Erdoğan Toprak:Türk lirası değer kaybediyor; ülke işsizlikten kırılıyor!

CHP İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı Erdoğan Toprak, "her zaman olduğu gibi TÜİK’in eylül ayı işsizlik ve istihdam verileri de tıpkı enflasyon oranlarıyla ilgili tartışmalara benzer şekilde ülkenin mevcut gerçekleri ve ekonomide yaşanan ağır işsizlik tablosuyla örtüşmemektedir." tespitinde bulundu.

EKONOMİ 16.11.2021, 11:13 16.11.2021, 11:30
Erdoğan Toprak:Türk lirası değer kaybediyor; ülke işsizlikten kırılıyor!

GAZETEKRİTİK/ CHP İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı Erdoğan Toprak, Türkiye'nin şuan içinde bulunduğu durumu "şu an itibarıyla iktidarın kontrolünden çıkmış, sahipsiz hale gelmiştir. Giderek de daha beter yanlış kararlar ve adımlarla ülke topyekûn felakete götürülmektedir." ifadelerini kullanarak özetledi.

İşte Erdoğan Toprak'ın yayımladığı haftalık raporundan ekonomiye dair tespitleri şu şekilde:

Türkiye, 95 ülkenin üç ekonomik kriterle değerlendirildiği son raporda dünyada en riskli ve kırılgan 5 ülke arasında sayılırken, Orta ve Doğu Avrupa- Orta Asya–Kafkasya’yı kapsayan bölgesel tasnifte ise 63 ülke arasında en kırılgan ilk 4 ekonomiden birisi. EBRD Başkanı, yatırımcıların Türkiye’de ‘net ve güvenilir bir ekonomik politika çerçevesi’ görmeleri gerektiğini, aksi halde yatırımcının gelmeyeceğini açıkladı.
Küresel düzeyde ülke ekonomilerinin değerlendirildiği, doğrudan ve portföy yatırımcılarının yönlerini belirlemelerine yönelik son raporda Türkiye, risk ve kırılganlık sıralamalarında dünyada 5, bölgesinde 4 ülke arasında yer aldı. Almanya merkezli, Avrupa ve dünyanın köklü saygın kuruluşlarından Scope Ratings, 2021 Risk Değerlendirme ve Sıralaması Raporu’nda ekonomilerini değerlendirdiği 95 ülke içinde dünyada en riskli ilk 10 ülkeyi; Lübnan, Zambiya, Angola, Gürcistan, El Salvador, Belarus, Sri Lanka, Arjantin, Ermenistan ve Türkiye olarak sıraladı. Ülke ekonomilerinin cari açık, dış borç, yabancı sermaye ve dış yatırım çekebilme cazibesi kriterlerine göre değerlendirildiği raporda 95 ülke arasında sondan 91’inci sırada yer alan Türkiye’nin geçebildiği son dört ülke ise Kolombiya, Zambiya, Angola ve Lübnan. Coğrafi bölgeler itibarıyla da ayrıca ülkeleri risk tasnifine tabi tutan Scope Ratings, Orta ve Doğu Avrupa-Kafkasya- Orta Asya bölgesinde yer verdiği Türkiye’yi bölgedeki 63 ülke arasında en riskli son 4 arasında saydı. Buna göre coğrafi tasnifte Türkiye ile bu bölgedeki en riskli ve en kırılgan diğer 3 ülke Ermenistan, Gürcistan, Belarus.


Bu sonuçlarla Türkiye, dünyada ‘en kırılgan 5’li’ bölgesel olarak da ‘en kırılgan 4’lü’ arasında.Kuruluş, ekonomileri ‘çok riskli ve aşırı kırılgan’ olarak nitelendirilen ülkelerin negatif anlamda ortak özelliklerini şöyle saptadı;
⦁    Ulusal para birimlerinin zayıflaması ve değersizleşmesi
⦁    Cari açık sorunu
⦁    Ülkeden sermaye çıkışı ve kaçışının riskli düzeyde olması
⦁    Döviz rezervlerinin düşük ya da eksi düzeyde bulunması
⦁    Artan ve çevrilmesi hızla zorlaşan dış borç stoku


