bugün geldiğimiz noktada aslında daha doğru tarif Türkiye açısından çünkü bu ülkede yaşayan tüm yurttaşların hangi etnik kimliğe sahip olursa olsun en başta en temel sorunu bir demokrasi sorunudur, bir eşitlik sorunudur. Bu ülkenin tüm yurttaşları Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yazdığı şekilde, bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes birinci sınıf yurttaşıdır, eşittir. Bu duygunun örselendiği yerler varsa da siyaset kurumunun görevi bunu telafi etmektir, düzeltmektir. Dolayısıyla biz tüm yurttaşlarımızın bu duyguya haiz olmasını, ‘Evet, ben bu ülkenin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin özbeöz vatandaşıyım. Hiçbir ayrımcılığa uğramıyorum, eşitim’ demesi lazım. Bu sadece bir kimlik ekseninde sıkıştırabilecek meselede değildir. Bu ülkedeki hangi siyasi görüşten olursa olsun her vatandaş bunu düşünmeli.

“Öncelikle demokrasi, bağımsız yargı, kuvvetler ayrılığı diyoruz”

O nedenle de biz diyoruz ki öncelikle Türkiye'de bir kuvvetler ayrılığı, demokrasinin varlığı, bağımsız yargı, özgür basın, özerk üniversiteler, her kuruşun hesabını sorabilen bir Sayıştay’ın varlığı, verginin hesabını sorabilen bir şeffaf yönetim ilkesi; bütün bunların birleşimiyle oluşabilecek toplumsal kardeşlik, dayanışma duygusu, birliktelik duygusu, eşitlik duygusu ve bunu yaparken de asla ve asla bu ülkedeki siyasi partilerinden bir ya da bazılarının dışlanması, düşman ilan edilmesi, sistematik yargı operasyonlarına maruz kalması -son dönemde sıklıkla bizim yaşadığımız gibi- ülkede seçilmişlerin, seçilmiş iradenin yok sayılması, bu ülkedeki uzunca bir süredir özellikle Doğu, Güneydoğu başta olmak üzere kayyum uygulamalarının varlığı, milli iradenin, halk egemenliğinin sekteye uğraması; bunlar çok ciddi problemler. Bütün bunların yanında biz hep deriz ki bir ülke, bir toplum, bir siyaset, siyaset kurumu hatalarıyla yüzleştiği, hatalarından ders çıkardığı, gerçekleri söylediği anda gelişir, büyür, güçlü ülke olur. Bunu siyaset kurumundan da elbette kurumsal olarak bekleriz.

“AK Parti’nin Meclis’e sunduğu raporda 23 yılda yapılan her iş ve eyleme övgülerin olduğunu görüyoruz”

AK Parti’nin Meclis’e sunduğu komisyon raporunu gördüğümüz zaman 23 yıllık o geniş uzun iktidar döneminde yapılan her iş ve eyleme yönelik uzun uzun övgülerin olduğunu görüyoruz. Çıkartılan kanunlara, Türk Ceza Kanunu’na, Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılan değişikliklere, ifade özgürlükleriyle ilgili, anayasal değişikliklere ilişkin, geçmiş dönemin çözüm sürecinde yaşananlara ilişkin çok sayıda övgünün olduğunu görüyoruz. Halbuki buralardan dersler çıkartmak lazım. Yani eğer bu ülkede durmadan Ceza Kanunu’nda değişiklik yapıyorsa, İnfaz Kanunu’nda değişiklik yapıyorsa demek ki zamanında bizatihi AK Parti iktidarlarının yanlış yaptığı düzenlemeler olduğu için yapılıyor. Mevcut iktidarın 2017’den sonra tamamen yargıyı kendi kontrolü altına aldığı ve kendi siyaseti için bir kullanışlı aparat haline getirdiği bu süreci yaşıyoruz. Bunların hepsine, geçmişte yaşadıklarımıza ‘Bütün olarak doğruydu ve bugün yaptıklarımız da doğru’ gibi yaklaşırsanız inandırıcılığınızı yitirirsiniz. Ya o doğruydu ya bu doğruydu. Bugün siz bunu savunuyorsanız geçmişte yaptıklarınız üzerine bir övgü inşa etmemeniz lazım. O zaman toplumda çeşitli semptomlarla karşılaşıyorusunuz, inandırıcılık problemi yaşıyor insanlar, kuşku büyüyor. İnsanların gerek Meclis’e gerek yürüyen sürece ilişkin kuşkusunu büyütmüş oluyorsunuz.

