ALPER TAŞ:TÜRKİYE AÇIK BİR FAŞİZME DOĞRU GİDERKEN ORTAK BİR DİRENİŞ ZEMİNİ OLUŞTURMALIYIZ

Gazetekritik’in sorularını yanıtlayan ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş, siyasal islamcılara karşı mücadeleyi yükseltme çağrısı yaptı.

SİYASET 24.12.2016, 21:07 24.12.2016, 21:07
ALPER TAŞ:TÜRKİYE AÇIK BİR FAŞİZME DOĞRU GİDERKEN ORTAK BİR DİRENİŞ ZEMİNİ  OLUŞTURMALIYIZ

 

 

İşte ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş'ın Gazetekritik'in sorularına verdiği o cevaplar:

 

Öncelikle Birleşik Haziran Hareketi neden kuruldu?

Haziran Hareketi, Sol solun kurdudur yaklaşımını yıkmak, sol solun sığınağıdır, sol sola muhtaçtır, sol solun dostudur yaklaşımını, felsefesini solun ve toplumun içerisine taşımak için kuruldu. Ya hep beraber, ya hiçbirimiz dediğimiz için buradayız.

 

 

Siyasal islamcı bir rejim inşa ediliyor. Bu yeni başlamadı, özellikle 2010 yılında Cumhurbaşkanlığına Abdullah Gül’ün seçilmesiyle beraber sürekli kendisini geliştren bir süreç var. Bu sürecin kritik noktası olarak, başkanlık rejimi adı altında anayasa değişikliğiyle bu siyasal islamcı rejimi kalıcılaştırmak istiyorlar. Önümüzdeki dönem en temel görevimiz bu rejimi yenmek, bu rejime geçit vermemek.

 

Tartışma şu: Sistem mi değişiyor, rejim mi değişiyor. Düzenin değişmediği belli, siyasal islamcıların düzenle bir alıp veremedikleri yok. Onlar kapitalist, piyasacı düzenden oldukça mesutlar, mutlular. Araları da çok iyi.

 

CHP diyor ki, “rejim değişikliği yapıyorsunuz.” Onlar da “sistem değişikliği yapıyoruz, Türkiye’nin rejimi belli, Cumhuriyet rejimi” diyorlar. Cumhuriyet ama nasıl bir Cumhuriyet? Biliyorsunuz, İslamcı Cumhuriyet de var.”Rejim Cumhuriyettir, biz sistemi değiştiriyoruz. Daha ne diyorsunuz” diyerek bu meselenin altından kalkamazlar. Yaptıkları şudur; Hem sistemi hem de rejimi değiştiriyorlar. İslamcı rejimi Başkanlık sistemi etrafında örmek, geliştirmek istiyorlar. Bizim bu rejime dur dememiz lazım. Bizim önemli avantaklarımız var, bunun bilincinde olmamız gerekiyor. Esas nokta şu: Siyasal islamcıların artık anlatacak bir hikayeleri kalmadı. Bunu net olarak görmemiz lazım. Çünkü bunlara bel bağlayan herkes, ‘Bunların ne güzel hikayeleri var ve anlatıyorlar, solun bir hikayesi yok’ deyip durdu. Bunlar da hikayelerini anlattı. Hangi hikayeyle AKP – cemaat ortaklığı kendisini inşa etti? Üzülerek söylüyorum ki