GÜVENTÜRK GÖRGÜLÜ:‘MEDYANIN HABERCİLİĞE DÖNMESİNİ BEKLEMEK İYİMSERLİK OLUR’

Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Güventürk Görgülü “‘Aman şimdi bunun sırası değil’, ‘Aman şu partiyi, bu adayı yıpratmayalım’ gibi kaygılar haberin önüne geçiyor” dedi.

MEDYA 15.10.2023, 12:08
GÜVENTÜRK GÖRGÜLÜ:‘MEDYANIN HABERCİLİĞE DÖNMESİNİ BEKLEMEK İYİMSERLİK OLUR’

Toplumda dezavantajlı olarak görülen grupların, siyasi partiler ve medya aracılığıyla seçim gündemine ne kadar taşındığını tespit etme amacıyla “Büyük Veri Analiziyle Türkiye’de 2023 Seçimleri Çemberin dışında bırakılanlar” raporu Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Güventürk Görgülü tarafından hazırlandı. Rapor Halk TV, A Haber ve Habertürk kanallarının ana haber bültenleri ve aynı süre içinde, Twitter paylaşımlarından derlendi. Görgülü ile raporun detaylarını, sosyal medyanın etkilerini, ana haber bültenlerini ve önümüzdeki seçim sürecinde medyayı nelerin beklediğini konuştuk. Görgülü rapora dair “Medyada da tartışılan üç grup tespit ettik; Kürtler, yoksullar ve mülteciler. Bunlar dışında kalanlar medya tarafından neredeyse unutulmuş gibi” diyor ve ekliyor: “‘Aman şimdi bunun sırası değil’, ‘Aman şu partiyi, bu adayı yıpratmayalım’ gibi kaygılar haberin önüne geçiyor. Oysa bir haber kanalının veya gazetecinin görevi gerçeklerden söz etmek, kimseye seçim kazandırmak değil.” 

KÜRTLER, YOKSULLAR VE MÜLTECİLER
Raporun içeriğinde dikkat çeken ayrıntıları sizden alarak başlayalım isterseniz. Neler var raporda?

Evet, milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçim döneminde 28 Mayıs’a giden sürecin son 35 gününü mercek altına aldık, Türkiye’de “dezavantajlı” olarak tanımladığımız 12 grupla ilgili haberleri ve paylaşımları izledik. Bunlar Alevi, Hristiyan, Mülteci, Yoksul, Kadın, Roman,


Engelli, Kürt, Rum, Ermeni, LGBTİ+ ve Yahudi gruplarıydı. Üç kanalın haber bültenlerindeki 70 binin üzerindeki cümleyi ve 320 binin üzerindeki Twitter paylaşımını, ayrıca parti ve ittifakların seçim bildirgelerini taradık.

Dezavantajlı gruplar açısından  baktığımızda elde ettiğimiz sonuçlarda ilk dikkat çeken nokta, bazı grupların tamamen yok sayılması oldu. Bazı gruplar ise partilerin gündemine, bildirgelerine girmekle birlikte, medyanın ve sosyal medyanın gündeminde çok çok az yer alabiliyorlar. İzlediğimiz gruplar içinde, partilerin en fazla siyasi malzeme olarak kullandıkları ve medyada da tartışılan üç grup tespit ettik; Kürtler, yoksullar ve mülteciler. Bunlar dışında kalanlar medya tarafından neredeyse unutulmuş gibi.

Örnek vermek gerekirse, Aleviler, müslüman olmayan azınlıklar, LGBTİ+’lar ve Romanlar ne parti bildirgelerinde yeterince yer alabiliyor ne de medyadaki seçim tartışması içinde gündem olabiliyor. Yani çözülmesi gereken pek çok sorunları olmasına rağmen bu gruplar adeta gündemin dışına itilmiş. Bu grupların toplamından AKP seçim bildirgesinde yüzde 0,49, Millet ittifakı mutabakat belgesinde yalnızca yüzde 0,22 oranında söz ediliyor. YSP-HDP ile TİP seçim bildirgelerinde yüzde 1,39 ve 2,34 olmak üzere biraz daha fazla görünür hale gelseler de bunları medyanın gündeminde nedereyse hiç göremiyoruz. Üç TV kanalının 35 günlük ana haber bültenlerinin toplamında bu grupların tamamından yalnızca yüzde 0,37 oranında söz ediliyor. Bunların içinde Romanlar ve LGBTİ+’lar hemen hiç yok diyebiliriz.