“Samimi olarak şeffaflık deniyorsa Meclis’te bu imkanın yakalanacağı bir kanunlaşma süreci yapalım”

Bundan sonrası için yapılması gerekenler, yol haritası, samimiyet, birliktelik; bu kısımlarla ilgili bir ortaklaşma duygusu aranıyorsa bunları söylememiz lazım. Bu komisyon kurulduğunda şu da ifade edilmişti: Böylesine bir barış ve huzur ortamı için ve Türkiye'nin sınır güvenliğini sınır ötesi risklerini bertaraf edebilmesi için özellikle CHP’ye yönelik yargısal kumpasların, siyasilerin, seçilmiş belediye başkanlarının, başta Sayın İmamoğlu olmak üzere çok sayıda bürokratın, haksız bir şekilde tutuklanması, uzunca bir süredir hakim yüzü görmeden sürekli incelemenin reddedilmesi, CHP’ye yönelik kapatma iddiası taşıyabilecek belgelerin düzenlenmesi, gönderilmesi; tüm bunlar ülkedeki o büyük büyük kelimeler, harfler, cümleler söylüyoruz, ‘barış’, ‘kardeşlik’, ‘demokrasi’ ama gerçek burada oldukça zedelenen duygular var. Başta AK Parti’nin raporunda olmak üzere bu hemen hemen tüm siyasi partilerle konuda var. Terör kaynaklı yaşadığımız ekonomik kayıplar var. Bu rakamlar yaklaşık kimi hesaplara göre 2 trilyon dolar olarak ölçülüyor. Burada tek kayıp kalem bu değil. Ülkenin hukuk devleti yolundan çıkmasının vermiş olduğu çok büyük zararlar var. Sermaye çekilmesi var, yatırımcının kaçması var, güven ortamının zedelenmesi var. O nedenle eğer burada samimi olarak şeffaflık ve denetim deniyorsa gelin, Meclis’te bu imkanın yakalanacağı bir siyasi atmosfer kanunlaşma süreci yapalım. En başta bu komisyon özelinde.

“Samimiyseniz gelin, hemen kaldıralım kayyum uygulamasını”

Hukuk devleti diyorsanız gerçekten yargı bağımsızlığını sağlamanın yolları var, bunun evrensel kuralları var. Adil yargılanma, ifade özgürlüğü; bunlar gerçekleşebilir. ‘Anayasa’nın üstünlüğü’ diyorsanız Anayasa’da yer alan açık hükümlerin uygulanması var: Toplantı, gösteri yürüyüşü, basın özgürlüğü, ifade hürriyeti. Dolayısıyla samimiyseniz gelin, hemen kaldıralım kayyum uygulamasını. Hemen bir yasa teklifi, bir kanunla bu kaldırılabilir. Bu ayıp, bu Türkiye'ye yakışmaz zaten. Türkiye'de yerel yönetim açısından baktığımızda vatandaşlarımızın yaklaşık yüzde 27’sinin oyunun, sandığa gitmesine rağmen yüzde 27’nin temsilinin cezaevinde olduğunu görüyoruz. Eğer samimiyseniz çok açık AİHM kararları bağlayıcı, uygulayalım. Yani artık toplum samimi adımlar görmek istiyor. Evet, biz baktığımız zaman MHP’nin raporunda da çeşitli kavramlara, Anayasa’nın üstünlüğüne ve bunları bazı toplantılarda dile getiriyorlar ancak bunları yapmak istenirse kolay. Çünkü bir kısmı kanunlarımızda zaten var olan ve uygulanmayan düzenlemeler.

