Gergerlioğlu: Mustafa Kabakçıoğlu tek kişilik bir hücrede ölmüştür, daha doğrusu öldürülmüştür!

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kocaeli Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi Ömer Faruk Gergerlioğlu, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendirdi.

Vekil Haberleri 16.10.2020, 09:42
Gergerlioğlu: Mustafa Kabakçıoğlu tek kişilik bir hücrede ölmüştür, daha doğrusu öldürülmüştür!

HDP'li Gergerlioğlu TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendirdi.

Gergerlioğlu'nun konuşmasından satırbaşları: 

Ne yazık ki her gün haklı çıkmanın üzüntüsünü yaşıyorum!

Biz her basın toplantımızda Türkiye’de ki cezaevlerinin vahim halini sizlere anlatmaya çalışıyoruz. Ben İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyesi olarak Adalet Bakanlığı’na, cezaevleri ile ilgili en çok soru önergesi veren bir milletvekili olarak, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na en çok cezaevleri ihlalleri ile ilgili başvuru yapan bir milletvekili olarak ne yazık ki her gün haklı çıkmanın üzüntüsünü yaşıyorum.

Mustafa Kabakçıoğlu Gümüşhane Cezaevindeki hücresinde 29 Ağustos 2020 günü ölü halde bulundu!

Yine bir önemli vaka yaşadık. Yine bir cezaevinde ölüm yaşandı! Yine bir cezaevinde ihlal yaşandı! Yine bir cezaevinde ihmal yaşandı ve sonunda bir mahpus hayatını kaybetti. Aradan 48 gün geçti halen açıklama yapan yok ve gerçekler örtbas ediliyor!Değerli arkadaşlar Mustafa Kabakçıoğlu Gümüşhane Cezaevinde 4 yıldır hapis yatan KHK’lı eski bir komiser yardımcısı. İstanbul, Artvin, Giresun Şebinkarahisar’da çalıştıktan sonra tutuklanmış, hüküm almış ve Gümüşhane Cezaevi’nde yatmaktaydı ve 29 Ağustos 2020 günü tek kişilik hücresinde ölü halde bulundu!

Mustafa Kabakçıoğlunun ölümü sıradan değildi! Bu cezaevindeki on binlerce mahpusun yaşadığı hak ihlallerinin son gördüğünüz örneğiydi.

Sabahleyin tek kişilik hücrenin kapısını açan infaz koruma memurları Mustafa Kabakçıoğlu’nun cesedi ile karşılaştı. İşte bu şok eden fotoğraf ile karşılaştılar. Bu fotoğraf 48 gündür aslında dosyadaydı ama kamuoyunun bundan haberi yoktu. Geçtiğimiz gün bu kamuoyuna aksetti, biz de hem sosyal medyamızdan duyurduk hem de kamuoyu bunu gördü ve büyük tepki gösterdi. Bu fotoğrafa büyük tepki gösterildi neden? Çünkü tek kişilik bakımsız, kötü, kirli bir karantina hücresinde yapayalnız bir insan tükenmiş, bitmiş bir insan hayatının son anlarını yaşamış ve bu dünyaya veda etmişti. Bu sıradan bir ölüm değildi! Bu cezaevindeki on binlerce mahpusun yaşadığı hak ihlallerinin son gördüğünüz örneğiydi. Mustafa Kabakçıoğlu’nun ölümü gerçekten daha öncesinde onlarcasını yaşadığımız mahpus ölümlerinin bu sefer ancak bir şekilde ortaya çıkan fotoğrafı ile kamuoyunun tepkisini çektiği son haliydi.

Milletvekili olarak defalarca tek kişilik hücrelerde insanların öldüğünü görmüştük, bu konuyu Adalet Bakanlığı’na götürmüştük ve yıllardır hücrelerdeki, koğuşlardaki ölümler örtbas ediliyordu.

Bu fotoğraf ortaya çıkmasa, kamuoyu bu konuya büyük tepki göstermeyecekti ama biz cezaevlerini yakından takip eden bir kişi olarak, bir milletvekili olarak defalarca tek kişilik hücrelerde insanların öldüğünü görmüştük, bu konuyu Adalet Bakanlığı’na götürmüştük ve yıllardır hücrelerdeki, koğuşlardaki ölümler örtbas ediliyordu. İnanın ki bu tür ölümler için verdiğim tüm soru önergeleri örtbas edilmiş, sümenaltı edilmiştir ama güneş balçıkla sıvanmıyor, mızrak çuvala sığmıyor ve sonunda yine bir ölüm yaşanıyor çünkü cezaevlerinde büyük ihlaller var ve sonunda bu ölümlerden birisinin fotoğrafı kamuoyuna aksediyor, on binlerce kişinin yaşadığı ihlallerin ne olduğunu görüyoruz. Gördüğünüz gibi cezaevinde kötü, sıvası dökülmüş, kirli, tek başına yaşadığı bir hücrede hasta bir insan sandalyede başı arkaya düşmüş bir şekilde hayatını kaybetmiş olarak sabaha karşı bulunuyordu. Mustafa Kabakçıoğlu niye ölmüştü? Bakın onunla ilgili size birçok belge, bilgi paylaşacağım. Mustafa Kabakçıoğlu’nun diğer yakından çekilmiş fotoğraflarını da size göstereyim. Bakın ölüye saygı dolayısıyla yüzünü buzladık.

Mustafa Kabakçıoğlu tek kişilik bir hücrede ölmüştür. Daha doğrusu öldürülmüştür!

Bakın yakından çekilmiş fotoğrafları burada. Bu insan mazlum, mahsun bir şekilde büyük ihlallere uğramış bir şekilde yalnız bulunmaması gereken tek kişilik bir hücrede ki aslında bu insanın yoğun bakıma kaldırılmış olması lazımdı, tek kişilik bir hücrede ölmüştür. Daha doğrusu öldürülmüştür! Başka bir izahı yoktur. Daha önceki ölümler gibi bu bir sıradan ölüm değil, maalesef büyük ihmaller sonucu yaşanan bir ölümdür. Değerli arkadaşlar bakın Mustafa Kabakçıoğlu ne yaşadı? 4 yıl önce hapishaneye girdiğinde Mustafa Kabakçıoğlu böyle kilolu ve sağlıklı bir insandı. Gördüğünüz gibi. Daha sonra 4 yıldır koğuşta yaşıyordu ve nasıl bir koğuşta yaşıyordu? 12. Koğuşta yaşıyordu ve 8 kişilik bir koğuşta 17 kişi yaşadığını bize belirtiyordu, nerede? Şu bilgi ve belgeleri size biraz sonra aktaracağım. Gerçekten çok üzücü ihlalleri tuttuğu günlüklerde anlatmış. Bu insan suçsuz yere hapse atıldığını ve hapiste yaşadığı büyük üzüntüler sonrasında şeker hastalığına 3 Mart 2017 günü yakalandığını, bunun o günlerde teşhis edildiğini ve daha sonra sağlığının gittikçe bozulmaya başladığını söylüyor. Kilolu, sağlıklı, yapılı bir insan gittikçe hapishanede erimeye, sağlığının bozulmaya başladığını görüyoruz. Cezaevinde sık sık başı dönme ve düşme olayları oluyor. Hastaneye kaldırılırken yaşadığı büyük insan hakları ihlalleri oluyor. Diyor ki bu günlüklerinde: “Hapishanede eğer revirden hastaneye gidecekseniz 5-10 gün içinde ancak gidersiniz. Acil olarak hastaneye gitmeniz gerekiyorsa 7-8 saati bulur bu gidiş. Bir sürü prosedürden geçersiniz ve o sırada sağlığınız daha da bozulur.” Diye anlatıyor. Bakın günlüklerinde ne diyor? “28 Şubat 2017’de gittiğim Gümüşhane Devlet Hastanesi Acil kısmında yaşadıklarımı, oraya girişimi, kamera görüntülerini isterseniz bir insanlık ayıbının nasıl yaşandığını daha iyi görürsünüz. Ben bu konuda kimseden şikayetçi değilim ama bu görev dağılımını ve burada sağlık konusunda yaşananları tekrar gözden geçirmenizi ve insanları ilk yardımın ne kadar önemli olacağına bir daha göreceğinizi düşünüyorum.” Diyor ve önceki yıllarda yaşadığı ihlalleri anlatıyor.

“8 kişilik koğuşta şu an için 13 kişi yaşıyoruz, nefes alamıyoruz, rahat hareket edemiyoruz, bize bunları layık görenlere ben Allah’a sevk ediyorum.”

