İYİ Partili Özlale deprem izlenimlerini yazdı:Otorite boşluğunun yarattığı yıkım..

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ümit Özlale deprem bölgesindeki izlenimlerini yazdı

GÜNDEM 13.02.2023, 12:10 13.02.2023, 12:16
İYİ Partili Özlale deprem izlenimlerini yazdı:Otorite boşluğunun yarattığı yıkım..

Hava kurşun gibi ağır

Depremden hemen sonraki Salı günü Ankara’dan Antakya’ya geçtiğimizde kurşun gibi ağır bir hava karşıladı bizi. Hiçbir şeyi olmayan bir kent karşıladı bizi. Elektrik yoktu, su yoktu, iletişim olanakları yoktu ama daha önemlisi Antakya’da devlet yoktu.

Aynı havayı akşam Kırıkhan’da soluduk. Depremin üzerinden 48 saat geçmesine rağmen 3–5 çadır dışında hiçbir yardım gitmemişti. İnsanlar yıkılan evlerden topladıkları tahtaları yakarak ısınmaya çalışıyorlardı. Çocukların karnına henüz bir lokma yemek girmemişti. Bize refakat eden genç karanlık bir sokaktan geçerken bir evi gösterip: “2 saat önceye kadar bu evlerden sesler geliyordu, şimdi sesler kesildi” dedi. İlerleyen günlerde o kadar çok duyacaktım ki bu sözleri: “Bu evden ses geliyordu, artık gelmiyor.” Hayatım boyunca hiç unutmayacağım bu sözleri.

İlk günler evlerden sesler gelmeye hep devam etti. Seslerin geldiği o evlere yardım için İstanbul’dan Gaziantep Havalimanı’na gönüllüler akıyordu. Bir can kurtarmak için. Oysa çoğu tatsız bir sürprizle karşılaşacaklardı. Hiçbir araç kiralama şirketi arabasını kiralamak istemiyor, taksiler ise Gaziantep merkezine gitmek için 1500 TL istiyorlardı. Bu durumu şikâyet edebileceğimiz bir devlet yetkilisi tabii ki yoktu.

İçiniz şiştiyse güzel haber vererek devam edeyim: bin bir zorlukla ve kendi imkanlarıyla Kırıkhan’a ulaşan gönüllüler o gün orada pek çok hayat kurtardılar. Ulaşan yardımları dağıtabilecek mekanizmalar kurdular.

Antakya ve Kırıkhan’daki tablo Adıyaman merkezin iç sokaklarında ve özelikle Gölbaşı’nda aynıydı. Çocuklar depremin üstünden 3–4 gün geçtikten sonra soğuktan ve hiçbir temizlik önleminin alınmayışından dolayı hastalanmaya başlamışlardı. Cuma günü de yüksek ateş ve ishal haberleri gelmeye başlamıştı. Hatay başta olmak üzere birçok ilde yardım getiren tırlar ilgili AFAD yetkilisine ulaşamadığı ve trafik de hiçbir şekilde düzenlenemediği için yardımlar ihtiyaç sahiplerine ulaşamıyordu.

Her daim siyaset yapmakla, yangından mal kaçırmakla suçlanan (muhalif) siyasi partiler birer sivil toplum kuruluşuna dönüştüler. AFAD ile gelen yardımlar arasındaki bağı sağladılar, zaman zaman ulaşamadıkları AFAD’ı devreden çıkarıp yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaya çalıştılar. Gönüllülere kimi zaman 8–9 yaşlarındaki bir çocuk yol gösterdi, kimi zaman SMS çağrıları. Zaman zaman da hayat kurtardığı bilindiği halde iktidarı kötü gösterdiği için kapatılmasında hiçbir beis görülmeyen twitter. Bir de unutmadan söyleyeyim: 4 sene önce deprem anında drone’larla internet hizmeti vereceğini söyleyen ama istisnasız her yerde hiçbir hizmet sağlayamayan GSM operatörüne herkes bela okudu. Buradan o şirkete de bir çift lafım var: Yalancı ve utanmazsınız!

Yardımı ulaştırmada neredeyse paralize olan devlet, tahliye olmak isteyen vatandaşa da yardım etme konusunda aynı derecede beceriksizdi. Enkazlardan yakınlarını canlı çıkarma umudu bittikçe vatandaşlar deprem bölgelerini terk etmeye başladılar. Bir süre sonra bize en fazla gelen isteklerden biri başka bir şehre yakınlarının yanına gitmek isteyenlerin ulaşım talebiydi. Tabii bu talebi karşılamaya hazır, örgütlü, koordine bir devlet kurumu da yoktu.

İmece usulü ile kurumların açığını kapatmaya çalıştık. Ne kadar kapatabilirsek. Hayat kurtarmaya, karın doyurmaya, tahliye etmeye. Ama varlığımız ancak oluk oluk kanayan bir yaraya makyaj pamuğu ile pansuman yapmaktan ibaretti. İhtiyaç duyduğumuz dört koldan deprem bölgelerini sarabilecek, ön hazırlıkları olan, koordinasyonu iyi beceren, örgütsel yetenekleri güçlü kamusal kurumlardı. Evet devlet oradaydı. Bir köşe başında, bir yardım çadırında. Ama bir devlet gibi sarıp sarmalamadan oradaydı. Beceriksizce, bekleyerek, sendeleyerek oradaydı.

Uzunca bir süredir yaşadığımız bu beceriksizlik hali bu korkunç depremin yol açtığı hasarın da en büyük sorumlusu oldu. Aslında felaket geliyorum demişti. Bu beceriksizliğin nelere yol açabileceğini yakın bir geçmişte orman yangınlarında ve Bozkurt faciasında fazlasıyla tecrübe etmiştik. Ama her seferinde takdiri ve sorumluluğu kendisinde görmeyen (daha doğrusu görmemek işine gelenler) bugün yaşadığımız vahim tabloya da davetiye çıkarıyordu.