“2017 Anayasal değişiklikten sonra her başlıkta geriye giden bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıyayız”

2017 anayasal değişiklikten sonra her başlıkta geriye giden bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıyayız. Buralara yönelik adımlar yapılmadan gerçek anlamda bir barışın inşa edilmesi çok kolay değil. İnfaz Kanunu delik deşik oldu. Bir mahkeme hüküm kurduğunda, bir hukukçu müvekkilinin ne kadar ceza alacağını hesaplamakta zorlanıyor. Çünkü o kadar çetefilli bir İnfaz Kanunumuz oldu. Eğer burada böyle bir niyet varsa, tek bir İnfaz Kanunu gelin, hep birlikte yapalım. Eğer amaç gerçekten ülkenin milli birliği, ülkenin kardeşçe yaşamasıysa bütün bunlar yapılabilir adımlardır.

“Dış politikada yaşanan olaylara ilişkin doyurucu açıklamalar yapılması lazım”

İktidar kanadının dış politikaya ilişkin konuşmalarına muhalefet eleştirisiyle başladıklarını belirten Emre, şöyle devam etti:

“Biz hep şunu söylüyoruz: Dış politikada yurtta ve dünyada barış şiarıyla hareket edelim, sınır komşularımızla iyi ilişkiler geçirelim ama aynı zamanda çok caydırıcı bir silahlı kuvvetlerimiz ve etki alanımız olmasını da önemsiyoruz. Bu yönde de savunma sanayinde başta millileşme ve kendi üretimimiz olmak üzere her alandaki pozitif gelişmeyi destekleriz. Ama bunun böyle popülist söylemlerle, günübirlik politik angajmanlarla, iç politika malzemesi yapılarak gerçek dışı sloganlar üzerinden ele alınmasında şiddetle kınıyoruz. Bizim yakın zamanda da gördüğümüz ülkemiz açısından bazı problemli durumlar var. Karadeniz'de Türk ticari gemilerinin hedef alındığını görüyoruz. Bizim bayrağımızı taşıyan bir gemiye yönelik bu yönde bir saldırının olması demek buralarda birçok açıdan problem yaratır. Birincisi caydırıcılığınız açısından bunu ele almanız lazım. İkincisi uluslararası hukukta temel bir kuraldır: Eğer siz geminiz güvende değil ve böyle görülürse ihracatınız güvenli görünmez, sigorta maliyetiniz artar, navlu maliyetiniz artar ve raflara zam olarak döner. Onun için bu olayın çok dikkatli ele alınıp çok doyurucu açıklamalar yapılması lazım. En son yaşadığımız Meclis’te tam Libya tezkeresinin geçtiği gün, Libya Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı'nın taşıyan uçağının düşürülmesi gibi olayların hakikaten bir tesadüf veya bir kaza mı, yoksa başka bir olaylar silsilesine mi işaret ediyor? Toplumun dedikodu seviyesinde tartışacağı değil ama çok derli toplu bir şekilde bilgi sahibi olmamız, bu yönde açıklamaların yapılması gerektiğinin elzem olduğunu düşünüyoruz. Çünkü bir ciddiyet görmek istiyoruz. Güvenlik ihmali var mı, yok mu, bunu bilmek istiyoruz.

“Bu olayların gizli yürümesi lazım”

Son zamanda birtakım futbolcular ve sanat camiası üzerinden seri soruşturmalar ve gözaltı haberleriyle kamuoyunun bunları tartıştığı bir dönem var. Baştan şunu söyleyelim: Eşitliği hep savunan bir siyasi parti olarak her kim olursa olsun kanun önünde eşittir. Ama bunun ötesinde şöyle bir anlayışı dikkatinize sunmak istiyorum: Birtakım sanatçı isimleri, boy boy dizilmesi, kamuoyuna servis edilmesi, bazılarının testlerinin negatif, bazılarının pozitif çıkması, özel WhatsApp yazışmalarının saçılması.... Bir defa bir masumiyet karinesini ve soruşturmanın gizliliğini ihlalin yarattığı tahribatı görmek lazım. Bu isimler ifşa olup da mahkeme önünde kesinleşmiş mahkumiyet kararı olmadan toplum önüne bu şekilde lanse edildikten sonra, bundan yıllar sonra beraat etse de etkisi az olacaktır. O nedenle burada gerçekten çok ciddi, çok akılcı bir şekilde ilerlemek lazım. Ortada bir ticari faaliyet değil, eğer bir bağımlılık ve bundan kaynaklı problemler varsa buradaki yaygın uygulama bugüne kadar neyse onun eşit bir şekilde herkese uygulanması lazım. Özellikle ilk sefer içicilikten kaydınız varsa kimsenin tutuklanmadığı, aksine tedaviye, denetimli serbestliğe yönlendirildiği süreçler var. Bizim pratik uygulamamızın böyle olduğu incelendiğinde görülebilir. Bir defa bu olayların gizli yürümesi lazım.