yanına bazı solcu arkadaşlarımızı da alarak, AKP – cemaat ortaklığı siyasal islamcı rejimin taşlarını hangi hikaye üzerine kurdu, bir düşünelim. Dediler ki, “Askeri vesayete karşı demokrasiyi inşa edeceğiz. Darbelere karşı demokrasiyi inşa edeceğiz.” Bu hikayeyle toplumu inandırdılar, konsolide ettiler. Fakat bir baktık ve gördük ki ikisi de darbeciymiş. Bırakın askeri vesayet rejimini ortadan kaldırmayı, birisi 15 Temmuz’da askeri darbe yaptı, diğeri zaten 7 Haziran’dan başlayarak darbe yapmaya devam ediyor. 15 Temmuz’u allahın lütfu olarak gördü, OHAL ile darbe sürecini derinleştiriyor. Birisi askeri darbeci, diğeri sivil darbeci çıktı, o yüzden topluma anlatacakları bir hikaye yok. Dışarıda ne hikaye anlattı bunlar? İşte modern, müslüman, İslamcı, demokrat falan hikaye. Suriye bataklığına ülkeyi soktular. ABD ile soktular şimdi de Rusya ile o bataklıktan çıkmaya çalışıyorlar. Amaçları, Recep Erdoğan’ın şahsında bir Yavuz Sultan Selim figürü etrafında İran üzerinden Şii İslamı kuşatarak, Sünni İslamın liderliğinde bir Müslüman Kardeşler hinterlandı yaratmaya çalıştılar, eski Osmanlı’nın nüfuz ettiği yerlerde. Maceracı, yayılmacı, mezhepci bir politikanın içerisine gittiler. Kuşatmaya gittiler maalesef kuşatıldılar. Keşke kendileri kuşatılsaydı, keşke kendileri yansaydı ama ülkemizi yakıyorlar. Sonuç olarak bugün Türkiye öyle bir noktaya geldi ki 2011 yılında sosyalistler, sosyal demokratlar, “Suriye bataklığına çekmeyin ülkeyi, o savaş bölgesel bir savaşa dönüşür. O savaş Suriye’yle sınırlı kalmaz. Rusya, İran ile savaşa dönüşür” dedi. 6 yıl sonra imzaladıkları anlaşma bu konuda dışarıda da anlatabilecekleri bir hikayenin kalmadığını ortaya koyuyor. Bunlar “Huzur İslamda” dediler halkımızın dini inancını sömürdüler ama memlekette huzur bırakmadılar. Memleket en güvensiz, en huzursuz dönemini yaşıyor. Herkes kişisel kurtuluş arayışı içerisinde. “Ne olacak memleketin hali” sorusunun bu kadar sık sorulduğu bir dönem Türkiye’de hiç yaşanmamıştı. Yine bunlar, “Bizden önceki dış politika pasifmiş, biz aktif dış siyaset yapacağız. Ortadoğu’ya sırtımızı değil, yüzümüzü döneceğiz” dediler ama yüzümüz, gözümüz kan oldu. İçeride de, dışarıda da anlatacakları bir hikayeleri yok. Devlet örgütlenmesinin nasıl siyasal islamcılaştrıldığının örneği Rus büyük elçisi suikastinde ortaya çıktı. Dağılan, çözülen bir devlet krizi yarattılar.