Bir başka anısında diyor ki: “Allah kimseyi bu şekilde aciz ve sıkıntılı bırakmasın. Bir hiç uğruna suçsuz ve günahsız olarak yaklaşık 7 aydır” 3 Mart 2017’de yazıyor. “7 aydır cezaevinde tutuklu bulunuyorum. Tutuklu bulunmam sebebiyle sağlık kontrollerini yaptıramıyor ve sağlıklı yaşayamıyorum.” Diyor bu insan. Bakın 3 yıl öncesinden sağlıklı yaşayamadığını, sağlık kontrollerini yaptıramadığını söyleyen bir insanın 29 Ağustos 2020’de ölümünü görüyoruz çünkü diyor: “8 kişilik koğuşta şu an için 13 kişi yaşıyoruz, nefes alamıyoruz, rahat hareket edemiyoruz, bize bunları layık görenlere ben bunları Allah’a sevk ediyorum. Gerçekten burası bir okul, hatta üniversite, hatta yüksek lisans yeri çünkü burada kimseye derdini anlatamıyorsun. Yüzüne kapanan demir kapılar, üzerine geliyormuş gibi olan yüksek duvarlar senin her gün psikolojini bozuyor. Allah kimseyi buraya düşürmesin.” diyor, 3 Mart 2017’de. Büyük sıkıntılar, stresler yaşayan bu insan sonunda şeker hastası oluyor. Sık sık hastanelik oluyor ve gereken tedavileri sürdürülmüyor, sağlığı gittikçe bozuluyor. Yaşadığı birçok ihlali anlatmış ve sonunda diyor ki: “Bana bu kötülükleri yapanlara Allah’ın mahkemesinde hesabını göreceğim çünkü kişi hakkını helal etmiyor ve etmeyeceğim.” Yine bir defasında koğuşundaki ücret ile aldığı battaniye ve yastığının aramalarda zulmen elinden alındığını söylüyor ve sonrasında bunun büyük bir zulüm olduğunu söylüyor: “Bu nasıl iş?  Zulüm, zulüm, zulüm. Bu da yetmez aramadan sonra aynı memur koğuş kapısını açıyor ve tekrar bizi tehdit ediyor.” Bakın bir de tehditlerden bahsediyor. Şüpheli bir ölüm var karşımızda ve sonunda ekliyor: “Zalimin zulmü varsa, garibanın Allah’ı vardır.” diyor. 18 Ocak 2018 günlüklerinde bunu diyor. Bakın zulüm ile sıkıntı ile yaşadığı hapishane günlerini yazan ve sonunda 29 Ağustos 2020’de şüpheli ve ihlal dolu bir ölümle hayatını kaybeden bir insanın günlüklerini okuyorum.

Covid testi yapılmıyor ama ne yapılıyor? Bu koğuşuna geri dönmesi beklenen kişi tek kişilik hücreye götürülüyor. Covid testi olmadığı halde, cezaevinden dışarı çıkmadığı halde, tek kişilik karantina hücresine döndürülüyor.

En sonunda da bakın bugünlere geliyoruz, iyice sağlığı bozuluyor Mustafa Kabakçıoğlu’nun. 20 Ağustos günü iyice sağlığı bozuluyor ve hastaneye gitmek istediğini söylüyor. Cezaevi yetkilileri aileye ilk olarak 20 Ağustos’ta hastaneye gittiğini söylüyor, daha sonra ağız değiştiriliyor: “20 Ağustos’ta hastaneye gitmedi, ambulansa bindikten sonra fikir değiştirdi, koğuşuna döndü.” diyor. Ölümüne 9 gün kalan bir insanın hastaneye gitmek istemediğini söylüyor cezaevi yetkilileri ama daha bitmedi. Bakın sonra ne yaşanıyor? 20 Ağustos’ta Covid şüphesi ile hastaneye götüreceğiz deniliyor, hastaneye götürülmüyor, Covid testi yapılmıyor ama ne yapılıyor? Bu koğuşuna geri dönmesi beklenen kişi tek kişilik hücreye götürülüyor. Covid testi olmadığı halde, cezaevinden dışarı çıkmadığı halde, tek kişilik karantina hücresine döndürülüyor. Bu kişi hasta! Bu kişi öksürüyor! Bu kişi zayıflamış, bitkin ve çok önemli sağlık sorunları var. Adeta cezalandırılarak 20 Ağustos günü hastaneye gitmedikten sonra bir de dönüyor tek kişilik hücreye konuluyor ve sonra ne oluyor? Onun şikayetleri devam ediyor. 24 Ağustos’ta tekrar şikayetleri ortaya çıkıyor ve hastaneye gitmek istediğini söylüyor, her nedense yine hastaneye gidemiyor ve her nedense bu artık oldukça kötüleşmiş kişi tekrar tek kişilik hücreye geri dönüyor ve 27 Ağustos günü tamamen kötüleşiyor. Bakın tamamen kötüleşiyor ve doktora bir dilekçe yazıyor. İşte dilekçe elimde! Arkadaşlar bakın burada 27 Ağustos günü bir dilekçe yazıyor doktora ve diyor ki: “Kurum Müdürlüğü’ne Sağlık Birimine, Sayın Hocam vermiş olduğunuz ilaçlar devamlı olarak kullandım ama ilaçların yan etki yaptığını düşünüyorum, özellikle sol ağzımda, sol bacağımda şişmeler var ve konuşma sıkıntısı yaşıyorum ve uyuşukluk yaşıyorum, kolumda uyuşukluk yaşıyorum, bel altı uyuşukluğu yaşıyorum, bel altı hiçbir şekilde çalışmıyor.” diyor.

Revir doktoru Mustafa Kabakçıoğlu’nu görüyor “Derhal ileri tetkikler ile değerlendirilmesi gerektiği konsültasyon için sevkinin olması gerektiğini düşünüyorum, muhakkak hastaneye gitsin.” diyor ama yine götürülmüyor.

Oldukça kötüleşmiş durumda, sol ağzı, sol tarafı uyuşmuş, şişmiş bir insan var karşımızda ve bu şekilde bir revir doktoruna bir dilekçe yazıyor. Revir doktoru da hastayı görüyor ve altına bir not düşüyor diyor ki: “Dahiliye sevkini yaptım, ileri tetkikler ile değerlendirilmesi gerektiği konsültasyon için sevkinin olması gerektiğini düşünüyorum, muhakkak hastaneye gitsin.” Diye bir not düşüyor doktor bey ve yine hastaneye gitmiyor. 27 Ağustos’ta yine hastaneye gitmiyor, biz neden gitmediğini sorguladığımız zaman karşımıza bir yazı çıkıyor, bu yazıda 27 Ağustos’ta doktorun acilen hastaneye gitmesi gerektiğini söylediği halde kişinin ambulansa bindirildiğinde tekrar hastaneye gitmekten vazgeçtiğine dair bir yazı var burada. Görevliler bir tutanak halinde bunu yazmış ama şunu anlamak mümkün değil, bakın 27 Ağustos’ta doktora dilekçe yazarak, çok kötü olduğunu, çok önemli sağlık şikayetlerinin olduğunu söyleyen bir insan neden hastaneye gitmesi gerektiği apaçık ortadayken neden gitmez hastaneye? Burası son derece kapalı bir halde. Görevliler diyor ki: “Bu kişi gitmek istemedi.” ama Mustafa Kabakçıoğlu’nun gitmek istemediğine dair tek bir dilekçe yok ortada, dosyada böyle bir şey yok. Böyle bir imza yok! 20 Ağustos’ta hastayı tutup, tek kişilik çok kötü bir hücreye koymuşsunuz, 3 defa ölümünden önce 9 içinde hastanelik, acillik olmuş bu kişi, hastaneye gidememiş. Ondan sonra da hastaneye gitmek istemediğine dair herhangi bir dilekçe, imza da yok ve böyle bir yazı ile bize bir izahat vermeye çalışıyorlar.

Mustafa Kabakçıoğlu bizim yıllardır cezaevlerinde söylediğimiz ihmallerden, ihlallerden en sonuncusudur ama bu kafa ile işin doğrusu daha bunların devam edeceği de apaçık ortadadır değerli arkadaşlar.

Az önce acilen hastaneye gitmesi gerektiğini söyleyen doktorun da imzasının olduğu 1 sağlık memuru 2 infaz koruma memuru ve kurum doktorunun olduğu 27 Ağustos yazı ile bu kişi hastaneye gitmiyor ve sonuçta ne oluyor? 29 Ağustos günü gece yarısı hayatını kaybediyor, sabah 05.40 sıralarında infaz koruma memurları hücreye girdikleri zaman işte bu manzarayı görüyorlar, işte böyle şok edici bir manzara kötü, kirli, pislik içinde bir tek kişilik hücrede hasta aslında yoğun bakımda olması gereken bir kişi tek başına hayatını kaybediyor. Bu büyük bir skandaldır! Bu bizim yıllardır cezaevlerinde söylediğimiz ihmallerden, ihlallerden en sonuncusudur ama bu kafa ile işin doğrusu daha bunların devam edeceği de apaçık ortadadır değerli arkadaşlar.

