22.08.2017, 09:04

Tarımda Karbon Ayakizimiz ve Meralarımız: Ne Yapmalı?

Gelişme sanayi ile mi yoksa tarımla mı yürütülmelidir sorusu yıllardır sorulmuş ve tartışılmıştır. Uzun yıllar tarımla uğraşmış ve hatta biraz daha gerilere gidersek sadece tarımla uğraşmış bir ülkenin, sanayi üretimine yönelmesi ve fabrikaların sayısını, enerji tüketimini gelişmenin bir ölçüsü olarak sayması normal gibi görünebilir. Ancak, bu bir yanılsamadır.

 

Buna karşılık, tarım köylülükle özdeşleştiği için, sadece sanayi ile kalkınabileceğimizi zannedenler “hep köylü mü kalalım?” sorusunu sorarlar ve köylülüğü geriş kalmışlık ile özdeşleştirebilirler. Bu da yanlıştır.  

 

“Tabii ki hayır. Hep köylü kalmayacağız.” Ancak, sanayileşmiş ama köylülük bilincini yitirmemiş, genlerindeki tarım, bitki, ağaç sevgisini yitirmemiş bireylerden oluşan bilinçli bir toplum olmamız da mümkündür. 

 

Bir ülkenin hem sanayiye hem tarıma önem vermesi mümkündür. İkisi de önemlidir, ikisinin de yeri ayrıdır. Birbiriyle karşılaştırılmamalıdır ve ikisi birlikte yürütülmelidir.

 

Ancak tarımı, kimyasal gübre ve pestisitler yerine, daha verimli ve “karbon ayakizimizi” azaltacak daha çevreci yöntemlerle yapabiliriz. Hem tarımda hem sanayide karbon ayakizimizi azaltacak önlemler almamız mümkündür.

 

Önce karbon ayakizi nedir sorusunu herkesin anlayacağı şekilde açıklayalım.

En yaygın tarım ürünlerinden domatesi ele alalım.  Domatesin üretimi ve pazara sunumu sırasında pek çok aşamada fosil esaslı yakıt kullanırız. Örneğin, tarla sürülürken traktörün yaktığı mazot, domatesin yetişmesi için kullanılan gübrelerin ve pestisitlerin üretimi sırasında harcanan (doğal gaz, petrol, elektrik vs.) fosil esaslı yakıtların içindeki karbon, sulama yapılıyorsa suyu pompalayan elektriğin üretiminde kullanılan fosil yakıt, domatesi pazara / tüketiciye taşıyan araçların yaktığı yakıtların içindeki karbon. Depolama sırasında soğutma yapılıyorsa harcanan enerji hep domatesin karbon ayakizini etkileyen unsurlardır.

 

Yediğimiz her 1 (bir) kilogram domatesin soframıza gelmesi için belirli bir miktar karbon yanmaktadır. İşte bu karbon miktarına “domatesin karbon ayakizi” diyoruz. Karbon yandığı zaman açığa çıkan ve atmosfere salınan karbondioksit gazına da “karbondioksit eşdeğeri” diyoruz.

 

Yeryüzünde her ürünün, her insanın, her canlının yürüttüğü faaliyetlerden ötürü karbon ayakizi hesaplanabilir. Bazı gıdalara ait karbon ayakizinin göstergesi olan bir kilogram ürün başına karbondioksit eşdeğeri bu yazının sonundaki tabloda verilmektedir. Bu tabloya göre, 1 kg kuzu eti tükettiğimizde atmosfere 39,2 kg karbondioksit salınmasına sebep oluruz. Bu da bir arabanın 91 mil yol aldığında atmosfere saldığı karbondioksit gazına eşdeğerdir. Bu tablodan da görüleceği gibi aslında vejeteryanların tükettikleri gıdalardan ötürü  atmosfere salınan karbondioksit eşdeğeri et yiyenlere göre çok daha düşük düzeydedir.

 

Dünyamızı daha yaşanabilir bir yer yapmak ve iklim değişikliklerini en asgariye indirebilmek için karbon ayakizimizi azaltmamız gerekmektedir.