Devletin kurumlarının itibarını ve işlevini kaybetmesi sonucunda neredeyse her alanda devlete alternatif kurumlar ortaya çıkıyordu. Enflasyon rakamlarında TÜİK’e duyulan güvensizlik ENAG’ı ortaya çıkarmıştı. Kimse artık devletin gerçek rakamları verdiğine inanmıyordu. Kim bilir hangi tür alavere dalavereler yapılıyordu. Depremde de devlet kurumlarına duyulan güvensizlik benzerdi. Yurtdışından gelecek olan yardımların bir kısmı için Diyanet Vakfı adres gösterildi. Netice de Ahbap, AFAD’dan daha büyük yardım topladı. İyi ki Ahbap vardı, insanlara güvenebilecekleri bir yardım yolu sağladı. Ama topladığı yardımlar, kendi vatandaşına güvenmeyi de bırakmış devletin gözüne battı. Oysa AFAD da bizimdi, Ahbap da. Bunu devlet bize hatırlatacağına, biz devlete hatırlattık. Bak biz de seniniz ey devlet! Unutma bizi.

Bu güvensizlik, bu devlet itibarının olağanüstü erozyonu hiç kuşkusuz boş yere olmadı. Karar alma mekanizmalarındaki hantallık ve çoğu zaman yanlış karar verme vatandaşın devletin tarafsızlığını ve kabiliyetini sorgulamasına yol açtı. Bu hatalar depremden önce yapıldığı gibi, deprem sırasında da yapılmaya devam etti. Depremin yıkıcı etkisi ilk anda bilinmesine rağmen ordunun desteğine geç ve sınırlı olarak başvurulması ya da Borsa İstanbul’un hemen kapatılmaması gibi örnekleri çoğaltabiliriz

İtibar erozyonuna katkı yapan bir başka etken de devletin insan kaynağındaki çürüme oldu. Son dönemlere damgasını vuran iki kelimeden birinin “liyakat” diğerinin de “tensip” olması hiç de boşuna değildi. Bu dönemde en kritik pozisyonlardan birini işgal eden AFAD Afetle Mücadele Genel Müdürü’nün İlahiyat Fakültesi ve Diyanet Vakfı dışında bir tecrübesinin olmaması liyakatsizliğe çok iyi bir örnek olarak hafızalara kazındı.

Üstelik bu sadece bir istisna değil, yapısal bir sorundu. Depremin başından beri sahada olan biri olarak valisinden tutun AFAD İl Müdürü’ne kadar ne yaptığını bilen kişi sayısının bir elin parmaklarını geçtiğini görmedim. Isınmak için tüp sağlamak isteyen şirketler, ilaç dağıtmak isteyen eczacılar, hayat kurtarmak için yardıma gelen gönüllüler, havaalanlarında bekleyen uluslararası yardım kuruluşları hep devlet dışı aktörlerle çalışmak zorunda kaldı.

Karar alma sistemindeki boşluklar ve yetersiz insan kaynağı iki problemi daha ortaya çıkardı. İlk olarak, doğru bir kaynak/yardım dağılımı yapılamadı. Örneğin içme suyu bolluğu yaşanırken temizlikte kullanılacak ve çok daha ucuza temin edilebilecek su tankerleri yoktu. Şehrin merkezlerinde giysi çöplükleri oluşurken köylere mont ya da bere gitmedi.

İkincisi devletin ortaya çıkan sorunları öngörememesi ve neredeyse sadece reaktif davranmasıydı. Deprem bölgesinde öncelikli ihtiyaçlar her gün değişirken, devletin kurumları ortaya çıkacak olan bu ihtiyaçları ancak ortaya çıktıktan sonra tespit edebiliyordu. Bu da sorunlara etkili bir şekilde müdahale etme kapasitesini ciddi bir biçimde sakatladı. İlk dört günün öncelikli problemi arama ve kurtarma, su, gıdaya erişim ve ısınmaydı. Büyük aksaklıklar yaşandı. Bundan sonraki süreçte öne çıkması mümkün olan salgın ve güvenlik risklerinde de ön alıcı bir yaklaşım maalesef hala sahada yok.

Sonuç olarak, devletin bilinçli olarak ya da beceriksizliği sonucu yarattığı boşluğu kurumlar hızla doldurmaya başladığında beklenildiği gibi çok başlılık ortaya çıktı. Bu çok başlılıktan ise yine en çok sahadaki gönüllüler şikâyet etti. Bulabildikleri her yerde devlet kurumları ile çalıştılar, mevki/makam sahiplerini eyleme geçmeye teşvik ettiler. Koordinasyon sağlamak için ellerinden geleni yaptılar. Zira birebir sahada olanlar olarak onlar bu otorite boşluğunun yaratacağı yıkımın farkındaydılar.

Oysa bilmiyorlardı ki o sırada ulaşmaya çalıştıkları devlet yetkilileri asrın felaketi videosunu çekiyor, daha insanlar enkaz altındayken sorumluluğun siyasi değil doğal olduğunu ispatlamaya enerjilerini harcıyorlardı.

Oysa o kurşun gibi ağır havada tek bir nefes içinize çektiğinizde bile hissettiğiniz öfkeydi. Devletin yokluğuna duyduğunuz öfke. Açlık ve acı ile karışarak bedeninin her cüzünü bir diğer cüzüyle bağdaştırıp, yenileştiren o öfke…

Yorumlar (1)
Ayşegül Yurdaçalış 1 yıl önce
Çok yararlı bir durum değerlendirmesi olmuş. Teşekkürler.