Raporun Türkiye ile ilgili tespitlerinde şu görüşler dile getiriliyor;
Türkiye’nin kredi ve risk notu 2020’den beri zayıflıyor. Türkiye’nin risk profilindeki bozulma ekonomideki yanlış yönetimden, ağırlıklı olarak tüm güçlerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’da toplanmasından kaynaklanıyor.Eylül ayından bu yana 300 baz puan faiz indirimi Cumhurbaşkanı’nın Merkez Bankasına müdahalelerini açıkça ortaya koydu. Türkiye’nin reel güncel politika faizi, enflasyona karşı önce eksi yüzde 3,2, son olarak ise eksi yüzde 3,8’le küresel olarak gelişen piyasalarda en düşük seviyeye gerilerken, enflasyon yükselişi ve sermaye çıkışı riskini artırdı. Uygulanan aşırı gevşek para politikası döviz üzerinde baskı yaparken enflasyonu yükseltiyor ve dengesizlikleri kontrolsüz şekilde besliyor. Merkezi yönetim kamu borç stokunun yüzde 58’inin döviz üzerinden olduğu ve TL değer kaybedip zayıfladıkça bu oranın hızla arttığı, bunun yanında özel sektörün net döviz yükümlülükleri dikkate alındığında durum çok daha endişe verici şekilde derinden kırılganlaştı.


İktidarın bu tespitler ve dünya sıralamasında gelinen dip nokta açısından yine ‘dış güçler’ senaryosuna sarılması yüksek olasılık. Ancak, değerlendirmelere esas alınan kriterler ve iktidarın açıkladığı resmi veriler açısından bakıldığında dış güçler senaryosunun ‘asılsız ve temelsiz’ olduğu apaçık.


Resmi verilerle ekim sonunda 400 milyar doları aşan kamu-özel dış borç stoku geri ödeme vadesi ve her saat başı yükselen döviz kurlarıyla TL bazında her gün milyarlarca lira kabarıyor, çevrilmesi güçleşiyor. Merkez Bankası’nın bağımsız değil CB Erdoğan kontrolünde olduğu, akıl ve ekonomi dışı faiz kararları başta olmak üzere tüm kararların siyasi talimatla alındığını herkes biliyor ve artık iktidar ve MB yönetimi de bunu inkâr etmiyor. Enflasyonla mücadele, fiyat istikrarının ve TL’nin değerinin korunması ilkelerinin terk edildiği doğrudan MB Başkanı tarafından açıklandı ve dördüncü enflasyon raporunda yer aldı.


En kritik noktalardan birisi ise hazinenin yurt içinden de TL dışında dövize endeksli borçlanmaya gitmesi ve iç borç stokunun da yüzde 30’unu aşan kısmının dövize endeksli olması! Bu da kur artışlarıyla birlikte dış borcun yanında iç borç stokunun da her saat başı milyarlarca lira artması anlamına geliyor.


Kamu harcamalarının şeffaf ve hesap verilebilir olmadığı, bütçe kaynaklarının tüketildiği, vergi başta olmak üzere kamu gelirlerinin ve alacaklarının tahsil edilemediği, bugüne kadar 19 yılda 12 kez çıkartılan ve son olarak 6 ayda iki kez yenilenen vergi-SGK borçlarının yapılandırılması yasalarıyla apaçık ortada. Türkiye’ye doğrudan yabancı yatırım sermayesi girişlerinin durduğu Wolksvagen’in 4 milyar euroluk yatırımdan vazgeçmesiyle somutlaşırken, enflasyonun 4 puan altına düşürülen politika faiziyle birlikte sıcak para girişinin bile olmadığı, yerli-yabancı portföy yatırımcılarının ve yerli yatırım sermayesinin hızla Türkiye’yi terk ettiği MB resmi verilerine de somut şekilde yansıyor.

Nitekim Türkiye’ye en yüksek fon sağlayan, 2020 yılında 1,7 milyar Euro yatırım fonu aktaran Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) Başkanı Odile Renaud- Basso, uzun vadeli yatırımcılar ve sürdürülebilir büyüme için net ve güvenilir bir çerçeveye, uygun bir politika karışımına sahip olmak olduğunu dile getirdi. Bu resmî açıklamanın en basit anlamı; iktidarın uyguladığı politikalar, güven vermeyen, hukuk güvencesinin olmadığı bir yatırım ortamına yatırımcının gelmeyeceği, EBRD’nin fon-kaynak-kredi aktarmaktan vazgeçebileceği demek.