Yasemin Kabakçıoğlu: “4 ay kalmıştı çıkışına ve hani büyük bir sevinç ile ben cezaevinden çıkacağım, artık bu maddi açıdan sıkıntıları yaşamayacağız hanım, bunları aşacağız, çıkacağım, çalışacağım diyordu, ne oldu da aniden öldü?”

Bakın sabahleyin bu şekilde bulunduğu söyleniyor, ben ailesi ile de konuştum, Kabakçıoğlu ailesi ile konuştum, eşi ile konuştum. Bana ne dedi biliyor musunuz? Mustafa dedi eşi: “4 ay kalmıştı çıkışına ve hani büyük bir sevinç ile ben cezaevinden çıkacağım, artık bu sıkıntıları maddi açıdan sıkıntıları yaşamayacağız hanım, bunları aşacağız, çıkacağım, çalışacağım diyordu, ne oldu da aniden öldü?” diye soruyor. Yakınları bunu soruyor. Biz büyük ihtimal, büyük ihlaller, ihmaller sonucu öldüğünü düşünüyoruz ama ailesi daha fazlasını düşünüyor! Bunu da burada kamuoyuna deklare edeyim. Ailesi içerde öldürülme şüphesinin olduğunu, bir takım infaz koruma memurları ile tartışmalarının, sıkıntılarının olduğunu, öldürülme acısından da incelenmesi gerektiğini düşünüyor.

Savcılık 48 gündür açıklama yapmıyordu. Ne zaman ki biz bu fotoğrafları gündeme getirdik, şu fotoğraf ortaya çıktı, kamuoyuna yayıldı, sosyal medyaya yayıldı, dün gece yarısı Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığı bir açıklama yaptı

Son derece ciddi bir vaka ile karşı karşıyayız ama ne oluyor biliyor musunuz? Skandallar bitmiyor. 29 Ağustos 2020’de ölen bu kişi için savcılık ailenin büyük ısrarına rağmen, “Yarın açıklama yapacağım.” demesine rağmen savcılık 48 gündür açıklama yapmıyordu. Ne zaman ki biz bu fotoğrafları gündeme getirdik, şu fotoğraf ortaya çıktı, kamuoyuna yayıldı, sosyal medyaya yayıldı, dün gece yarısı Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığı bir açıklama yaptı: “Gerekenler yapılmıştır, şahıs kendi isteği ile hastaneye gitmemiştir.” dedi ama biz çok açıkça söylüyoruz, bu kadar hasta bir insan Covid testi de yapılmamasına, Covid ile ilgili bir şeyi bulunmamasına rağmen ki ölümden sonra Adli Tıp’da Covid testi yapıldı ve Covid olmadığı tespit edildi. Ölümden sonra yapılan testte. Peki Covid değilse neden tek kişilik hücreye aldınız? Peki bu kimse bu kadar ağır hasta ise niye tek kişilik hücrede 9 gün boyunca tuttunuz ve ölümü beklendi bu insanın. Bunların hesabını verecek bir kimse yok mu? Ancak bu fotoğraflar sosyal medyaya yansıdıktan sonra mı Cumhuriyet Başsavcılığı gece yarısı alel acele, apar topar bir açıklama yapıyor.

Aile diyor ki: “Biz 48 gündür bir açıklama bekliyoruz, bu fotoğraflar basına yansıdıktan sonra birileri apar topar açıklama yapıyor. Bizim hiç mi değerimiz yok?”

Aile ile konuştum. Ailenin büyük sitemi var. Aile diyor ki: “Biz 48 gündür bir açıklama bekliyoruz, bu fotoğraflar basına yansıdıktan sonra birileri apar topar açıklama yapıyor. Bizim hiç mi değerimiz yok?” diyor aile. “Bu kadar mı değersiziz.” Diyor, “Ancak kendilerine bir zarar gelebileceğini düşündükleri anda mı bizi bilgilendiriyorlar, kamuoyuna bir açıklama yapıyorlar.” Diyor. Bakın hücresindeki diğer manzaraları da gördük, bana gelen fotoğraflarda kullandığı ilaçlar var burada görüyorsunuz, diyaretik ilaçlar kullanmış Lasix dediğimiz ilaç ödem çözücü, diyaretik bir ilaçtır, bir doktor olarak biliyorum bunu. Demek ki vücutta önemli bir sıkıntı var, bir sıvı toplanması var, vücut sistemini bozan bir hal var, belki kalp yetmezliği var, belki başka bir ciddi sıkıntı var ve böyle ilaçlar ile geçiştirilmeye çalışılıyor, bronşit ilaçları veriliyor, Mustafa Kabakçıoğlu’nda zaten astım vardı, diyabet hastalığı vardı, hipertansiyon hastalığı vardı böyle bir hastayı tek kişilik bir hücrede tutuyorsunuz ve aniden ölüyor ve sonra da diyorsunuz ki: “E napalım ölmüş işte, yapacak bir şey yok.” diyorsunuz ama bu insan içerde büyük ihlaller yaşıyor, bakın kullandığı ilaçları da gördüm. Bronşit ilaçları verilmiş; Klamoks, Aferin ve yetmezlik ilaçları verilmiş. Nefes ile ilgili sıkıntıları var belli ki, pralas verilmiş inhalasyon içeren bir ilaç. İçerde o dar sıkıntılı tek kişilik hücrede sıkıntı çeken bir insan var karşımızda. Bakımsız, bir halde hasta bir halde kendine bakamayacak bir halde bu insan hayatını kaybediyor!

Mustafa Kabakçıoğlu: “Bu yaşadıklarım bana ders, size de dert olsun!!!” diyor

Bakın koğuşundan görüntüler bunlar. Şu görüntüsü de son derece çarpıcıdır. Bakın çöp kutusunun üstünde son akşam yemeği var, yememiş. Çorba, patlıcan kızartması, yoğurt, ekmek var. Yememiş çünkü çok hasta belli ki akşamdan beri çok hasta, yemeği almış ve kenara koymuş. Üst katı da olan bir koğuş burası ama belli ki çok hasta olduğu için üst kata çıkamıyor, yatağını alt katta merdiven altına koymuş. Bakın yatağı burada merdiven altında, orada çok zor koşullarda yaşayan bir insan var karşımızda ve bu insanı tek kişilik hücrede tutmaya devam ediyorsunuz ve bunun da kimse şu anda hesabını vermiyor. Tek başına hücrede, yerde yatağını görüyorsunuz. Anıları, günlükleri burada bakın. Hepsi elimizde. Cezaevinde yaşadığı büyük sıkıntıları kaç yıldır yaşadığı büyük sıkıntıları günlüklerine dökmüş burada ve çok önemli sıkıntılar yaşadığını söylüyor. Ailesi personel ile sıkıntılar yaşadığını, şüpheli bir ölümü olduğunu, normal bir ölüm olmadığını düşündüklerini söylüyor. Çok önemli iddiaları var. Bütün bunların aydınlatılması gerekiyor ama maalesef bu konularda ciddi bir açıklama yapılmıyor. Bakın son olarak günlüğünden bütün bu olayları özetleyen bir sayfayı size sunuyorum. Buradan okuyamayacaksınız ama ben size okuyacağım. Bütün bu yaşadığı ihlaller, sonrasında başına gelenler ile ilgili çarpıcı bir cümlesi var diyor ki Mustafa Kabakçıoğlu: “Bu yaşadıklarım bana ders, size de dert olsun!!!” diyor ve şöyle bir dizesi var: “Açtım herkese çarşaf gibi yüreğimi, kol böreği gibi döndü her şey bana.” diye duygularını yazmış Mustafa Kabakçıoğlu günlüklerine.

