21.01.2019, 13:00

Yerel seçimlerde propaganda sürecinin analizi: Bugüne kadar ve bundan sonra…

31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere 70 gün kala partilerin bugüne kadar yürüttükleri propaganda faaliyetlerini analiz ettiğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:

Öncelikle iktidar partisi siyasi tarihinin en vasat propagandasını yürütmektedir. Adayların çok önceden bilinmesi, özellikle de üç büyükşehir adayının kamuoyunda heyecan yaratacak isimler olmaması, kazanmanın zorluğunu görmüşçesine eski iki bakanı ve mevcut meclis başkanını aday yapması ne kendi içinde ne de genel kamuoyunda olumlu bir etkileşim alamadı. Ankara adayı Mehmet Özhaseki’nin Kayseri eski belediye başkanı olması ve de Ankaralı olmaması, İzmir adayı Nihat Zeybekçi’nin Denizli belediye başkanı iken yaşam tarzına müdahale eden pratiği ve İzmir’e ilişkin sözleri, İstanbul adayı Binali Yıldırım’ın TBMM başkanlığından istifa etmemesi en yoğun tartışılan ve AK Partiyi savunmaya iten bir sürecin yaşanmasına neden oldu.

AK Parti’nin büyük bir özgüvenle başladığı süreç giderek sönümlenmeye başlamakta. Buna karşın Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul Adayı Ekrem İmamoğlu’nun ortaya koyduğu performans, açıkladığı projeler ve halk arasında giderek yankı bulan samimiyeti, İstanbul’da seçimi kesin alacağı ifade edilen AK Parti açısından sürecin çok zorlu geçeceğini ortaya koymaktadır. TBMM Başkanı Binali Yıldırım’ın henüz kampanyasını başlatmaması ise ayrı bir sorun ve soru olarak her kesimden yurttaşta ciddi bir sorgulama başlatmıştır.

AK Parti’nin Ankara adayı Mehmet Özhaseki, adının açıklanmasından bugüne kadar açıkladığı projelerden çok, Ankaralı olup olmaması ile ilgili tartışmaların içinden çıkamamaktadır. Özhaseki’nin, Ankara’nın sosyolojik yapısı ve onun en yoğun göç aldığı kentler havzası içinde yer almayan Kayserili oluşu kendisini zorlamaktadır. Buna karşın Mansur Yavaş’ın yeni açıklanmış bir aday olmaktan çok 5 yıldır adaymış gibi halkta oluşan algısı onu kazanmaya en yakın aday konumuna getirmektedir.

Nihat Zeybekçi’nin İzmir adaylığı ise İzmir’in profiline, kentin sosyo-politik yapısına uymayan tarzı ve yaptığı açıklamalar ile seçimi kazanmak bir yana, daha önce Binali Yıldırım’ın aldığı oyu bile almayacağı iddiasına neden olmaktadır. İzmir’de CHP’nin göstereceği aday için mesele kazanmaktan ziyade alacağı oyun oranı olacaktır.

Adaylardan ayrı olarak şu tespit yapılabilir, her seçimin bir atmosferi vardır. Bu seçimin atmosferi kutuplaşmaktan çok ortaklaşma, ayrıştırmadan çok birleştirme ve değişim ekseninde oluşmuş bulunmaktadır. Bugüne kadar muhalefetin süreci daha avantajlı getirdiği, zamanın ruhunun muhalefetten yana olduğu görülmektedir.

Peki bundan sonra nasıl bir propaganda süreci izlenmelidir?

AK Parti en büyük kozu olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile alanlara çıkacak ve bütün süreci domine etmeye çalışacaktır. Sürekli bir biçimde yeni karşıtlıklar üretmeye çalışacak ve kendi tabanı ile MHP’nin tabanını konsolide edecek argümanlar üretmeye çabalayacaktır. Ancak bu seçim sürecinde insanlar yeni sesler, yeni vaatler ve umut veren kent projeleri beklemektedirler. O nedenle liderlerin sahaya çıkması istenilen sonucu vermeyebilir ve ters tepebilir. Öte yandan AK Parti’nin bütün baskılamasına, gündem değiştirme çabalarına rağmen ekonomik kriz ve yarattığı etki çok ciddi bir biçimde her kesimde hissedilmekte ve bu durum AK Parti’nin halktan çok ciddi bir uyarı almasına neden olacak gibi görünmektedir.

Bu noktada muhalefet 16 Nisan referandumunu esas almalıdır. Muhalefet liderlerinin sahnede olmadığı, kampanyayı yurttaşların ve sivil toplum örgütlerinin sırtladığı süreç çok iyi incelemelidir. Elbette ki bu bir yerel seçim ve referandumdan farklı özellikler taşımaktadır. Ancak yerel seçimi genel seçim havasına sokmak iktidarın işine yarayacaktır. Muhalefetin bundan kaçınması gerekmektedir.

Bu seçimde de adayların konuşmasına imkan vermek, adayların projelerini tanıtmasına zemin hazırlamak en doğru yöntem olacaktır. Yani kenti, sorunlarını ve geleceğini gündemleştirmek gerekmektedir. Eğer CHP büyük mitingler yapmak yerine alan çalışması ve yüz yüze iletişimi esas alırsa seçimin sonucunu kendi lehine çevirebilir. CHP açısından tek dezavantajlı durum sandık güvenliğidir ve bu tartışmalar seçime gidilmeden çok önce halkı ikna edecek bir şekilde sonlandırılmalıdır.

Seçim süreçlerinde AK Parti’de sadece Cumhurbaşkanının konuşmalarına tanıklık ederiz. Başka adayların ya da milletvekillerinin konuştuklarına çok rastlanmaz. Bunun demokratik olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur ancak CHP’de de sadece adayların konuşmasına öncelik verilmeli ve gündemi değiştirecek, adayları zor duruma düşürecek açıklamalara kimden gelirse gelsin izin verilmemelidir. Daha önceki seçim süreçleri düşünüldüğünde CHP’nin bu konu da olağanüstü hal ilan etmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak mesele son derece nettir; doğru aday, doğru iletişim ve bu iletişimi bozacak, farklı frekansların gürültü kirliliğine neden olacak müdahalelerini engelleyecek bir yaklaşım başarıyı beraberinde getirecektir.

Yorumlar (0)