 

 

‘KENDİ HİKAYEMİZİ OLUŞTURMAMIZ LAZIM’

Anayasa değişikliği ‘yerli ve milli’ propagandası üzerinden yürüyor. Sizin yorumunuz nedir?

Şimdi yeni bir hikaye uyduruyorlar; Yerli ve milli. Yerli ve millilik etrafında sakın buna aldanmayalım. Yerli ve millilik etrafında vatandaşlarımızı yeniden konsolide etmeye çalışıyorlar. Yerli ve milli dedikleri, 12 Eylül’ün özüdür, Türk-İslam sentezidir. Türk-İslam sentezini yeniden cilalıyorlar, bunun İslamcılık boyutu şimdi öne geçiyor. Bir dönem liberal solu yanlarına almışlardı şimdi de bazı ulusolcu kesimleri yanlarına alarak yeni bir hikayeye bizi inandırmak istiyorlar. Bizim kendi hikayemizin etrafında yürümemiz, kendi hikayemizi oluşturmamız lazım.

Siyasal islamcılıkla köklü bir mücadele yürütmemiz, köklü bir hesaplaşma yapmamız lazım. Biz inançla mücadele etmeyiz, biz devrimciyiz. İslamla değil, siyasal islamla mücadele ederiz. Bu ikisinin çok farkında olalım, altını özellikle çizelim. Halkımızın dinini sömüren, siyasal malzeme yapan siyasal islamcılarla mücadele ederiz. Devrimcilerin, solun duracağı çizgi budur. O yüzden, yeniden bir hesaplaşma yapmamız lazım. Siyasal islamcı rejimle hesaplaşmak eskiye dönerek, eskiye özlemle olmaz. Eski içerisinde elbette anlamlı ve önemli noktalar var ama esasen siyaasal islamcı rejime karşı mücadele yeni bir Cumhuriyet inşasıyla mümkündür. Bu tanımlamanın rahatsız edici bir boyutu var, farkındayım. İkinci Cumhuriyetçiler bunu çok kullandı. İkinci Cumhuriyetçilerin manasında bir yeni Cumhuriyetten, yeniden Cumhuriyetten söz etmiyorum. 1923’ün devrimci kazanımları içerisinde geliştirilecek yeni bir Cumhuriyete bizim ihtiyacımız var. Çünkü biz sosyalistler, devrimciler olarak 1923 Cumhuriyetini hep selamladık, ilerici-devrimci bir atılım olarak gördük. Onu eleştirdik aynı zamanda, onu eleştirdiğimiz için bizim arkadaşlarımız idam sehbalarında asıldı, işkencelerde, dağlarda katledildi. Bizim eleştirimiz siyasal islamcılar gibi pazantezi kapalı eleştiri değildi, onların Cumhuriyet eleştirisi gerici bir eleştiriydi. Devrimcilerin Cumhuriyet’e eleştirisi parantezi kapamak değil, parantezi tamamlamak üzereydi ve ilerici eleştiriydi. O devrimci, ilerici eleştirinin üzerinden yürümemiz gerekiyor. Önümüzdeki dönem, Cumhuriyet, demokrasi, laiklik kavramları üzerine konuşuyorsak önümüzde iki temel sorun var: Başkanlık rejimi ve laikliği kazanmak. Şuan fiili bir başkanlık rejimi var. Anayasa yok, Meclis yok. Devlet Bahçeli yardımcı oluyor, devlet krizini çözecek fiili durumu yasallaştıracak. Niye bunu yapmak zorundalar? Fiili durumla gidemezler, suçlar çok birikiyor. Hesap verecekler o yüzden suçlarını da anayasal güvenceye alıp, suçlardan kurtulmak istedikleri için yasal bir güvenceye oturtmak istiyorlar. Filli başkanlık rejimi şuan OHAL ile derinleşiyor. Şu hikayeyi bize anlatacaklar: “Huzur, barış, refah, kardeşlik için başkanlık şart.” Hayır, Türkiye’nin kısa süre içerisinde yaşadığı gerçeklik şudur ki, huzur, istikrar, barış için başkanlığa hayır. Başkanlığa hayır dersek aş, iş, huzur, istikrar olacak. Bu kadar net. Fiili başkanken memleketi bu hale getirenlerin resmi başkan olması durumunda başımız beladan kurtulmaz. Biz demokratik parlamenter sistemi başkanlık rejiminin karşısına koyacağız. Parlamenter sistem krizde diyorlar, nerede krizde?  Bu memlekette doğru düzgün Parlamenter sistem mi olmuşmudur ki krizde olsun? 1965 yılında demokratik parlamenter sistem oturdu, onu da hemen budadırlar çünkü Türkiye İşçi Partili 15 tane sosyaliste dayanamadılar Meclis'te.

 

“Halk seçmiş Cumhurbaşkanını, halkın seçtiğinin yetkileri olacak” diyorlar. Ne münasebet ya? Avusturya Cumhurbaşkanını da geçtiğimiz dönem halk seçti ve adam sembolik olarak oturuyor orada. İlla halkın her seçtiğinin olağan üstü yetkileri oalcak diye bir kural yok, kimse bunları yutturmasın bizlere. Biz demokratikleştirilmiş Parlamenter sistemi istiyoruz, seçim ve siyasi partiler yasası değişsin, %10 seçim barajı kalksın, herkes hazineden ya yararlanmasın ya da adil yararlansın. AKP – MHP’nin anayasa değişikliği taslağının özü, 12 Eylül’ü murada erdirmektir. 12 Eylül Anayasasından kopuş değil, onu tamamlayan bir anayasa değişikliğidir. 12 Eylül anayasasının 3 temel özelliği vardı: Yürütmeyi güçlendirmek, bu anayasa yürütmeyi tekelleştiriyor. İkincisi, piyasacılığı derinleştirmek, piyasacılık derinleşiyor. Üçüncüsü ise, Türk-İslam sentezi üzerinden toplumu bölen, parçalayan bir siyaset tarzı. Bu daha fazla bölücü anayasa değişikliği olarak gündeme gelecektir.

 

Laiklik bu tartışmalarında neresinde duruyor?