Kadınlar ve engelliler ise parti bildirgelerinde daha yüksek oranlarda yer bulmalarına rağmen seçim gündeminde çok az tartışılan iki grup. Bu durumdan büyük ölçüde medyanın sorumlu olduğunu söyleyebiliriz. Yani kimse gündem dışına çıkıp, “siz bu konuda neler öneriyorsunuz, bu sorunlara nasıl bakıyorsunuz” diye siyasetçilere sormuyor veya bu konularda haber yapmıyor. Oysa seçim süreci tam da bu sorunların gündeme getirilmesi için bir fırsat.

DÜŞMANLAŞTIRMA VE TERÖRLE İLİŞKİLENDİRME
Dezavantajlı gruplarla ilgili konular arasında seçim döneminin en ağırlıklı gündemini “Kürtler”, “HDP Operasyonları”, “Yoksullar” ve “Mülteciler” oluşturdu diyorsunuz. Ama bu gündemler nasıl yer aldı haber bültenlerinde?

Kürtler medyada parti bildirgelerinde yer aldıkları oranın çok çok üzerinde yer buluyorlar. Ancak gündemde tutulmalanı herhangi bir sorunun tartışılmasına veya çözümüne yönelik değil. Daha çok, düşmanlaştırma, karşılıklı suçlama, terörle ilişkilendirme gibi konuları kapsıyor. Seçim öncesinde başlatılan HDP’ye yönelik operasyonları da düşündüğümüzde Kürtlerle ilgili negatif ve saldırgan söylem haber bültenlerinde kendine epey yer buluyor. Geçme sıklığına baktığımızda Kürtler ve HDP operasyonları konusunda en fazla haberi ATV’nin yaptığını görüyoruz. Bu konularda Halk TV çok daha az haber yapmakla birlikte her iki kanaldaki negatif dil oranının yaklaşık üçte birle birbirine çok yakın olması dikkat çekici bir ayrıntı. Habertürk’te ise Kürtler ve HDP operasyonlarıyla ilgili hem daha az haber görüyoruz hem de negatif dil oranı yüzde 10 civarında kalıyor. Yani Habertürk’ün diğer iki kanala göre daha tarafsız veya nötr bir dil kullandığını söyleyebiliriz.  


Mülteciler ağırlıklı olarak ikinci turun konusunu oluşturuyor. Burada da tahmin edebileceğiniz gibi CHP’in söylem değişikliğine paralel olarak Halk TV öne çıkıyor. Mültecilerle ilgili en fazla haberi Halk TV yaparken negatif dil yine üçte bir oranında seyrediyor. Diğer iki kanalda ise mülteci haberleri adet olarak hem çok daha az hem de negatif dil oranı dörtte birler düzeyinde.

Yoksul grubunda ise negatif dilden değil tartışmanın içeriğinden söz etmek yerinde olur çünkü televizyonlardaki yoksulluk haberleri “asgari ücret”, “en düşük emekli maaşı” temaları çevresinde dönüyor. Bunun nedeni de elbette seçim sırasında iki tarafın da asgari ücreti ve emekli maaşlarını birer siyasi vaat olarak kullanması. Ancak sorunun kalıcı olarak çözümüne yönelik sendikal haklar, örgütlenme, gelir dağılımı vb. tartışmalara hiçbir televizyon haber bülteninde rastlanmıyor.

SEÇİM KAZANDIRAN ÜÇLÜ
Raporda ATV haberin AKP’nin seçim bildirgesiyle paralellik taşıdığı ve Halk TV Ana Haber bülteninin dilini ise “daha çok millet ittifakı seçmeninin hoşuna gidecek temaları kapsadığı” yorumunu yapıyorsunuz. Biraz açabilir misiniz bunu?