“Bizi okulunda yeterli beslenemeden çıkıp uyuşturucuya bulaştırılan o çocuklar ilgilendirir”

Resmi kayıtlara göre uyuşturucu kaynaklı ölümlerin yüzde 40 arttığını görüyoruz. Demek ki ülkemiz dünyadaki maalesef uyuşturucudan kaynaklı problemlerde de en öndeki ülkelerden biri. Transit geçiş güzergahı olarak görülüyor. Ülke içerisinde çok sayıda vaka var. Bugün İstanbul'un, Türkiye'nin kırsal bölgelerine, varoş bölgelerine gidin, oradaki muhtarlarla konuşun. Ailelerin yaşadığı acıyı sizlerle paylaşsınlar. Küçük yaştaki çocukların uyuşturucuya bulaştırıldığı bir gerçeği görüyoruz. O nedenle burada esas bizim mücadele etmemiz, amasız fakatsız merkezimize almamız gereken olaylardan biri uyuşturucunun bu kadar yaş kullanımı olarak düşmesi. Bizi okulunda yeterli beslenemeden çıkıp uyuşturucuya bulaştırılan o çocukları ilgilendirir en başta. Bizi uyuşturucu ve bahis yatağında, yuvası yıkılan, suça bulaşan, hayatı kararan milyonlarca insan ilgilendiriyor. Ortaya çıkan birkaç torbacıyı Türkiye’nin günlerce, haftalarca tartışmasının ötesinde merkezine uyuşturucunun Türkiye'ye girişi, oradaki baron trafiği, sevkiyatı, bu kadar yoğunluğun nasıl artışı, nasıl mücadele edileceği gibi hususların üzerine girmek lazım. Yoksa patlayan irinin üzerine magazin parfümü sıkıp ‘Bak, Türkiye'de herkese, her kesime dokunabiliyor’ gibi bir anlayışı kabul ettirmek ya da böyle bir anlayışı pekiştirmeye yönelik çalışmanın çok daha gerçekçi olmadığını değerlendiriyoruz.

“Adalet Bakanı’nın tahliye pazarlıkları, yüksek paralar, avukatların oluşturduğu yapılara ilişkin müfettiş görevlendirmeli”

Bu operasyonlardan hareketle son günlerde bu soruşturmalar kaynaklı kamuoyuna tartışılan tahliye pazarlıkları, yüksek paralar, avukatların oluşturduğu yapılar, yargı içindeki birtakım kişiler... Geldiğimiz noktada da İBB’ye yönelik soruşturmalar kapsamında birtakım avukatlar ve birtakım adı geçen kimseler özelinde baktığımız zaman milyon dolarlık tahliye vaatleri, tahliye pazarlığı, bunlarla ilişkili yazışmalar, nüfus ticareti varlığını, adli kontrol altına alınan ev hapsine alınanları gördük. Demek ki ortada problemli bir durum var. Bu konunun etraflıca araştırılması lazım. Buradan Adalet Bakanlığı’na seslenelim: Adalet Bakanı, HSK’nın başkanı olarak derhal bir geniş kapsamlı soruşturma, bunun için müfettiş görevlendirmeli. Barış dediğimiz şey, adaletin varlığının herkes tarafından bilinmesiyle en oluşabilecek bir şeydir. Bu o kadar hayatidir.