Muzaffer Özcengiz, Halime Gülsu, Gökhan Açıkkollu, Teoman Gökçe ve son olarak Mustafa Kabakçıoğlu. Bunlar sıradan ölümler değil, bu konuların araştırılması lazım. Biz defalarca hücrelerde böyle tek başına bırakılan hasta insanların niye öldüğünü sorduk

Bu ölümler sadece bugün olan olaylar değil. Biz yıllardır Çorum Cezaevi’nde hayatını kaybeden KHK’lı Muzaffer Özcengiz’in ölümünü soruyoruz, cevap verilmiyor. O da yoğun bakıma kaldırılması gerektiği halde tek kişilik hücreye dönen ve 4 gün sonra hayatını kaybeden ve ölmeden 4 gün öncesinde: “Ben burada ölüyorum, kurtaran yok mu?” şeklinde dilekçe yazan ama cevap alamayan ve sonrasında hücresinde ölü bulunan bir kişiydi aynı Mustafa Kabakçıoğlu gibi. Aynı Gökhan Açıkkollu gibi. Gökhan Açıkkollu da emniyetteki hücresinde daha sonra kameraların gösterdiği gibi çırpına çırpına hayatını kaybetmişti ve bu konuda tek bir açıklama yapılmadı. Yargı ilerlemedi ve olayın üstü kapatıldı! Tek kişilik hücrede ölen Muzaffer Özcengiz olayının üstü kapatıldı. Defalarca soru önergesi vermeme, genel kurulda, komisyonlarda hatırlatmama rağmen üstü kapatıldı. Tarsus Cezaevi’nde Halime Gülsu çok ağır bir Sistemik Lupus Eritematozus hastası olmasına rağmen ihmaller sonucunda hayatını kaybetti ve son anlarında hayatını kaybetti ölüsünü hastaneye götürdüler ve onun hakkında da şu anda sorduğumuz soru önergeleri ile ilgili hiçbir gelişme yok. İnsan Hakları Komisyonu bu konuda bir açıklama yapmıyor, Adalet Bakanlığı sus-pus ve sonunda ne oluyor işte böyle bir başka ölüm gerçekleşiyor. Mustafa Kabakçıoğlu hücresinde tek başına hayatını kaybetmiş olarak bulunuyor. Bunlar sıradan ölümler değil, bu konuların araştırılması lazım. Biz defalarca hücrelerde böyle tek başına bırakılan hasta insanların niye öldüğünü sorduk ama bize bir açıklama yapılmadı, şu anda bu fotoğraf tüm şu ana kadar olan bu vakaların da iç yüzünü ortaya çıkarmış oldu.

Biz Mustafa Kabakçıoğlu’nun ölümünün bir an evvel araştırılması gerektiğini söylüyoruz ve üstünün kapatılmaması gerektiğini söylüyoruz.

Halime Gülsu vakasını, Gökhan Açıkkollu vakasını, Muzaffer Özcengiz vakasını ve daha nice yine eski HSK üyesi Teoman Gökçe’de böyle hücresinde ölü olarak bulunmuştu. Daha şu anda aklıma gelmeyen birçok olay oldu, bir şekilde üstü kapatıldı bu olayların ve sonrasında işte Mustafa Kabakçıoğlu’nun ölümü böyle kamuoyuna yansıdı değerli arkadaşlar. Biz bu ölümün bir an evvel araştırılması gerektiğini söylüyoruz ve üstünün kapatılmaması gerektiğini söylüyoruz. Gümüşhane Savcılığı bir açıklama yapıyor ve hani bu ölümdeki skandal ile ilgili bir açıklama yapacağına bu evraklar, bu fotoğraflar niye ortaya çıktı açıklaması yapıyor. Biz şunu anlıyoruz aslında bu fotoğrafta bir yapay fotoğraf olabilir çünkü bu kişi belki ölümünde yere düştü daha sonra görevliler aldı oturdu onu bir sandalyeye oturttular. Bunu tam bilemiyoruz ne oldu ne bitti. Ölüm anındaki görüntüsü böyle miydi? Bu konuda da net bir durum yok bunu bilemiyoruz neden? Çünkü şu ana kadar aradan 48 gün geçmiş, hücrenin koridoruna bakan kamera kayıtları ortada yok! 112’nin cezaevine gelerek yaptığı tespit, o arada neler yaşandı bununla ilgili tutanaklar yok! İşte şurada, burada deniliyor, 48 gündür bu evraklara ulaşamıyoruz.

Genel Kurulu’nda cezaevinde ölümlerin olabileceğini ve bizim bütün bu uyarıları yaptığımızı; ‘Şahit ol Ya Rab!’ diyerek tüm milletvekillerine hatırlatmıştım.

Değerli arkadaşlar biz bu konunun üstüne sonuna kadar gideceğiz ve Mustafa Kabakçıoğlu’nun ölümünü mutlak surette aydınlatacağız, şu anda cezaevlerinde sağlık açısından büyük skandallar yaşanıyor. Biz Nisan ayında İnfaz İndirim yasası görüşülürken, infazda ayrımcılık yapılmaması gerektiğini, Covid hastalığının olduğunu, hasta mahpusların olduğunu, ayrımcılık yapılmaması gerektiğini söylememize rağmen adli mahpuslara yönelik bir yasa çıktı ve siyasi mahpuslar içerde tutuldu. Sonuç ne oldu işte böyle öncesinde sağlıklı iken belki Nisan ayında dışarı çıkabilecek, ailesine kavuşabilecekken gittikçe kötüleşen ve cezaevinde hayatını kaybeden insanlar oldu. Kim verecek bunun hesabını? Sorarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin milletvekillerine sorarım, partilere sorarım, İnfaz İndirim yasasında yaptığınız bu ayrımcılık sonrasında bu hesabı kim verecek? Hasta mahpusları, riskli gruptaki insanları sırf siyasi mahpus diye cezaevinde tutma suçunun hesabını kim verecek? İşte bu insanlar boşuna ölmüyor, ben o günlerde Meclis Genel Kurulu’nda bütün bu ölümlerin olabileceğini ve bizim bütün bu uyarıları yaptığımızı; ‘Şahit ol Ya Rab!’ diyerek tüm milletvekillerine hatırlatmıştım. Bakın sonraki tüm bu ölümlerden sizler sorumlu olacaksınız! Basit bir karara imza atmıyorsunuz, basit bir yasaya imza atmıyorsunuz, çok hatalı, ayrımcı bir yasaya imza atıyorsunuz, dedik ve söyleyeceğimizi sonuna kadar söylediğimizi vurguladık ve Rabbimi de şahit tutarak bu yasanın ayrımcı, hatalı olduğunu söyledim. Şu anda Anayasa Mahkemesi görüşüyor bu yasayı, bu ölümler var ve ben buradan Anayasa Mahkemesi’ne de tekrar hatırlatıyorum. Bakın bu kadar vebali hiç kimse kaldıramaz! Bu insanlar boş yere cezaevlerinde ölüyor! Bakımsızlık içinde belki hasmane yönetim duyguları sonrasında ölüyorlar veya öldürülüyorlar bütün bu veballer sizin de sırtınıza, omuzlarınıza yüklenir diye Anayasa Mahkemesi’nin üyelerine de buradan hatırlatmış olayım, bu ayrımcı, Covid tanımayan İnfaz İndirim yasasını iptal edin, tüm mahpuslara yönelik hakkaniyete dayalı risk analizi yaparak, tahliyeleri infaz ertelemeleri sağlayan bir infaz indirim yasası tekrar çıkaralım diyoruz.

Sayıştay raporları bugünlerde çıkıyor ve maalesef ki bakanlıkların, kurumların, kuruluşların, devlet kuruluşlarının paçalarından pislik akıyor! Suç akıyor! Günah akıyor! Rezalet akıyor!

Bakın hastanelerdeki sıkıntılar da bitmiyor. Hastanelerde büyük sıkıntılar var. İktidarın şehir hastaneleri uygulamaları ile ilgili şok bir gerçeği size vurgulayım. Yılın ilk 8 ayında şehir hastanesi müteahhitlerine ödenen para ile kaç tane hastane yapılabilirdi devlet tarafından, devlete ait olacak şekilde kaç tane hastane yapılabilirdi biliyor musunuz? Ağustos ayına kadar şirketlere, müteahhitlere ödenen bunca para ile 17 tane 500 yataklı devlete ait, kimseye sürekli ödeme yapmayan devlet hastanesi yapılabilirdi. Bunlar apaçık belgelerde gerçekler yazıyor. Sayıştay raporları bugünlerde çıkıyor ve maalesef ki bakanlıkların, kurumların, kuruluşların, devlet kuruluşlarının paçalarından pislik akıyor! Suç akıyor! Günah akıyor! Rezalet akıyor! Sayıştay raporları hep bunları söylüyor arkadaşlar, olacak şey değil! İnanılmaz Sayıştay raporlarında gördüğümüz büyük suçlar var! Büyük iltimaslar var! Büyük günahlar var! Büyük hukuk dışılıklar, yasa dışılıklar var ve kimse bunun hesabını vermiyor değerli arkadaşlar!

Türkiye’nin büyük bir birikimi heder ediliyor. %99,1’i üniversite mezunu ve lisansüstü, doktora, doçent, profesör olan binlerce, on binlerce kişi şu anda çalışma hayatının normal medeni hayatın, normal yaşamın ve hatta vatandaşlığın dışına çıkarılıyor.

Yine aynı zamanda bakın her gün ben 658 günü geçti. OHAL Komisyonu’na hatırlatma yapıyorum. 28 Aralık 2018 günü İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu olarak OHAL İnceleme Komisyonu’na gitmiş ve on binlerce kişinin dosyasının niye çok ağır kanlı bir şekilde görüşüldüğünü sormuştuk. 23 Ocak 2017’de kurulan bu komisyon 125 bin kişinin dosyasını halen bitiremedi. 2 yıllık süre aldı bitiremedi! Üstüne 1 yıl daha aldı bitiremedi! 1 yıl daha aldı bitiremedi! 4 yıl dolmak üzere bu komisyon kalan 16 bin dosya için bir karar vermiş durumda değil! Bu rezalet ve skandal bir durum! Ben 28 Aralık 2018 günü Komisyon’a gittiğimde 3 saat kadar onlarla tartıştım, yaptıkları hukuksuzlukları, tüm dosyalardaki skandalları kendilerine söyledim ve “Ömer Bey, evet tamam bu önemli iddialarda bulunuyorsun. Biz bu dosyaları araştırıp sizi tekrar davet edelim.” dediler, aradan 658 gün geçti halen beni davet etmiyorlar. Verebilecekleri bir hesap yok, bir açıklama yok çok iyi biliyorum. Biz kendilerine niye davet etmiyorsunuz, dediğimiz zaman bize cevap veremiyorlar ve haksız, hukuksuz değerlendirdikleri dosyalardan sonra 16 bin kişinin dosyasını halen bekletmekteler ve işte bu insanların bir kısmı işsiz, perişan bir şekilde hayatlarını devam ettirmeye çalışıyor. Türkiye’nin büyük bir birikimi heder ediliyor. %99,1’i üniversite mezunu ve lisansüstü, doktora, doçent, profesör olan binlerce, on binlerce kişi şu anda çalışma hayatının normal medeni hayatın, normal yaşamın ve hatta vatandaşlığın dışına çıkarılıyor. Her türlü hakları ihlal ediliyor, yurtdışına çıkışları engelleniyor ve üstüne de cezaevine atılıyor işte onlardan birisiydi Mustafa Kabakçıoğlu az evvel söylediğimiz gibi. KHK’lı işinden atılmış, işinden atılmış, cezaevine atılmış bir polisti. Neydi onun suçlandığı husus; Kimse Yok mu derneğine bir para yatırmış, bir tanık beyanı ve içeriği çıkmamış bir Bylock iddiası vardı ve bu insan bu yüzden cezaevindeydi ve haksız, hukuksuz bir şekilde cezaevinde yattığını düşündüğü için stres içinde şeker hastası olmuş bir kişiydi. Sadece o mu böyle? Gerek normal hayatında gerekse cezaevinde bu streslerden dolayı hastalanan, kanser olan, intihar eden yüzlerce, binlerce insan oldu arkadaşlar. Basit bir hadise konuşmuyoruz o yüzden OHAL Komisyonu’nu tekrar uyarıyorum, insanları perişan, köşeye sıkıştırılmış, sivil ölüme uğratılmış ve daha doğrusu soykırıma uğratılmış bir hale getirdiniz ve 16 bin kişinin dosyasını aradan geçen 4 yıl sonrasında halen incelemiyorsunuz. Böyle bir skandal olabilir mi? Türkiye gibi bir ülkede, dünyanın başka hiçbir ülkesinde böyle bir şey olamaz, bir devlet haksızlığına uğramışsınız, yargıya hemen başvurma hakkınız olması gerekiyor ama 4 yıl geçmiş bir mahkemeye bile başvuramamışsınız. Bir devlet inceleme komisyonu, iktidar inceleme komisyonu sizi inceliyor ve yargıya bile ulaşamıyorsunuz düşünebiliyor musunuz arkadaşlar? Yargıya ulaşanlar da idare mahkemesi, bölge idare, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, AİHM gibi aşamalardan geçerek belki en sonunda hakka kavuşacaklar, kendilerine zulmedenler için tazminat cezaları elde edecekler ama belki hayatlarını kaybedecekler o günleri göremeyecekler ancak torunları görebilecek. İşte böylesi bir skandalı yaşıyoruz değerli arkadaşlar!

İşsizliğin de %13 lerde olmadığını %31 civarlarında olduğunu söylüyoruz.

Türkiye’de hangi şey iyi gidiyor ki arkadaşlar? Bakın gerçek işsizliğin aslında %31 olduğunu biz görüyoruz. Şu anda %13,4 açıklamaları yapılıyor. Geçtiğimiz günlerde de söyledim Alman Ekonomist Steve Hanke’nin çok önemli bir açıklaması oldu. Alman Ekonomist diyor ki: “Türkiye’de enflasyon artıyor. Faizler artıyor. İşsizlik artıyor. Bunlar sefalet endeksinin artması, kötüleşmesi anlamına geliyor. Aynı zamanda Gayri Safi Milli Hasıla da düşüyor. Bütün bunlar sefalet endeksinin daha da kötüleşmesine yol açıyor, Türkiye’de gerçek enflasyon %35,5’tir.” diyor. biz de bunları kabul ediyoruz. Tüm vatandaşlar da biliyor, enflasyon %5-10 değil, enflasyon %35,5 diyor Steve Hanke. Yine işsizliğin de %13 lerde olmadığını %31 civarlarında olduğunu söylüyoruz.

“Salgının ilk 7 ayında en az 294 emekçi hayatını kaybetti.” diyor Ankara İSİG Meclisi ve yaptığı açıklamada çok büyük ihlallerin olduğunu söylüyor.

Bakın salgın ile ilgili de çok önemli sıkıntılar var. Covid-19 sebebiyle hayatını kaybedenler salgının ilk ayında en az 294 emekçi Covid-19 sebebiyle hayatını kaybetmiş. Ankara İSİG Meclisi söylüyor bunu. Çok önemli sayılar bunlar, yanlış politikalar sonucunda bir çalışan hastalığına döndü ve sağlık çalışanları ölüyor. “Salgının ilk 7 ayında en az 294 emekçi hayatını kaybetti.” diyor Ankara İSİG Meclisi ve yaptığı açıklamada çok büyük ihlallerin olduğunu söylüyor. “Covid-19 sağlık emekçileri için meslek hastalığı olmalı.” Diyor, bunu biz de hep söylüyoruz. Diğer iş kollarında çalışan işçiler ise iş kazası olarak faydalanmalıdır bu hastalıktan. İş yerlerinde başta üretim alanları olmak üzere ulaşım, beslenme, barınma gibi tüm alanlarda işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri alınmalı. Kronik hastalığı olan ve belli bir yaşın üzerindeki işçiler bu süreçte idari ücretli izne çıkarılmalı. İşten atmalar yasaklanmalı ve 1168 TL değil tam ücret ödenmelidir. Çalışma saatleri, ücretlerde kesintiye gitmeden azaltılmalıdır. İşçilere ücretsiz-yaygın testler yapılmalı, vakaların arttığı işyerlerinde üretime ara verilmeli. Evden çalışan işçilerin çalışma saatleri düzenlenmeli ve iş için yaptıkları harcamalar karşılanmalıdır deniliyor, Ankara İSİG Meclisi’nin yaptığı bu açıklama nasıl karşılanıyor biliyor musunuz? Polis müdahale ediyor ve insanlar gözaltına alınıyor. Görün bakın Türkiye’nin halini, Türkiye’de hastalıktan dolayı yaşanan ölümleri söylediğiniz zaman maalesef başınıza gelenler bunlar oluyor. İşyerleri ve o bölgelerde yaşayan insanların mağduriyeti bitmiyor!

Yıllardır Kömürcüler OSB’nin Dilovası’nı mahvettiğini, solunum hastalıklarına yol açtığını, insanların evlerinde kurumlar oluşmasına yol açtığını, oraya yakın olan hastanede bile beyaz önlükleri siyaha çevirdiğine şahidim.

Bakın HDP Dilovası İlçe Eş Başkanı Kadir Demir ne diyor? “Gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlar!” diyor. Neden? Çünkü Dilovası Belediye Başkanı Hamza Şayir yaptığı açıklamalarda Kömürcüler OSB’nin kaldırılacağını söylüyor. Kömürcüler OSB şu anda Dilovası’nın en önemli sorunlarından birisi arkadaşlar. Ben Kocaeli Milletvekili olarak bunu net olarak söyleyeyim. Yıllardır Kömürcüler OSB’nin Dilovası’nı mahvettiğini, solunum hastalıklarına yol açtığını, insanların evlerinde kurumlar oluşmasına yol açtığını, oraya yakın olan hastanede bile beyaz önlükleri siyaha çevirdiğine şahidim. Bizzat tetkik ettim, bölge halkı ile konuştum ve ne kadar çok şikayetleri olduğunu gördüm. Bakın Kömürcüler OSB’nin kaldırılması ile ilgili olarak HDP Dilovası İlçe Eş Başkanı Kadir Demir ne diyor? “Kömürcüler OSB Dilovası’na ve şehre ciddi zarar veriyor. Ancak Dilovası’na zarar veren sadece Kömürcüler OSB’nin verdiği zarar kadar diğer OSB’ler de zarar veriyor. Örneğin Nuh Çimento’nun yeni tesis alanı. Dilovası’nın ormanları sahili resmen çembere alınmış durumda. O nedenle Kömürcüler OSB’yi kaldıracağına bu iktidarın inanmıyorum. İktidar partisi hem Dilovası’nda hem de tüm Türkiye’de insanların gözünün içine baka baka yalan söylüyor.” Diyor. Dilovası’nda ki bu çevre felaketini Meclis’te Araştırma Önergesi ile gündeme getirdim, AK Parti ve MHP oyları ile reddedildi. Bunu tüm Türkiye halkı da bilsin, Dilovası halkı da bilsin. Çevre sorunlarının olduğunu da söyledik, örtbas ettiler, sümenaltı da ettiler, AK Parti- MHP Cumhur İttifakı bunu yaptı ve Dilovası için 2006’da kurulan Araştırma Komisyonu önerilerinin bile yerine getirilemediğini ve getirilmesi gerektiğini söylediğimiz bu önergemiz maalesef Cumhur İttifakı oylarıyla reddedildi. Ben buradan tüm halkımıza ve Dilovası halkına, Kocaeli halkına, Cumhur İttifakı’nı şikâyet ediyorum. Apaçık gerçekler ortada, Dilovası’nda ki çevre kirliliği kaldırılmadığı gibi Kömürcüler OSB halen devam ediyor. Yıllardır kaldırmıyorlar, rant ilişkileri devam ediyor ve halkın sağlığı bozuluyor, Dilovası’nda her gün insanlar solunum hastalıklarına, kanser hastalıklarına yakalanıyor ve buna iktidar tek bir çözüm bulmuyor değerli arkadaşlar ama biz bu konunun üstüne sonuna kadar gideceğiz bunun da tüm halkımızın bilgisi dahilinde olsun.

Anne- Baba tutukluluklar devam ediyor! Her gün ama her gün anne baba tutuklanarak cezaevine gidiyor!

Değerli arkadaşlar Türkiye’de sorunlar bitmiyor! Anne- Baba tutukluluklar devam ediyor! Her gün ama her gün anne baba tutuklanarak cezaevine gidiyor, 2, 3, 4 yaşındaki küçücük çocuklar kimsesiz kalıyor. Öksüz, yetim kalıyor. Evlerinde çaresiz kalıyor. Anneanne, babaanne yanlarına gidiyor, o hasta ve yaşlı insanlar bu çocuklara bakamıyor, bu çocukların fizyolojisi ve psikolojisi bozuluyor. Büyük bir perişanlık yaşanıyor değerli arkadaşlar. Bakın her gün bunlar yaşanıyor ve bir de bu sıkıntılardan dolayı hasta çocuklar daha da büyük zarar görüyor.

“Otizmli oğlum Yusuf Halis Çetin’in raporları hiç önemsenmedi mahkeme sunduk. Eşim tutuksuz yargılansın, bu çocuğun başında babasının olması lazım kötüye gidiyor. Otizm çok zor bir hastalık dedik ama hâkim sürekli aylardır tutuklu yargılıyor.”

Bakın size bir örnek: Bana gönderdiği yazısında anne ne diyor? “Eşim Özer Çetin için tutukluluk devam dendi. “Her mahkemede tutukluluk devam deniliyor ama Otizm’li çocuğa bakan baba çocuğun başında olamıyor ve çocuğun Otizm’i ilerliyor.” “Otizmli oğlum Yusuf Halis Çetin’in raporları hiç önemsenmedi mahkeme sunduk. Eşim tutuksuz yargılansın, bu çocuğun başında babasının olması lazım kötüye gidiyor. Otizm çok zor bir hastalık dedik ama hâkim sürekli aylardır tutuklu yargılıyor. Oğlum 5 farklı tıp branşı tarafından düzenli takip ediliyor. Hayat bizim için özel eğitim, hastane, ev üçgeninde geçiyor. Ev hapsi de olurdu bu ne zulüm?” diyor. Çocuğun Otizm oranı %60’lardan %96’ya ilerlemiş kimsenin umurunda değil arkadaşlar. İşte bakın bütün bu ailelerin dramlarını gündem edeceğim. Hiç kimse bunları örtbas etmesin.

Tuba Tuncer eşi de 4 yıldır tutuklu ve tutuksuz yargılanabilecekken tutuklu yargılanıyor 2 çocuk perişan durumda.

Yine bakın her gün çocukların anne babasız bırakıldığı ülke burası işte, Türkiye. Türkiye; tutuklama cezalandırmadır bu ülkede. Şu an Samsun'da bir kadın daha tutuklandı biliyor musunuz? Anne baba tutuklu ve 2 çocuk ortada kalmış durumda. Tuba Tuncer eşi de 4 yıldır tutuklu ve tutuksuz yargılanabilecekken tutuklu yargılanıyor 2 çocuk perişan durumda.

Digor Belediyesi Meclis Üyesi Hamit Taşdelen’in evine yapılan polis baskını sırasında bu engelli çocuk korkudan şoka girip, şu anda konuşmaz hale gelmiş durumda.

Yine bakın gözaltına alınma esnasında polis baskınlarında çok büyük sıkıntılar yaşanıyor. Şu gördüğünüz Kars’da yaşandı. Digor Belediyesi Meclis Üyesi Hamit Taşdelen’in evine yapılan polis baskını sırasında bu engelli çocuk korkudan şoka girip, şu anda konuşmaz hale gelmiş durumda. 10 yaşında engelli çocuk bu, engelli çocuk neyin ne olduğunu ne bilsin? O kadar patır, kütür kapıyı kırarak içeri giren polisler karşısında büyük bir şok ve korku yaşayan bu çocuk şu anda konuşamaz hale gelmiş. Her kapı çalındığında ürküyor. Bu çocukları düşünen var mı diye soruyoruz? Nasıl bir şok bu biliyor musunuz? Bu şokları sadece bu çocuklar değil bitmeyen OHAL Dönemi’nde binlerce çocuk yaşadı biliyor musunuz? Evlere yapılan baskınlarda, bu anne babalara yapılan zulümler, hatta o çocuklara yapılan zulümler, o çocukların psikolojisini perişan eden hal, hareket, darplar, küfürler, hakaretler havada uçuşan küfürlü sözler bunları bilmiyor muyuz? Binlerce başvuru olarak bunlar bize gelmiştir ve halen de devam etmektedir.

Abdullah Balcı,Edirne Cezaevi’nden yazmış: “Eşimle birlikte gözaltına alma, tutuklama süreçlerinden sonra kızım her şeyden korkmaya başladı.”

Cezaevlerinden bize çok şikayet geliyor; bakın Abdullah Balcı,Edirne Cezaevi’nden yazmış: “Eşimle birlikte gözaltına alma, tutuklama süreçlerinden sonra kızım her şeyden korkmaya başladı. Bir çocuğun polis gördüğü zaman korkup, kaçıp gelip insanların arkasına saklanmasını neyle açıklayabilirsiniz? Bu korkuyu atlatması ne zaman alır?” diyor Abdullah Balcı.

Harbiye’li öğrenci Ercan Dağhan kanser oldu.

Bakın gencecik yaşta bir Harbiye’li öğrenci. Görüyorsunuz bu çocuk 4 yıldır cezaevinde ve bomboş bir dosya ile müebbet hapse mahkûm edilmiş durumda, stres sıkıntı yaşıyor 4 yıldır diğer Harbiye’li öğrenciler gibi ve sonunda ne oldu biliyor musunuz? Bu Harbiye’li öğrenci Ercan Dağhan kanser oldu. Burkitt Lenfoma teşhisi konuldu. Hakkında herhangi bir karar olmamasına rağmen 4 yıldır tutuklu bulunuyor bu insan.

Büşra İnan Müzik öğretmenliği son sınıf öğrencisi iken tutuklandı ve halen yaklaşık 2 yıldır tutuklu. Ciddi rahatsızlıkları var; 2 defa kapalı göz ameliyatı oldu, 3. defa açık göz ameliyatı olması gerekiyor.

Bitmedi. Bakın cezaevlerinden büyük dram haberlerini size aktarmaya devam ediyorum. Büşra İnan Müzik öğretmenliği son sınıf öğrencisi iken tutuklandı ve halen yaklaşık 2 yıldır tutuklu. Ciddi rahatsızlıkları var; 2 defa kapalı göz ameliyatı oldu, 3. defa açık göz ameliyatı olması gerekiyor. Doktorun ‘Acil ameliyat olmalı.’ raporuna rağmen serbest bırakılmadı ve halen ameliyat olamıyor arkadaşlar. Böyle bir şey olabilir mi? Bir müzik öğrencisi belki bugün bir müzik öğretmeni olacaktı, bu insanı terörist diye cezaevine atmışsınız, gözünde hastalık var, cezaevi koşullarına güvenemediği için ameliyat olamıyor ve bu kişinin gencecik yaşta hayatını perişan ediyorsunuz. Olacak iş mi? Bu konuda hesap verecek tek bir merci yok mu? Bütün bunlar az evvel Mustafa Kabakçıoğlu’nun günlüklerinde söylediği gibi insanlık ayıbıdır, insanlık ayıbı! Mustafa Kabakçıoğlu günlüklerinde işte bu mağduriyetleri yaşayan bir mahpus olarak yaşadıklarını ayrıntılı bir şekilde insanlık ayıbı olarak niteliyor. İlla bir insanın cezaevinde ölmesi ve daha sonra ortaya günlüklerin mi çıkması gerekiyor? İnsanların şok olması için. İnsanların irkilmesi için. İnsanların vicdanlarının uyanması için. İlla bunlar mı gerekiyor diye soruyoruz değerli arkadaşlar?

Hüseyin Torlak; 2 aya yakındır büyük ihlallere uğruyor. Afyon T-2 Cezaevi’nde. Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na bu ihlalleri yazıp gönderiyor ve gönderdiği dilekçe cezaevi yönetimi tarafından okunduğu için cezaevi yönetimi geliyor onu hakaret ile, darp ile bu sefer tek kişilik hücreye alıyor.

Bakın Afyon T-2 Cezaevi’nde inanılmaz hadiseler oluyor. Kesinlikle kabul etmiyorum. Adalet Bakanlığı yok mu bu ülkede? Ceza Tevkifişleri Genel Müdürlüğü yok mu bu ülkede? Ne rezaletler yaşanıyor. Hüseyin Torlak; 2 aya yakındır büyük ihlallere uğruyor. Afyon T-2 Cezaevi’nde. Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na bu ihlalleri yazıp gönderiyor ve gönderdiği dilekçe cezaevi yönetimi tarafından okunduğu için cezaevi yönetimi geliyor onu hakaret ile, darp ile bu sefer tek kişilik hücreye alıyor. Çoklu koğuştan tek kişilik hücreye alıyor cezalandırıyor niye? Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na Afyon T-2 Cezaevi’nde çoklu koğuşunda yaşadığı görevlilerin arkadaşının cinsel organını da darp etmek suretiyle, hakaretler ile yaptığı aramayı anlattığı için kendisi cezalandırılıyor. Değerli arkadaşlar böyle bir skandal olabilir mi? Ben bu ülkenin milletvekiliyim, bu milletin derdinin dermanı, sesinin tercümanı olmaya çalışan bir insanım. Bu millet tabi ki Millet Meclisi’ne, milletvekillerine derdini iletecek, Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’na dilekçe gönderiyor, ‘Vay sen niye dilekçe gönderdin?’ diye Afyon T-2 Cezaevi onu cezalandırıp, tek kişilik hücreye alıyor ve 2 ay boyunca bu dilekçe bize ulaşamıyor. Böyle bir skandal olabilir mi arkadaşlar?

Bakın Silivri 4 No’lu da Korona hastalığı iyice artmış durumda. Ne test var ne ilaç. ‘Aranızdan en ağır 3 hastayı seçin yollayın test yapalım.’ diyor görevliler mahpuslara. Koğuş 38 kişi, düşünün 15-20 kişilik koğuşlar 38 kişi. Sosyal mesafe imkânsız. Takviye olarak vitamin de verilmiyor. Allah insaf, vicdan versin.’ diyor mahpuslar.  

Denizli Cezaevi hakeza. 30 metre kare de 30 kişi var arkadaşlar, yanlış duymuyorsunuz. Abdulhamit Gül bunları duyuyor musun? Sayın Bakan 30 metre karelik yerde 30 kişi yaşayabilir mi? Sen yaşayabilir misin? Bana bir açıklama yapabilir misin? Diyor ki mahpus: “Oda değişikliği ile 30 kişilik odada ve yerde yatmak zorunda bırakılıyoruz.” Yerde bile yer yok diyorlar ya, yerde bile yer bulamıyoruz diyorlar, cezaevinin hali bu, bu cezaevlerinde insanlar nasıl hasta olmasın, nasıl ölmesin değerli arkadaşlar?  “Artık gerçekten ne yapacağımızı nasıl mücadele edeceğimizi, kimi nereye nasıl şikâyet edeceğimizi şaşırdık ve yorulduk." Diyor. Mahpuslar ve mahpus yakınları bunu söylüyor değerli arkadaşlar.

Bakın yine bir başkası; ‘Yaşayan ölü gibiyiz.’ diyor. Eşim yaklaşık 4.5 yıldır içerde geleceğimiz de bugünümüz de karanlık, öyle yaşayan ölüler gibi günü geçiriyoruz. Umut falan da kalmadı AYM’den en azından yaşıyor şimdi de Korona’dan dolayı can korkusu taşıyoruz. Daha ne kaldı bizden alacakları?"

‘16 kişilik yerde 30 kişi kalıyorlar.’ diyor bir başkası Menemen Cezaevi için. “Korona müspet ve cezaevi yönetimi haber vermiyor.” Diyor. Menemen Cezaevi son dönemlerde oldukça sıkıntılı. “Sayın vekilim eşim Menemen T Tipi Kapalı Cezaevi’nde, virüs çıkmış, bilgi vermiyorlar tüm görüşleri iptal ettiler. Kapalı görüş de yoki telefon gorüşü de yok. 16 kişilik koğuşlarda 30 kişi kalıyor.” Diyor. Menemen Cezaevi’nde Covid vakaları almış başını gidiyor arkadaşlar. Ne açıklama var ne umursayan! Adalet Bakanlığı duyuyor musun bunu? Mahpus ve yakınları çok endişeli. Cezaevlerinde kendisini hastalık karşısında kapana kısılmış hisseden yüzbinlerce insan var duyun bunu!

Kayseri Bünyan Cezaevi bakın. Karantina değil çilehanede yaşıyorlar. “Kayseri bünyan T1 cezaevinde eşim ve 12 kişi 35 gündür karantinada.” Yanlış duymuyorsunuz. 14 günlük diye koyuyorlar yanına insan ekledikçe 20-25-30-35 güne çıkıyor karantina. O kötü koşullardaki karantina hücrelerinde düşünün 14 gün karantinada kalacakken 35 güne çıkmış. “Karantinayı 4.kere uzattılar. Havalandırma yok birçok imkân yok. Her dışardan gelen insan için karantinayı tekrar tekrar uzattılar. Pozitif çıkana kadar herkesi yığdılar buraya.” Diyorlar.

Yine Bünyan Cezaevi’nden bakın. Bünyan Cezaevi’nde çok sıkıntı var. Öğrencilerini cezaevini dolduran bir ülkedeyiz. Bir öğrenci bana yazmış. “Üniversite öğrencisiyim, cezaevine girince eğitimim yarıda kaldı. Özgür olsaydım kalan 1 yılımı tamamlamam kolay olacaktı. Tutuklu öğrencilerin tümü için sesimizi duyurun. Ne olur sesimize kulak verin." diyor Sümeyye Akkaş, Bünyan Cezaevinden. Hak İhlalleri devam ediyor.

“KHK’lı sıradan biriyim mahkemede bana baro avukatsız 7,5 yıl verdiler. Şu an inşaatlarda çalışıyorum ekmeğimi taştan çıkartıyorum, onların bu adaletsiz düzeninden korkmuyorum ellerinden geleni yapsınlar. Ben hala helal kazanıyorum." diyor bir KHK’lı.

Bakın bu ülkede adalet öyle bir halde ki arkadaşlar inanılmaz şeyler yaşıyoruz. Ben geçtiğimiz hafta Van’a gittim. Servet Turgut ve Osman Şiban’ın yakınları ile görüştüm. Helikoptere bindirildikten 3 gün sonra yoğun bakımda, kemikleri kırılmış, beyin kanaması geçirmiş, iç kanama geçirmiş ve daha sonra birisi ölmüş iki insan bulunmuştu. Bu kişiler ile ilgili bir haber yaptı, ajanstaki gazeteciler. İşte o gazetecilerden bir tanesi Şehriban Abi. Sadece gitti gazetecilik yaptı, bu haberi yaptı, mağdurların yakınları ile görüştü.

Yönetmelik değişiyor. Terörle Mücadelede görev alanlar suç işlerse bakın, inanılmaz bir ülkedeyiz, Terörle Mücadelede görev alanlar suç işlerse avukat ücretlerini devlet ödeyecekmiş.