İktidarın ‘ABD-AB Türkiye ekonomisine bakınca şoka girdi, Türkiye’yi kıskanıyorlar’ vb. söylemler tamamıyla yalan ve aldatmacadan ibarettir. ABD-AB sıralanan risk ve kırılganlıkların hangisini kıskanacak? İktidar, ülke ekonomisini sürüklediği noktada, Türkiye’yi aynı kategoriye soktuğu bu ülkelerin Türkiye’yi kıskandığını söyleyip bununla övünüyorsa dilediği kadar övünsün!

SANAYİ ÜRETİMİ DARALIYOR
Sanayi üretimi beklentilerin iki katını aşan düzeyde daralma gösterirken, yüzde 10,2 olan yıllık artış beklentisine karşılık üretim artışı yüzde 8,9’da kaldı. İktidarın faizi düşürüp, kurları yükseltip, ihracatı artırarak cari fazla verme yoluyla enflasyonu düşürme şeklinde yaptığı planın tutmayacağının ilk işareti sanayi üretimindeki daralmayla kendisini gösterdi!


Sanayi üretiminde salgının yoğun şekilde yaygın olduğu geçen yıla kıyasla gözlenen baz etkili artış yerini yeniden düşüşe ve üretim daralmasına bıraktı. Açıklanan Eylül 2021 verilerinde aylık bazda yüzde 0,7 daralması beklenen sanayi üretimi beklentilerin iki katının üzerinde ve yüzde 1,5 daraldı. Aynı şekilde yıllık yüzde 10,2 artması beklenen sanayi üretimindeki yıllık artış da yüzde 8,9 düzeyinde gerçekleşti.


Alt sektörler incelendiğinde, 2021 yılı Eylül ayında madencilik ve taş ocakçılığı sektör endeksi yüzde 7,9, imalat sanayi sektörü endeksi yüzde 9,7 ve elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektörü endeksi yüzde 1 arttı. Buna karşılık alt sektörlerdeki aylık gelişmelerde ise eylül ayında madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksi bir önceki aya göre yüzde 2,2 artarken, imalat sanayi sektörü endeksi yüzde 1,6 ve elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektörü endeksi yüzde 3,2 düşüş sergiledi.

İmalat sanayiindeki sektörlerin eylül ayında üretim düşüşü göstermesi duraklama ve gerilemede başlangıç olarak görülmeli.İktidarın faiz ve kur politikasıyla ihracatı artırıp, ithalatı kısarak cari fazla verme ve enflasyonu bu şekilde düşürmeyi öngören politikalarının sonuçsuz kalmaya mahkûm olacağına ilişkin işaretler şimdiden kendisini göstermeye başladı.Özellikle ihracata dönük üretim yapan sanayinin aynı zamanda büyük ölçüde ithalata, ithal hammadde, ara malı, yatırım malı ve makine teçhizata bağımlı olduğunu ısrarla ve sürekli vurguluyorum.
O nedenle kurların yükselmesine duyarsız kalınarak ihraç mallarımızın ucuzlamasının ihracat artışı ve döviz bollaşması getirmesini hedefleyen bu politika terazinin ithalat kefesini gözden kaçıran bir politikadır.Bir süreliğine kur artışlarıyla döviz karşısında ucuzlayan ihraç ürünlerine talep artsa da bir süre sonra aynı kur artışı gerekçesiyle pahalanan ithal girdi maliyetlerindeki artış ihracattaki bu fiyat avantajının kaybolmasına neden olacaktır.

Bunun sonucunda sanayici aynı ürünü daha pahalıya mal ettiği için ihraç fiyatını artırmak ya da maliyetini düşürebilmek için üretimi- ithalatı kısmak zorunda kalacaktır.
Açıklanan veriler eylül ayına ait olmasına karşılık üretimin düşüş eğilimine girdiğini göstermektedir. Özellikle eylül ve ekim aylarında art arda yapılan 3 puanlık faiz indirimi sonrasında hızla yükselerek 8,50 TL’den 10 TL’ye ulaşan dolar kuru ve 11 TL’nin üzerine çıkan Euro kurundaki artışlar sanayicinin üretim maliyetlerine henüz yansımamıştır.