Önemli bir diğer nokta ise elbette laikliği kazanmak. Bu bugünden yarına hemen olacak bir şey değil. Başkanlığa karşı mücadele kadar aktüel, güncel değil ama laikliği kazanmalıyız. “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganı geride kaldı. Korunacak bir laiklik maalesef kalmadı. Türkiye’yi yeniden kurmak için laikliği de yeniden kazanacağız. Nasıl kazanacağız? Artık orduya, bürokrasiye, yargıya havale edilecek bir laiklik mücadelesi yok. Zaten orduya havale edilen laikliğin bize neler getirdiğini gördük. 12 Eylül ordusu laikliği budayan bir orduydu. O yüzden laikliği kazanmak bizlerin elindedir. Aşağıdan yukarıda mücadelemizle, İmam hatipleştirmelere, zorunlu din derslerine, 4+4+4 eğitim sistemine, proje okullara karşı Gezi’de olduğu gibi kendi ellerimizle, aşağıdan yukarıya mücadeleyle laikliği kazanacağız.

 

Söylediklerinizi başarabilmek için neler yapılacak, planlarınız nelerdir?

Bugün Türkiye’de fiili bir rejim var ve hiçbir yasaya, hukuka uymuyor. Cumhurbaşkanı anayasayı ihlal ediyor, hepimizi aşağılıyor. Fiili rejime karşı fiili demokrasi organları yaratmak zorundayız. TBMM’ye hapsedilecek bir mücadeleyle olmaz, vekillerimiz bunu bilir, kabul eder. TBMM’de mücadele edilsin tabi ama iş oradan çıkmış vaziyette. Siyasal islamcılara karşı mücadeleyi okullarda, işyerlerinde, mahallelerde yaşamın her alanında ekonomik, sosyal, kültürel her anlamda geliştirip, güçlendirmemiz gerekiyor. Cumhuriyet, nüdâfaa-i hukuk cemiyetleri üzerine kuruldu. Müdâfaa-i hukuk cemiyetleri, o zaman ki İstanbul hükümetine karşı halkın kongrelerde geliştirdiği fiili iktidar organıydı. Yani sarayın ve İstanbul’un iktidarına karşı başka bir iktidarın filizlendirilmesiydi. Bizim de Saraya ve Ankara’nın rejimine karşı Türkiye’nin her yerinde fiili demokrasi organlarını inşa etmemiz gerekiyor. Haziran Hareketi bunu amaçlıyor. Mahallerde meclislerimi kuralım, işyerlerinde insanlara önümüzdeki süreci anlatalım, rehavete kapılmayalım çünkü diğerleri 2023’ün planlarını yapıyor. Türkiye’nin aydınlık birikimi bizdedir. Fiili demokrasi organları arasında direnme organları olmalı. Yani gericilerin, faşistlerin saldırılarına karşı kendimizi savunacağız. Biz kimseye saldırmayız ama kimse de bizim şort giyen kardeşimize, kız kardeşimize dokunamayacak. Bunu kabul edemeyiz, net olmalıyız. Biz 1980 öncesi kimseye saldırmadık, okullarda can güvenliğimiz noktasında mücadele ettiysek, geçmişin sivil faşistlerine karşı mücadele vermişsek siyasal islamcılara karşı dikkatli olmamız lazım. Bu şiddete teşvik değildir ama kimse celladımıza boynumuzu uzatmamızı beklemesin. Türkiye bölünmüş vaziyette. Bölünme dediğimiz bir toprak parçasının başka ülkenin kontrolüne geçmesi değildir. Kimse Türkiye’yi böyle bölemez, gördüğüm kadarıyla kimse de böyle bölmek istemiyor ama Türkiye yürekte, bilinçte bölünmüş. En kötü bölünme budur. Bu Türkiye’yi biz bölmedik, bu Türkiye’yi faşistler, milliyetçiler, gericiler, piyasacılar böldü. Bu Türkiye’yi de bölmek için yine plan yapıyorlar: Milli ve yerli diyorlar. Katar Emirini alıyor, Karadeniz yaylalarını gösteriyor, “Buraları sana pazarlayalım” diye turlar yaptıracak, o milli ve yerli olacak ama yaylaları için mücadele eden Havva ana gayri milli olacak. Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Türkiye’yi birleştirebilecek yegane güç soldur. Sosyalist sol demiyorum, sol fikirdir diyorum.

 

Türkiye açık bir faşizme doğru giderken ortak bir direniş zemini oluşturmamız lazım. Sol, eşitlik, özgürlük ve dayanışma ekseninde Türkiye’yi birleştirecek. Can Yücel ile bitirmek istiyorum: “Kardeş, öyle bir özgürlük / dayanışma ortaya koyacaksın ki özgürlük ama eşitlik bozulmadan eşitlik ama özgürlük ezilmeden.” İşte sana eşitlik, işte sana kardeşik, işte sana dayanışma, işte sana sol.

Yorumlar (0)