"İlk defa açıklanan bir asgari ücret açlık sınırı altında kaldı"

Asgari ücret konusunda bir rakam geçti. Ülkemiz tarihine ilk defa gerçekleşen, açıklanan bir asgari ücret ülkedeki açlık sınırı altında kaldı. Bu ilk, bu iktidar döneminde yaşanıyor. Yüzde 27'lik bir artış deniyor, ocaktan itibaren 28 bin 75 TL olacak. Bu bu ülkede gerek evli olsun, gerek bekar olsun bir insanın açlık sınırının altında yaşayıp ki hele hele ülkede asgari ücretli sayısını milyonlarca, yani çalışanların neredeyse yarısı olduğunu düşündüğümüzde, çok büyük bir problemin daha başlarken girdiğini ve hele açlık sınırının altında olması bizim birçok uluslararası yükümlülüğümüz açısından da problemdi. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa Sosyal Şartı ve Anayasamız çok açık bir ödev yükler bize, der ki 'Çalışanı insan onuruna yakışır bir yaşam düzeyini sağlayacak ücret.' Nerede bu? Bugün yok. 

"Bir nesil gözümüzün önünde elimizden kayıp gitmektedir"

Asgari Ücret Tespit Komisyonu, ilk defa işçilerin temsilcisi olmadan karar verdi. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun kurulmasındaki maksat da hükümet, işçi temsilcileriyle bir arada hareket eder de istedikleri ücreti verir diye. Böyle hükümetin işverenle hareket edip de işçiyi ezdiği bir düzen hiç görülmüş şey değildir. İki yıldır da üst üste enflasyonun altında yapılan zamlarla asgari ücretlinin alım gücü bilinçli olarak ezilmiştir. Dolayısıyla biz burada en az 39 bin olmalıdır diyoruz. Yetmez ama en az 39 bin hiç olmazsa nefes aldırır. Bunun KOBİ'leri ezdirmeden nasıl yapılacağına ilişkin önceki toplantılarda da dile getirmiştik. Şu anda asgari ücretlimiz açlığa terk edilmiş durumdadır. Tek bir başlıkta ele alamıyoruz Türkiye'nin sorunlarını. Kötü yönetimin ve uzun süreli kötü yönetimin semptomları var, sonuçlarını yaşıyoruz.

“Yetersiz beslenmenin önüne geçecek düzenlemeler bir an evvel atılmalı, bir nesil gözümüzün önünde elimizden kayıp gitmektedir”

Biz niye 200 ülke içerisinde en çok ekmek tüketen birinci ülkeyiz? Bundan kaynaklı problemler yaşıyoruz, gerekli proteini, vitamini alamamadan kaynaklı. Çok üzücü ama yani ülkedeki gıda enflasyonun düştüğü bir ortamda, bizim enflasyonumuz gıda başlığında artıyor. Dolayısıyla Türkiye'de rakamlara baktığımızda her 10 kişiden yedi kişi, öğün atlayarak hayatını idame etmeye çalışıyor. Gerek fazla ekmek, makarna tüketiminden kaynaklı protein, vitamin ve mineral eksiğinden kaynaklı çocuklarımızda bodurluk, zayıflık ve gelişim geriliği problemleri var. Bizim asıl beka meselemiz budur, çocuklarımızı geleceğe nasıl hazırlayacağımız. Hele hele nüfus yaşlanmaya doğru giderken ülkemizdeki yetersiz beslenmenin önüne geçecek düzenlemeler ve bu yöndeki adımlar bir an evvel atılmalı. Çünkü bir nesil gözümüzün önünde elimizden kayıp gitmektedir.

“İntihar vakalarına günün koşullarına denk gelmiş toplumsal afet muamelesi yapamazsınız”