Yine Şehriban Abi Nazan Sala Mezopotamya Ajansı’ndan gazeteciler. Bu haberi yaptılar şok bir haberdi, tüm kamuoyu bunu konuştu, büyük bir gazetecilik başarısıydı, Türkiye gündemine oturdu bu haber. Bunun karşılığında ne yaptılar biliyor musunuz? Savcılık bu konu doğru bir açıklama yapmadı, yalan dolan bir açıklama yaptı. Valilik öyle bir açıklama yaptı ve sonuçta bu gazetecileri tutukladılar. Olacak iş değil. Türkiye öyle bir ülke ki taşları bağlamışlar köpekleri serbest bırakmışlar değerli arkadaşlar, böyle bir ülkede yaşıyoruz. Haberin peşine düşen gazeteciyi gözaltına almak da gazeteye haber olacak olağan dışı bir olaydır! Biz bu konular hakkında soru önergeleri verdik. Van’da ki olay için Van Valiliğin yaptığı açıklama, Sakarya’da ki Kürt vatandaşlara yapılan saldırı için Sakarya Valiliği’nin açıklaması, Uşak Valiliği’nin açıklaması yine son olayda Gümüşhane Başsavcılığı’nın açıklamaları gerçekten tatminkâr değil. Gerçekleri örtbas etmeye, sümenaltı etmeye çalışan açıklamalar değerli arkadaşlar ve bütün bunlardan sonra ne oluyor? Yönetmelik değişiyor. Terörle Mücadelede görev alanlar suç işlerse bakın, inanılmaz bir ülkedeyiz, Terörle Mücadelede görev alanlar suç işlerse avukat ücretlerini devlet ödeyecekmiş. Daha çok Servet Turgutlar, Osman Şiban’lar yoğun bakımda bulunur arkadaşlar, bunu bilin.

Van Cumhuriyet Başsavcısı görüyorsunuz Twitter’da gazetecileri hedef gösteren bir yayını sosyal medya hesabından beğeniyor.

Bakın Van’da medyaya yönelik skandal devam ediyor. Van Cumhuriyet Başsavcısı görüyorsunuz Twitter’da gazetecileri hedef gösteren bir yayını sosyal medya hesabından beğeniyor. Yani olayları tarafsız araştırması gereken bir Cumhuriyet Savcısı, medyada çıkan taraflı bir habere beğeni atıyor olacak iş mi? Biz bunlardan mı adalet bekliyoruz?

10 Ekim günü bu cinayet nasıl işlendi? Halen aydınlatılmamış durumda.

Canlı bombalar Ankara’ya nasıl geldi 10 Ekim günü bu cinayet nasıl işlendi? Halen aydınlatılmamış durumda. 10 Ekim’de yine katliamın yıl dönümünde bunları gördük, bu konuda halen açıklama yok.

Bakın geçtiğimiz günlerde bir ışık polemiği yaşandı, Anayasa Mahkemesi üyesi Engin Yıldırım Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği Enis Berberoğlu ile ilgili karar sonrası 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu kararı tanımayan tavrına karşı bir protesto eylemi yaptı. Anayasa Mahkemesi’nin ışıklarının paylaşıldığı bir fotoğraf paylaşıldı. Daha sonra İçişleri Bakanlığı gördüğünüz gibi ışıklarımız hiç sönmeyecek diye fotoğraf paylaştı. Belliydi ki Anayasa Mahkemesi üyesi hukukun ışıkları sönmeyecek demek istiyordu, gündüz yaşanan Anayasa Mahkemesi’ni takmayan, çiğneyen kararını eleştiren bir paylaşım yapmıştı. Olacak bir iş değildi. Anayasa’da da olmayan bir iş yapılıyordu. Son mahkeme olan Anayasa Mahkemesi’nin hükmünü ilk derece yerel mahkemesi tanımadığını söylüyordu ve Anayasa Mahkemesi üyesi de bunu eleştiriyordu ve Anayasa Mahkemesi üyesine yapılmadık bırakılmadı, linç edildi, darbeye çağrı yaptığı söylendi, çok önemli bir eleştiri siyasetçiler tarafından tersine çevrilerek karşı tarafın kalesine bir gol olarak atılmak suretiyle güya bir kazanım olarak hanelerine kaydedildi. Bunlar gerçekten zorbalığın, gücün sağladığı şeyler ama hakkaniyetle ilgili hiçbir işaret yok. Yürütme Anayasa Mahkemesi’ne karşı mücadele veriyor. En temel hukuki normları ayaklar altına alıyor hem de. Yürütme Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni de boyunduruğu altına almış, göğsünü yumruklayıp gücünü gösterdiğini düşünüyor. Aslında demokrasinin köküne balta indiriyor, indirilen baltayla düşen ağacın altında hem toplum kalacak hem de bütün bu suçları işleyenler de kalacak.

“Bizim arkadaşlar, bizim aile 50 kişiyi götürür.” diyen Sevda Noyan için için takipsizlik kararı verildi.

Türkiye’de sıkıntılar bitmiyor, “Bizim arkadaşlar, bizim aile 50 kişiyi götürür.” diyen Sevda Noyan için büyük bir tepki oluşmuştu, kamuoyunda ama sonuçta Türkiye’nin adalet sistemi ortaya çıktı ve Sevda Noyan için takipsizlik kararı verildi. Düşünün sıradan bir eleştiri yapan direkt tutuklu yargılanıyor, katliam çağrısı yapan takipsizlik alıyor. Türkiye böylesine hukuksuz Anayasa’yı çiğneyen bir ülke artık.

Daryo Fo’nun 1981’de yazmış olduğu bir oyun Kürtçe sergileneceği için kıyamet kopuyor, oyun iptal ediliyor

Bakın genel kamu düzenini bozabileceği nedeniyle Daryo Fo’nun 1981’de yazmış olduğu bir oyun, Türkçe defalarca sergilendikten sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi tiyatrosunda Kürtçe sergileneceği için kıyamet kopuyor, oyun iptal ediliyor. “Genel kamu düzenini bozacağından.” Deniliyor. Arkadaşlar nasıl böyle bir şey olabilir? Türkçe oynanan bir oyun Kürtçe yayınlandığı zaman mı genel kamu düzenini bozacak. ‘Yok PKK propagandası yapılıyor.’ Deniliyor. 1981’de İtalya’da İtalya şartları için yazılmış bir oyun nasıl Türkiye’de ki bir örgütün propagandasını yapsın. Yıllarca Türkiye’de bu oyunun Türkçe oynanmasına izin verilmiş. Biz biliyoruz ki sadece ve sadece Kürtçe’ye olan hasmane duygulardan dolayı bu oyun yasaklanmıştır.

KHK ile Meclis çalışanları Meclis Başkanlık Divanı’nca alınan bir karar ile meclisin kapısından bile içeri giremeyecekler. Neden? Meclis Başkanlık Divanı’nın kafasına öyle esmiş!

Yine Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaşandı son olarak buna vurgu yapmam lazım. Burada çalışan arkadaşlar da bilir KHK ile ihraç edilen eski mesai arkadaşlarınız, şu anda Meclis Başkanlık Divanı’nca alınan bir karar ile meclisin kapısından bile içeri giremeyecekler. Neden? Meclis Başkanlık Divanı’nın kafasına öyle esmiş böyle bir karar almış ve böyle uygulanıyor. Bunlar bir soykırım uygulamasıdır. KHK’lılara yönelik sivil ölüm uygulamalarından sonra bir soykırım uygulaması mecliste bu ülkenin milletin, mağdur fertlerinin gelip sorunlarını çözeceği Millet Meclisi’nde de yaşatılmaktadır. Sorunların çözüleceği yer Millet Meclisi’nde soykırım uygulamaları bir kısım vatandaşa yaşatılmaktadır, Anayasa Madde 13’de ki kanunilik, amaca uygunluk, ölçülülük ilkeleri çiğnenmekte ve keyfi olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Meclise alınmamaktadır, olacak bir iş değildir değerli arkadaşlar.

KHK ile ihraç edilen hukukçular için Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararları da yine Adalet Bakanlığı ve yerel mahkemeler tanımamaktadır, bu skandallar yaşanmaktadır.

3600 Ek Gösterge ile ilgili bir yasa teklifimiz mevzubahis. Böyle bir yasa teklifi hazırladık meclis başkanlığına sunduk!

Değerli arkadaşlar bugün de basın toplantımız burada bitiyor ama son olarak da şunu söylemem lazım tüm kamu görevlileri için 3600 Ek Gösterge ile ilgili bir yasa teklifimiz mevzubahis. Böyle bir yasa teklifi hazırladık meclis başkanlığına sunduk. 2500’den 3600 ek göstergenin çıkması için hem çalışanların maaşlarının düzeltilmesi hem ikramiyelerine yansıması hem de emekliliklerindeki maaşlarına yansıması için 3600 ek gösterge yasa teklifini verdim geçtiğimiz günlerde. İktidar bu konuda vaatlerde bulunmuştu seçim öncesi. “3600 ek gösterge vereceğim.” Demişti, vermedi, yalan attı, sözünde durmadı. Biz tekrar bunu kamuoyuna hatırlatıyoruz meclise hatırlatıyoruz, vatandaşlarımızı mağdur etmeyin, paraları çarçur etmeyin, yolsuzlukla, hırsızlıkla, paçalardan akan pisliklerle bu paraları çarçur etmeyin, vatandaşlarımıza tahsis edin diyoruz.

Yorumlar (0)