Ekim ve Kasım aylarına ait veriler açıklandığında sanayi üretiminin daha da daralması şaşırtıcı olmayacaktır.
Dolayısıyla bu kur artışı, enerji zamları, ithal girdi fiyatlarındaki yükselişler asıl üretim maliyetine yansıdığında üretim düşüşü, üretimin kısılması ve kapasite kullanımının aşağı çekilmesi daha belirgin hale gelecektir. Son iki ayda ithalattaki daralma ve gerileme bunu somut şekilde göstermektedir.
Kur artışları ve diğer girdilerdeki yükseliş trendi devam ettikçe sanayi üretimi, istihdamı ve ihracatındaki gerileme büyüme hızını da aşağı çekecek şekilde kendisini gösterecektir. Tüm bunların temelinde yatan ise iktidarın ekonomiyi, sanayiciyi, üreticiyi, aklı dışı, maceracı ve temelsiz kur-faiz- döviz-enflasyon çemberine hapsetmiş olmasıdır.

TÜRK LİRASI DEĞER KAYBEDİYOR
 Türk lirasının yabancı paralara karşı değer kaybı hızla artıyor. Yılbaşında 7,36 TL olan ABD doları geçtiğimiz hafta 10 TL’ye ulaştı ve TL’deki değer kaybı 11 ayda yüzde 30’a vardı. Kurların nereye varacağı konusunda kendisini ‘ekonomist’ ilan eden Cumhurbaşkanı Erdoğan da dahil ekonomi yönetiminden bir ses çıkmıyor. Oysa bu süreç Türkiye ekonomisini hızla bir felakete sürüklerken iktidar olan biteni sadece seyrediyor!


TL’nin yabancı paralar karşısındaki değer kaybı hızlandı. Yılbaşında dolar/TL 7,36 iken 12 Kasım itibarıyla gün içinde 10 TL’yi de aşarken haftayı 9,97-9,99 arasında kapattı. Gayri resmi döviz piyasası olarak nitelendirilen Kapalıçarşı-Tahtakale gibi merkezlerde ise 10,20 TL üzerinden dolar alışverişi yapıldığı gözlendi. Baştan itibaren ısrarla dile getirdiğim gibi Merkez Bankası (MB) kurlarıyla piyasa arasında fark ve çifte kur oluşmaya başladı. Bu gelişme ekonomi yönetiminin enflasyondan sonra döviz kurları üzerinde de kontrolü kaybetmeye başladığını çok riskli bir sürece girildiğini gösteriyor.
Merkez Bankası’nın bu hafta 18 Kasım’da yapılacak Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı öncesinde hızlanan kur artışlarının arkasında yatan ana etken MB ve ekonomi yönetiminin CB Erdoğan’ın talimatı ve ısrarlı baskıları nedeniyle politika faizinde indirimlere devam edeceği yönündeki beklenti. PPK toplantısında 1-1,5 puanlık bir faiz indirimi beklentisi iç ve dış piyasalarda ağırlık kazandı. Şayet PPK’dan bu yönde karar çıkarsa TL’deki değer kaybının ve tabii ki kurlardaki artışın daha da hızlanması söz konusu olacak. İktidarın faizi indirip kurların yükselmesine bilerek yol verdiği ve bu yolla ihracat artışını hedeflediği saptamalarına karşılık Hazine ve Maliye Bakanı bu değerlendirmeleri reddediyor ve dalgalı kur politikası uyguladıklarını ifade ediyor. Ancak görünen gerçek enflasyondan sonra kurlar üzerinde de kontrolün kaybedildiği. TL artık gün içinde yabancı paralar karşısında birkaç kez devalüe ediliyor. TL değer kaybettikçe ülke ve insanlarımız hızla daha da yoksullaşıyor.


Döviz kurlarındaki bu gidişin sürmesi halinde;
⦁    Önlenemez şekilde tüm mal ve ürünlere yüksek oranlı zamlar gelecek. Tıpkı kur artışları gibi zamlar da artık haftalık ya da günlük hale dönüşecek.
⦁    Bazı mallar ve ürünler kur artışlarından ötürü olağanüstü pahalandığı için üretilemeyecek, ithal edilemeyecek ve bulunamaz hale geleceği için de karaborsa ve tezgâh altı satış süreçleri başlayacak.