AKP’nin seçim bildirgesi; terör, iç dış tehdit, bölgesel tehditler, meydan okumalar, savunma, güvenlik vb. gerçekten çok güvenlikçi bir dile sahip. ATV haberlerinde de içerik olarak en ağırlıklı konu terör, HDP ve “Kılıçdaroğlu’nun PKK ve terörle ilişkisi” üzerine yapılan haberler. Bu tür Haberlerin toplamı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bile üzerinde bir ağırlığa sahip. Bu haberlere bir de yerli uçaklar, uçak gemileri gibi savunma sanayiinin gücüne atıfta bulunan haberler eşlik ediyor. Twitter’a geldiğinizde ise Kılıçdaroğlu ve CHP, hem HDP ile hem de PKK, “FETÖ” gibi her türlü “terör faliyeti” ile ilişkilendiriliyor. Burada sosyal medyayı en son nokta olarak kabul edip geriye doğru baktığınızda kurgulanmış bir stratejinin var olduğunu düşünmemize neden olacak çok fazla işaret var. Bu strateji aslında 2015’ten beri hepimizin gördüğü, uygulanan ve her seferinde de başarılı sonuç veren bir strateji. Çalışmamızda aslında bunu aramıyorduk ama bu durum somut verileriyle öylesine net bir şekilde karşımıza çıktı ki raporumuza dahil ettik. İlk sonuçlar ortaya çıktığında yaptığım haberde bu yüzden “Seçim kazandıran üçlü: ‘Kılıçdaroğlu, HDP, terör” demiştim.


Bu strateji nerede kurgulanıyorsa -ki bunun adresinin İtelişim Başkanlığı olduğunu düşünüyorum, son derece başarılı bir emir komuta zinciriyle partinin en üst kademesinden yayın organınlarına, oradan da Twitter’daki trollere kadar kusursuz bir şekilde aktarılabiliyor. Tabii bu başarılı strateji ve organizasyon için başta Fahrettin Altun olmak üzere İletişim Başkanlığı yöneticilerini tebrik etmek lazım o da ayrı bir konu.

CHP ve Millet ittifakına gelecek olursak, bu tarafın haberlerinin en fazla yansıdığı yer elbette Halk TV. Ancak Halk TV’nin içerik analizine baktığımızda daha çok kişilerin, yani liderlerin, belediye başkanları ve benzerlerinin ön planda olduğunu görüyoruz. Oysa Millet İttifakı’nın Ortak Politikalar Mutabakat Metni, ağırlıklı olarak hukuk, adalet, haklar ve özgürlükler, eşitlik, denetlenebilirlik gibi konulardan söz ediyor. Ancak bu konular Halk TV gündeminde hiç görünür hale gelemiyor. Yani esas olarak Millet İttifakı’nın kurguladığı strateji, kendi sözcüsü konumunda olan yayın organına dahi doğru düzgün yansıyamıyor. 

‘TWITTER’IN TÜM NEFRET SÖYLEMİ MÜLTECİLERE YÖNELİYOR’
Aynı dönemde Twitter’ın en ağırlıklı konularını “Kürtler”, “Mülteciler” ve “Yoksullar” oluşturdu. Bu paylaşımlarda, televizyon bültenlerinin çok üzerinde negatif ve saldırgan dile yer verildi. Bunu nasıl değerlendirmek gerekiyor?

Evet sosyal medyadaki negatif ve saldırgan dil maalesef toplumsal kutuplaşmayı artıran bir durum. Örneğin haber bültenleri ortalamasında Kürtlerle ilgili üçte bir civarında negatif dile rastlıyoruz. Ancak sosyal medya gibi kontrolsüz bir ortama geldiğimizde bu negatiflik ikiye katlanıyor. Twitter’de Kürt grubuyla ilgili derlediğimiz paylaşımların yüzde 65’i negatif duygu durumu iletiyor. Dahası, bunların yüzde 85’i de saldırgan bir dile sahip. Seçim döneminde körüklenen bu kutuplaşma, toplumsal kırılma tehlikesini artırıyor elbette. 

Yoksullukla ilgili konular da yine asgari ücret, emekli maaşları, yoksulluk sınırı gibi temalar üzerinden oldukça kısır bir noktada tartışılıyor. Sosyal medyada çok az da olsa sendikalar grev hakkının kullanımından, direnişlerden ve benzerlerinden söz edilse de genelin içinde çok cılız bir ses olarak kalıyor.