Dün bir cinayet haberi önümüze düştü. 6 Şubat depremi sonrası Hatay'dan Adana'ya gelen yoksul bir depremzede baba, 11 yaşındaki engelli oğlu Doruk ile 13 yaşındaki kızını Derin'in canına kıyıyor, sonra intihar ediyor. Komşuların söylediğine göre ciddi problemler yoksulluk kaynaklı, boşanan bir aile ve ortaya çıkan bugün yaşadığımız dram. 2002'den bugüne geldiğimizde bu ülkedeki intihar vakaları yüzde 60 oranında artmış durumda. Bütün yaşanan olaylara, sadece günün koşullarına denk gelmiş toplumsal afet muamelesi yapamazsınız. Bunlar uzunca bir süredir iktidarda olan iktidarın ürettiği politikaların yönetim şeklinin sonuçları, semptomlarıdır. Adana'da bir kış günü çocukların eli ısınsın diye fön makinasını verip yan odada intihar eden Emine Akçay meselesini de unutmuş değiliz. Kocaeli'de oğluna okul kıyafeti alamadığı için intihar eden İsmail Devrim yine hafızalarımızda. Enkazların ortasında, zemheride tek bırakılmış, yalın ayak yürüyen o çocuklara sorumluluklarımız var. O çocuklara iyi bir gelecek, iyi bir eğitim, karınlarını doyurmak, sağlıklı bir ortamda yaşatmak, sıcak bir yuvada büyütmek; bu bizim geleceğe borcumuz. Açıkçası bu konudaki gördüklerimiz, rakamlar çok üzücü. Biz CHP olarak bu alanda her türlü mücadeleye varız. Ve asla da o çocuklarımızı yalnız bırakmayacağız. O çocuklarımızın geleceği için bu ülkede kuvvetli bir şekilde mücadeleye devam edeceğiz."

“Amacıyla örtüşmediğini değerlendiriyoruz”

Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Zeynel Emre, uyuşturucu soruşturması kapsamında gözaltına alınan Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Saadettin Saran’ın bugün adli kontrol şartıyla serbest bırakılmasını şöyle değerlendirdi:

"Bu kişi gelmiş Türkiye'ye, testleri yapılmış, kendisine güveniyor. Tekrardan bir gözaltı işlemi, davet ya da yurt dışı çıkışı yasağı yönündeki bir tasarrufun bizim kanunlarımızdaki yer alan o kanunun amacıyla örtüşmediğini değerlendiriyoruz. Çünkü kendisine affedilen suçlamanın alt sınır belli. Alt sınırı iki yıldır. Bu olayın doğruluğu-yanlışlığı bir yana çünkü biz siyasetçiyiz, biz yargıç değiliz. Hukuk herkese eşit uygulansın deriz. Karine tutuksuz yargılama. Dolayısıyla da insan özgürlüğünü ön planda tutan şey. Bu uygulamaların doğru olduğunu düşünmüyoruz çünkü örtüştüğünü görmüyoruz. Genel Başkan'ımız da bu minvalde bir açıklama yaptı, Başkanvekili ile yapmış olduğu görüşmeden bahsederek. Bu kim olursa olsun yani kendine güvenen, kaçmayan, adliyeye giden, testlerini yaptıran alt sınırı bu, yani suçun mağduru kamu hukuku bu yönüyle baktığımız zaman yaygın uygulamanın herkese eşit olması gerektiği ve onun da şüphesiz özgürlükleri sınırlamadan, kesinleşmiş mahkumiyet kararı olana kadar ki ülkemizde çıkan o infaz düzenlemelerini düşündüğümüzde de adı geçenlerin birçoğunun yarın öbür gün kararlar kesinleşse bile yani bir günlük yatarı olmayacağını görebiliriz hep birlikte.”

“Hiçbir milletvekilimiz basına düşecek şekilde bir tartışma olsun istemeyiz"

Emre, partisinin Kars Milletvekili İnan Akgün Alp’in Sakarya Milletvekili Ümit Dikbayır’ın Kürt meselesi üzerine yaptığı açıklamalara Meclis kürsüsünden tepki göstermesine ilişkin şöyle konuştu:

"Hiçbir milletvekilimiz basına düşecek şekilde bir tartışma olsun istemeyiz ama CHP'de yıllardır böyle farklı görüşler, farklı platformlarda dile getiriliyor. Ve biz de diyoruz ki eğer bizimle ilgili bir düşünceyi tartışılacaksa orada baz alınması gereken temel şey partinin seçilmişlerinin, yetkililerinin, partinin genel başkanının, parti sözcüsünün, grup başkanvekillerinin söylemlerinin parti adına bağlayıcılığı. Yani o nedenle bizim hem bugüne kadar yaptığımız açıklamalar hem de toplantının başında benim söylediklerime baktığınız zaman partimizin görüşünün ne olduğu açıktır. Çok detay belki önemli mi ama o sanıyorum Ümit Bey'in konuşması da partimize katılmadan evvelki bir konuşma."