⦁    TL değer kaybettiği döviz ise kesintisiz şekilde değer kazandığı için bireyler ve kurumlar daha fazla döviz satın almaya yönelecek ve dövizdeki yükseliş daha da fazla tetiklenecek. TL’deki alım gücü ve istikrar yok olduğu için ekonomide alışverişler, fiyatlar, sözleşmeler, kontratlar bir dönem yaşandığı gibi döviz üzerinden, dolar-euro olarak yapılmaya başlanacak.
⦁    Türkiye yabancılar ve yabancı para sahipleri için ucuz-kelepir ülke haline gelecek. Ülkenin sanayi kuruluşları, turizm ve üretim tesisleri, taşınır-taşınmaz varlıkları yabancılar tarafından yok pahasına fiyatlarla kapışılacak. Türkiye’nin varlıklarının el değiştirmesi, yabancılara geçmesi, ülke ekonomisinin yabancılaşması hızlanacak ve ulusal ekonomide kontrolün kaybedilmesi süreci yaşanmaya başlanacak.

Özetle ekonomi, şu an itibarıyla iktidarın kontrolünden çıkmış, sahipsiz hale gelmiştir. Giderek de daha beter yanlış kararlar ve adımlarla ülke topyekûn felakete götürülmektedir.

ÜLKE İŞSİZLİKTEN KIRILIYOR
Eylül 2021 itibarıyla resmi işsizlik oranı yüzde 11,5 olarak açıklanırken, eylül ayında işgücüne katılanların 356 bin kişi, bir aydaki istihdam artışının 426 bin kişi ve bir yılda istihdam edilenlerin sayısındaki artışın 2,2 milyon kişi olduğu duyuruldu. TÜİK, resmi işsiz sayısının ise ağustos ayına göre 70 bin kişi azalarak 3 milyon 794 bin kişiye gerilediğini açıkladı.


TÜİK, eylül ayında ülke genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısının ağustos ayına göre 70 bin kişi azalarak 3 milyon 794 bin kişi olduğunu, işsizlik oranının ise 0,3 puan azalarak yüzde 11,5 düzeyinde gerçekleştiğini duyurdu.TÜİK’in açıkladığı eylül ayı işsizlik oranı geçtiğimiz haziran ayında yüzde 10,6 olan resmi işsizlik oranından sonra 2018’den bu yana son üç yıldaki en düşük işsizlik oranı.TÜİK’e göre 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta da işsizlik gerilemiş ve önceki aya göre 0,9 puan azalışla yüzde 21,5 seviyesine inmiş. Gençlerdeki istihdam ise 0,3 puanlık artışla yüzde 32,7 olmuş.TÜİK’in ‘atıl işgücü’ olarak nitelendirdiği geniş tanımlı işsizlik oranı ise eylül ayında bir önceki aya kıyasla 0,2 puan artarak yüzde 21,9 oranında gerçekleşmiş görünüyor.

İşgücüne katılım bir önceki aya göre 356 bin kişi artarak 33 milyon 48 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,5 puanlık artış ile yüzde 51,7 olarak kaydedildi.Rakamlara bakılırsa, eylülde işgücü 356 bin kişi artmasına karşılık bu kişilerin tamamından daha fazla kişi işe yerleştirilmiş ve istihdam artışı bir ayda 426 bin kişi olmuş. Geçen yılın eylül ayına kıyasla bir yıldaki istihdam, yani işe girenlerin sayısı ise 2,2 milyon kişi artmış.Dolayısıyla TÜİK’in rakamları en basit hesapla son bir yılda her ay en az 244 bin kişinin işe girdiğini gösteriyor. Ağustos ayında istihdam edilenler 15 bin kişi azalırken birdenbire eylül ayında 426 bin kişiye birden iş bulunuyor.Daha önce de vurguladığım gibi, işgücüne katılım yani çalışabilecek nüfus artmasına karşılık işgücüne dahil olmayanlar daha fazla olunca işsizlik oranı ve işsiz sayısı da doğal olarak düşük oluyor. İşgücüne katılım oranı üstte de vurguladığım gibi eylül ayında yüzde 51,7 olarak açıklandı. Bunun yüzde 70’ini erkekler yüzde 30’unu ise kadınlar oluşturuyor.Özellikle çalışabilecek durumdaki kadın nüfusta işgücüne katılım uzun süredir yüzde 30 düzeyinde adeta donmuş halde. Çalışma çağındaki kadın nüfusun yüzde 70’i nedense çalışmak istemiyor, iş de aramıyor!

Her zaman olduğu gibi TÜİK’in eylül ayı işsizlik ve istihdam verileri de tıpkı enflasyon oranlarıyla ilgili tartışmalara benzer şekilde ülkenin mevcut gerçekleri ve ekonomide yaşanan ağır işsizlik tablosuyla örtüşmemektedir.

Yorumlar (0)