Mülteciler ise ağırlıklı olarak ikinci turun konusu olmakla birlikte sosyal medya yansımaları ciddi sorunların varlığına işaret ediyor. İkinci turla birlikte mülteci konusu Twitter’da çok keskin bir şekilde yükseliyor. Kürtler dahil diğer tüm konular bir kenara bırakılıyor. Örneğin 14 Mayıs’a kadar Kürtlerle ilgili günde 6-8 bin tweet atılırken 15 Mayıs’tan itibaren bu sayı binin altına düşüyor. Mültecilerde ise tam tersi, 14 Mayıs’a kadar günlük bin adetin altındaki paylaşımlar 3-4 bin paylaşıma ulaşıyor. Raporda da dediğimiz gibi Twitter’daki paylaşımlarda sapık, Afgan, Suriyeli, hırsız gibi kelimeler “mülteci” kelimesiyle kümeleniyor. Yani bu kavramlar sıklıkla mülteci kelimesiyle birlikte kullanılıyor. Hatta ikinci turda Twitter’ın tüm nefret söylemi mültecilere yöneliyor diyebiliriz. Tabii burada da önlem alınması gereken ciddi bir toplumsal sorunun varlığını görüyoruz.

‘TEK YOL GERÇEK HABERCİLİK YAPMAK’
“İzlenen kanalların seçim sürecinde aktardığı haberlere bakıldığında, bültenlerin kendine has gündemlerinin olmadığı, gündemin bütünüyle siyasi partiler tarafından belirlendiği anlaşılıyor” denildi. Sizce nasıl olmalı bültenler?

Kısaca söylemek gerekirse haber bültenlerinde haber olmalı. Bunun için de haber merkezinin kendine has bir gündemi olmalı. Gazete, televizyon, haber sitesi, Youtube kanalı fark etmez, eğer gündeminizi bir siyasi partiye havale ederseniz o siyasi partinin yayın organı haline gelirsiniz. Yani başkan nerede geziyor, nerede konuşuyor, nerede açılış var bunları takip etmekten öteye gidemezsiniz.


Şimdi bunu zaten doğrudan hükümet kontrolünde olan AA ve TRT yapıyor. Bunun yanında bir de varlığını iktidarın varlığına armağan etmiş sermaye gruplarının sahip olduğu televizyonlar, gazeteler, haber siteleri var. Üstelik bütün bu yapı bir tür emir komuta zinciriyle İletişim Başkanlığı’na bağlı çalışıyor ve sosyal medyada da bir trol ordusuyla destekleniyor. Şimdi böylesine organize ve güçlü bir yapının karşısında aynı şeyi yapmaya çalışırsanız başarılı olmanız mümkün değil. Çünkü karşınızda hem devlet gücü hem de büyük mali olanaklara sahip bir yapı var. Bir şeyler yapabilmenin tek yolu bence gerçekten gazetecilik, habercilik yapmaktan geçiyor.

Gazeteciler toplumda ne olup bitiyorsa, sorun neyse, neler dert ediniyorsa onları gündeme getirip siyasetin gözüne sokmak durumunda. Oysa günümüzde medyanın işi siyasetçiler ne konuşulsun isterse halkı adeta bununla meşgul etmekten ibaret hale geldi. Kendisine muhalif diyen televizyonlarda gerçekten toplumun gündemine dair kaç tane haber görüyorsunuz? Örnek olarak, herkes yoksulluktan söz ediyor ama televizyonlarda yalnız emekli maaşı ve asgari ücret konuşuluyor. Peki bu yoksulluk nasıl aşılacak? Gelir dağılımı nasıl düzeltilecek? Mesela çalışanların örgütlenmelerinde, sendikal yasalarda ne gibi sorunlar var, hangi kanunlar değişmeli? Vergi kanunları nasıl olmalı? Seçim döneminde muhalefete bu konularda doğru düzgün soru sorulduğuna şahit olmadık. Örneğin HalkTV’de seçim döremi boyunca sendikalarla ve grev yasaklarıyla ilgil tek bir haber çıkmış o da 1 Mayıs vesilesiyle bir milletvekilinin yazdığı rapordan alınma. Yani gazetecilerin sarf ettiği bir çaba yok. Mesela Kemal Kılıçdaroğlu ikinci turda “Bir milyon kişiyle sandıkların başındayız” dedi, hiçbir kanal bunu sorgulamadı, diğer partilere sormadı, hangi illerde ne kadar açık var kimse öğrenemedi.