“Mevcut yönetememe durumunu yaşadığı semptom var Tayyip Bey'de"

CHP’li Emre, Kamer Genç’in mezarı başındaki görüntülere ilişkin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın konuya ilişkin ifadelerinin sorulması üzerine şunları söyledi:

“Bu görüntünün güncel olmadığının altını çizelim. Bu görüntü 2020 yılına ait bir görüntü. Bir özel görüntü. Orada bir resmi cenaze töreni vesaire de yok. Genel Başkanımız o zaman genel başkan değil. Grup başkanvekili ve geçmişte rahmetli Kamer Genç ile yakın çalışmış, ağabeylik, kardeşlik yapmış, dostluk yapmış. Bu bilinen bir durum, bilinen bir isim. Her yıl da kendisi anmaya gider. Dolayısıyla orada da oradaki o günkü anma töreni ya da işte sonrasındaki durumu tertipleyen düzenleyicisi değil. Orada çıkan yıllarca önceki bir görüntü üzerinden bugünün gerçeği, bugünün düzenini, bugün yaşananları merkeze alıp tartışmayı çok sağlıklı bulmuyoruz. Çünkü bazen biz şunu yaşıyoruz Türkiye'de, yani ülkede ciddi problemler var diyoruz. Bakıyorsunuz yıllar öncesine dayanan bir söylem bir konuşma üzerinden bir siyaset inşa etmeye çalışılıyor. Dolayısıyla bizim önceliğimiz bugün Türkiye'nin yaşadığı problemler ve bu problemlere ilişkin nasıl çözeriz, aciliyetler. Bunun böyle Türkiye'nin merkez problemi gibi konuşulmasını, bu yönüyle güncel ve doğru bulmadığımızın altını çiziyoruz. Tayyip Bey bahsetmiş midir? Bahseder, siyasette vardır bu. Ama şunun da ben bir kez daha altını çizeyim: Mevcut yönetememe durumunu yaşadığı semptom var Tayyip Bey'de de. Ülke maalesef kötü yönetiliyor. Bu tip durumlarda hani bir söz vardır; ‘Batmış müflis, eski defterleri açar’ diye. Eskiden bir şeyler arayışı var. Oralardan bir algı yönetimi, bir kutuplaşma; belki bu vesileyle büyük kesimi ben nasıl kutuplaştırırım gibi bir düşünce var. Ama bizim gerçeğimiz, toplumun gerçeğiyle paralel bir şekilde ilerlemektedir.”

"Rakamı yükseltebilmek için her türlü demokratik baskı aracını sonuna kadar kullanacağız"

Emre, “28 bin 75 lira olarak belirenen asgari ücrete karşı bir eyleminiz olacak mı” sorusuna şu yanıt verdi:

"Temel problemimiz şu: Ülkedeki orta sınıfın hızla eridiği, yoksul kesimin çok daha fazla yoksullaştığı bir süreç var. Hiçbir ülkenin kaynağı sınırsız değildir ama o kaynakları yönetmeniz, o kaynaklara yönelik uyguladığınız politikalar sizin yaklaşımınızı gösterir. Biz ne olursa olsun bu ülkedeki tüm yurttaşların asgari bir yaşam standardının olabilmesi, bir geçim standardının olabilmesi açısından gerçekten bunu çok önemsiyoruz, kendi yönettiğimiz yerlerdeki belediyelerdeki tüm maaşları asgari ücretin oldukça üstüne çıkarmaya gayret gösteriyoruz, bütçelerin her türlü zorlukları, her türlü idari yaptırımlara rağmen. Bu gerçekten yapılabilir. Yani ülkemizdeki kaynak probleminin olmadığını, asıl sorunun kaynakların yönetim problemi olduğunu görüyoruz. Asgari ücret rakamını da yeni açıklandı. Biz bu rakamı yükseltebilmek için her türlü demokratik baskı aracını asgari ücretli emekçiler açısından sonuna kadar kullanacağız ve bu yönde çalışacağız.”

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *