Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD), lise eğitim süresinin 4 yıldan 2 yıla indirilmesi önerisi ile ilgili bir basın açıklaması yaptı. Dernek, bu değişikliğin arkasında yatan mantığın gençleri erken yaşta iş gücüne yönlendirmek olduğunu belirtti. Bu yaklaşımın, eğitim sisteminin asıl işlevini istihdam mekânizmasına indirgeme riskini taşırken, toplumsal eşitsizlikleri derinleştirebileceğinin altı çizildi. Türkiye'de mevcut durumda 17-29 yaş arasındaki gençlerin üçte birinin eğitimde veya istihdamda bulunmadığına dikkat çekildi. Gençler sistemin dışındaki çerçeve içinde beklemekteyken, sorunları sadece eğitim süresinin kısaltılması gibi yüzeysel çözümlerle ele almanın, problemi derinlemesine incelemeden geçiştirmek anlamına geldiği ifade edildi.
ÇYDD'nin açıklamasında eğitim, toplumsal yapıların en samimi ve doğru yansıması olarak tanımlandı. Bu bağlamda genç bireylerin nasıl bir gelecekle donatılacağı ve topluma nasıl bir şekilde entegre edileceği konusundaki siyasi kararlar son derece önemlidir. Lise eğitim süresinin kısaltılması, teknik bir değişiklik olarak sunulsa da, aslında daha derin ve karmaşık bir paradigma değişimini getiriyor. Kısa vadeli paylaşımların pedagogik etkilerinin yanı sıra, toplumsal eşitlik, gençlik politikaları ve kamu sorumluluğu devreye girmektedir. Eğitim süresinin yarıya indirilerek sadece akademik bilgi edinme sürecinin değil, kimlik gelişimi ve sosyal bilinçlenme gibi daha geniş bir çerçevenin de etkilenmesi söz konusu olmaktadır.
Türkiye'de zorunlu eğitim süresi hala 12 yıl olarak tanımlanmakta, ancak ortalama eğitim süresinin sadece 9 yıl olduğu gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu durum, mevcut eğitim sisteminin birçok genç için yeterli erişilebilirlikte olmadığını göstermektedir. Hâlihazırda öğrenci olan bireyler, ağır müfredat ve sınav baskılarının etkisiyle büyük bir stres altında kalmaktadırlar. Eğitim süresinin kısalmasıyla beraber, müfredatın daha yoğun bir hale getirilmesi, öğrencilerin öğrenme süreçlerini olumsuz etkileyecek ve yüzeysel bilgiye yönelmelerine neden olacaktır. Sonuç olarak, bu tür bir gereklilik, eğitim kalitesinin arttığını düşündürmekle birlikte, gerçekte öğrencileri daha da hazırlıksız bir hale getirecektir.
ÇYDD, önerinin temelinde yer alan amacın, gençleri daha erken yaşta iş gücü piyasasına entegre etme isteği olduğunu belirtti. Bu yaklaşım, eğitimin bir istihdam yaratma aracı olarak görülmesine yol açmakta, bunun sonucunda ise toplumsal eşitsizlikler daha yoğun bir şekilde gözlemlenebilmektedir. Türkiye'deki genç işsizlik oranlarının yüksekliği ve eğitimle bağlantısız kalan gençlerin oranının fazlalığı, sorunun yüzeysel çözümlerle giderilemeyeceğini göstermektedir. Eğitim süresinin kısaltılması fikri, yalnızca bir düzenleme değil, aynı zamanda toplumun temel dinamiklerinin göz ardı edildiği bir durum olarak değerlendirilmelidir.
Bazı yapısal değişikliklerin hızlı bir şekilde ve yeterli test süreci olmadan uygulanması, eğitimin bir laboratuvar deneyi gibi algılanmasına neden olabilir. Eğitim politikalarının geçici çözümlerden ziyade uzun vadeli bir perspektif üzerine inşa edilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bu tür değişiklikler, özellikle sosyoekonomik açıdan dezavantajlı olan öğrencilerin eğitimden erken kopmasına yol açabilmektedir. Sonuç olarak, bu durum eğitimde fırsat eşitliğini tehdit etmekte, yalnızca belirli bir kesim için sürdürülebilir bir avantajın oluşturulmasına hizmet etmektedir.
Eğitim, yalnızca iş gücü ihtiyacını karşılamak adına bir üretim hattı olarak düşünülmemelidir. Genç bireylerin sadece birer iş gücü olarak algılanması, onların çok boyutlu etkilerini göz ardı etmektedir. Bu tür bir dönüşüm, sadece ekonomik istihdamı değil, sosyokültürel eşitsizlikleri de artırma potansiyeline sahiptir. Eğitim süresinin kısalması, özellikle kız çocuklarının eğitimden kopmalarını hızlandırabilir; bu, erken yaşta evliliklerin artması ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin derinleşmesi gibi sonuçlar doğurabilir. Eğitimin işlevi, bu tür eşitsizlikleri azaltarak bireylerin yaşam koşullarını iyileştirmek olmalıdır.
Lise eğitim süresinin azaltılması yönündeki öneri, sadece bir süre kısaltması değil, aynı zamanda eğitimin yapısının ve toplumsal işlevlerinin yeniden tanımlanması anlamına gelmektedir. Eğitim sisteminde meydana gelecek her değişiklik, sadece günümüzü değil, geleceğimizi de etkileyecektir. Bu nedenle, eğitim politikalarının bilimsel verilerle, pedagojik ilkelerle ve toplumsal sorumluluk anlayışıyla desteklenmesi gerektiği vurgulanmalıdır. Gençlerin geleceğini şekillendirecek kararların, katılımcı ve şeffaf süreçlerle alınması önem arz etmektedir. Aksi takdirde eğitim, aydınlanmanın bir aracı olmaktan çıkarak, yeni eşitsizliklerin üretilmesine yol açabilecek bir mekanizmaya dönüşebilir.