 

Yine domates, örneğine dönecek olursak, domatesin karbon ayakizini azaltmak için ne yapmalıyız?

 

Her şeyden önce, tarlayı daha az sürmeliyiz; hatta mümkünse sıfır sürümle ekim yapmalıyız (Daha az mazot yakmak için). Sıfır sürümle ekim yapılabilir mi? Eğer toprağınızın kıvamı uygunsa tabii ki yapılabilir. Toprağın kıvamını belirleyen şey ise, toprağın organik madde içeriği, yararlı mikroorganizma sayısı, mineral bileşenlerin oranı, kil miktarı vb. gibi parametrelerdir.

 

İkinci olarak, daha az kimyasal gübre ve pestisit kullanarak üretim yapmalıyız. Kimyasal gübre ve pestisit, üretimleri sırasında en fazla enerji harcamayı gerektiren maddelerdir. Ne kadar az kimyasal gübre ve pestisit kullanırsak o kadar az enerji harcanmış olacaktır. Kimyasal gübre Azot, Potasyum, Fosfor gibi besin elementleridir. Tarlaya attığımız kimyasal gübrelerin tamamı bitkilerin alımına hazırdır ve toprağa attığınız anda, bitki tarafından alınır ya da toprakta su çözeltisine geçer. Yağan yağmurlarla akıp gider ve yeraltı sularına karışır.  Halbuki organik gübreler, bunun tam tersine, bitki aldıkça içerdikleri besin elementlerini yavaş yavaş açığa çıkarırlar.  Bu yüzden kimyasal gübreler ayrıca çevreyi de kirletir.

 

Sebzeleri, meyveleri, mümkün olduğunca pazara yakın yerlerde yetiştirmeliyiz ki taşıma nedeniyle araçların yakacağı yakıttan tasarruf edebilelim. Bu hem ürünün daha ucuz olmasını sağlar hem de ürünün karbon ayakizini azaltır. Türkiye’de bazı yörelerde uygulamaya konan “Kent bostanları” projesi ürünlerin yerinde yetiştirilip yerinde tüketilmesi için çok güzel model oluşturan bir projedir. 

 

Ayrıca, bitkilerin güneşten azami ölçüde yararlanmalarını sağlayabiliriz. Bugün bitkiler fotosentez yoluyla güneş ışınlarından en fazla %1-2 civarında yararlanabilirler. Halbuki fotosentetik bakteriler içeren mikrobiyal gübreler (Yararlı Mikroorganizma içeren gübreler) güneş ışınlarından %12’ye kadar yararlanabilir. Böylece, yetiştirdiğimiz ürünlerin fotosentez kapasitesini artırabiliriz. Fotosentetik bakterilerle birlikte kullanılan diğer yararlı mikroorganizmalar ise, bitkilerin hastalıklara karşı daha dirençli olmalarını sağlar. Böylece, yetiştirdiğimiz bitkinin karbon ayakizini azaltırken aynı zamanda daha yüksek verimli ve hastalıklara karşı daha dirençli bitkiler yetiştirmek mümkündür.

 

Aynı şeyi, bugün betonlaşması, üzerine tesisler yapılması düşünülen meralarımız için de yapabiliriz. Her şeyden önce meralarımız ülkemiz için son derece önemlidir. Hayvanlarımızın yiyecek depolarıdır. Anadolu’da köylümüzün üç beş hayvanı olması, çok önemlidir. Kriz veya kıtlık dönemlerinde (savaş dönemleri de dahil) en azından hayvanının sütüyle beslenebilir; kümesinde yetiştireceği beş on tavuk ile birlikte kendi kendine yetebilir. Kendi kendine yetebilme kırsal alanda yaşayan nüfus için çok önemlidir. Bir ulusun kırsal nüfusunun bu özelliğini yitirmemesi gerekir.  Gelişmiş ülkelerde bu özelliğin yok edilmemesine özen gösterilir. Örneğin, İngiltere’deki köylerde “allotment” denilen  kırsal alanda yaşayanlara ait sebze yetiştirilen ortak sebze bahçeleri vardır. İsteyen köylüler, bu alanda kendi ihtiyaçlarını küçük bir kira karşılığı yetiştirirler. İkinci dünya savaşında örgütlenen İngiliz kadınlarının “allotment”larda tüm ülkenin yiyecek ihtiyacını karşılayarak büyük bir iş yaptıklarını biliyoruz. Ayrıca, tüm köylüler, birkaç inek ve tavuğu da olsa kayıt altına aldırtmıştır. İngilizler bugün bu bahçelerde hala büyük bir istekle tarım yapmaya, sebze yetiştirmeye devam etmektedir.    

 

Meralarımızı, mera özelliğini yitirdi diyerek betonlaştırmak, bir evin bahçesine bahçe özelliğini yitirdi diyerek beton dökmeye benzer. “Bakarsan bağ olur bakmazsan dağ olur” boşa söylenmiş bir söz değildir. Halbuki mera özelliğini yitirdiyse, tekrar mera özelliği kolaylıkla kazandırılabilir. Bu sanıldığı kadar zor bir iş değildir ve zaten ülkemizde belki de tüm meralarımızda iyileştirme çalışmaları yapılmalıdır.

 

Son beş yılda yapılan çalışmalarla ülkemizin meralarının büyük bir kısmının kayıt altına alındığını biliyoruz. Bu takdir edilecek bir çalışmadır ve devam ettirilmelidir. Ancak, bu çalışmayla birlikte meralarımızın verimliliğini ve toprak kalitesini artıracak çalışmalar da kolaylıkla yapılabilir.

 

Böyle bir çalışmanın hemen ilk pratik örneğini biz verelim: Meralarda toprağı hafifçe kabartan bir ekipman ile toprak kabartıldıktan sonra, metrekareye 50 gram kil ve 100 gram yararlı mikroorganizmalarla fermente olmuş buğday kepeği uygularsak, o meradaki otların çok kısa sürede çok hızlı bir şekilde büyüdüklerini ve meranın iyileştiğini görebiliriz. Bu uygulamanın özellikle, hayvanlara kış boyunca pek fazla yem verilmeyen ve bahar aylarında meralara salıverilen Kars gibi yörelerimizde çok faydalı olacağını söyleyebiliriz. Hayvanlar, bu gibi yörelerde hemen hemen yalnızca merada yetişen otlarla beslenirler.   Kimi yıllar iklim nedeniyle yaz gelene kadar otlar pek büyümez ve hayvanlar yeterli besin alamaz. Bu açıdan meralarda yapılacak küçük bir iyileştirme bile hayvanların beslenmesi açısından çok fayda sağlayacaktır. 

 

Kısaca özetleyecek olursak, sebzelerimizi, tarla bitkilerimizi yetiştirirken karbon ayakizimizi azaltacak önlemler almalı, karbon ayakizi yüksek gıdalarımızın karbon ayakizlerini azaltmanın yollarını araştırmalıyız. Meralarımızı, betonlaşmaya karşı mutlaka korumalıyız ve doğal yöntemlerle ve çok düşük maliyetle yapacağımız küçük iyileştirmelerin büyük faydalar sağlayacağını unutmamalıyız.

 

 

Sıralama

Gıda

Kilo Başına CO2  Eşdeğeri

Araba mil eşdeğeri

1

Kuzu eti

39.2

91

2

Sığır Eti

27.0

63

3

Peynir

13.5

31

4

Domuz Eti

12.1

28

5

Hindi Eti

10.9

25

6

Tavuk Eti

6.9

16

7

Ton balığı

6.1

14

8

Yumurta

4.8

11

9

Patates

2.9

7

10

Pirinç

2.7

6

11

Kuruyemiş

2.3

5

12

Fasulye

2.0

4.5

13

Sebzeler

2.0

4.5

14

Süt

1.9

4

15

Meyveler

1.1

2.5

16

Mercimek

0.9

2

 

 

Rakamlar “Environmental Working Group’s Meat Eater’s Guide and the EPA’s Guide to Passenger Vehicle Emissions.” adlı belgeden alınmıştır.

 

 

 

 

Yorumlar (0)