‘MEDYANIN HABERCİLİĞE DÖNMESİNİ BEKLEMEK İYİMSERLİK OLUR’
Önümüzde bir seçim süreci daha var. Bu rapordan sonra dezavantajlı gruplar açısından medya yaşananlardan sonuç çıkarıp yenilenmiş mi olur, yoksa aynı haberleri tekrar tekrar görecek miyiz?

Tabii ki böyle bir yenilenme beklemiyoruz ama en azından birilerinin ne yaptığının farkında olmasını ümit ediyoruz. Maalesef bu koşullar altında medyanın tekrar haberciliğe dönmesini beklemek aşırı iyimserlik olur.

Raporda ele aldığımız dezavantajlı gruplar açısından bakacak olursak gazeteciler en azından partilerin bu gruplarla ilgili çözüm önerilerini sormalı, sorgulamalı, karşılaştırmalı, bu grupların sözcülerine daha çok yer vermeli ve partilerin bu konuda gerçek çözümler üretmesi için zorlayıcı olabilmeli. Yaptığımız analizde gördüğümüz en çarpıcı konulardan biri seçim sürecinde nüfusun yarısını oluşturan kadınlarla ilgili sorunların neredeyse hiç gündeme getirilmemesiydi. Millet İttifakı Mutabakat Metni’nde ne 6284 sayılı yasadan ne de İstanbul Sözleşmesinden bir satır dahi söz edilmedi. Ama niye söz edilmediğini de kimse sorgulamadı, bunu eleştirenler ekrana çıkartılmadı.


Medya organları siyasi partilere angaje olduklarında gazeteciler de kendilerini adeta siyasetçi gibi konumlandırmak zorunda hissediyorlar. O zaman da “aman şimdi bunun sırası değil”, “aman şu partiyi, bu adayı yıpratmayalım” gibi kaygılar haberin önüne geçiyor. Oysa bir haber kanalının veya gazetecinin görevi gerçeklerden söz etmek, kimseye seçim kazandırmak değil. Bunun işe yaramadığını defalarca görülmesine rağmen bunda ısrar edilmesi tarihin yine tekerrür edeceğini gösteriyor.

Son olarak sizin buna dair çözüm önerileriniz var mıdır?

Çözümü dediğim gibi, gazetecilerin haber yapmasında görüyorum. Evet zor olduğunu biliyorum, ne iktidar ne muhalefet ne de izleyicinin bu yönde bir beklentisi var. Herkes duymak istediğinin tekrarlanmasını istiyor. Diğer yandan evet, gazetecilik zor! En ufak bir gerçek karşısında tehdit, işsizlik, davalar vesaire üstünüze geliyor ama şu da bir gerçek ki siyasetin denetlenmesi için gazetecilik hâlâ gerekli. Üstelik bu hem iktidar hem de muhalefet için geçerli. İktidara yakın medyadan bunu yapmasını beklemek hayalcilik olur ama geri kalan yayın organlarının ve gazetecilerin böyle bir görevi var. Gazetecilik siyasetçilerin söylediklerini, açıklamalarını, konuşmalarını veya açıkladıkları raporları, soru önergelerini aktarmaktan ibaret olmamalı. Bunlar ancak haberin malzemesi olabilir. Suçlamalar, iddialar, kelime oyunlarına dayalı ham eleştiriler gazetecinin gündemini belirlememeli. Gazeteci iktidarı da muhalefeti de sorgulamalı. Örneğin muhalefetin iktidarda olduğu yerel yönetemlerde bir yolsuzluk, usulsüzlük, adam kayırma, hizmet eksikliği varsa bunu toplumun bilmesini sağlamalı. Aksi durumda iktidarın içeriden çürümesi gibi muhalefet de içten içe çürüyor ve ne yazık ki bu çürüme topluma da sirayet ediyor. Bugün geldiğimiz nokta bu. Burayı aşmak için gazetecilere ve gazeteciliğe ihtiyacımız var.(Evrensel)

Yorumlar (0)