Önemli zorlukların geride bırakıldığı bir sürecin ardından Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu, 13. Cumhurbaşkanı olmak için çalışmalara başladı. 2010 Mayıs ayından beri yakınen izlediğim, gönüllü olarak katkı sunduğum ve üzerine onlarca yazı yazdığı bir siyasal aktörün geldiği nokta başkaları için şaşırtıcı olsa da, benim için olması gereken bir yeni durum olarak tanımlanabilir.

Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkanı seçildikten sonra partide yaptığı köklü zihniyet değişimi, farklı toplum kesimleriyle buluşma, dinleme ve kendini anlatma süreci 13 yıldır aralıksız devam etti.

Kendisini parti içi tartışmalara hapsetmedi. Parti içi hiziplerin oluşmasına izin vermedi. Ve bütün bunları doğal ve içten bir liderlikle gerçekleştirdi.

Çoğu kurultay sürecinde taraf olması istendiğinde tek bir kurultay delegesini arayıp kendisi için oy istemedi.

Yaptığı seçimler, kurduğu kadrolar tartışıldı.

Ancak bütün bu yaptıklarının ne anlama geldiğini partisi de, örgütlü, örgütsüz geniş toplum kesimleri zaman içinde anlamaya başladı. Onun asıl hedefi sadece partide değil, ülkede de büyük bir değişimi yaratmaktı.

Yaptığımız bütün sohbetlerde, röportajlarda ya da yazdığı yazılarda daima vurguladı şey, bu büyük bir değişimi gerçekleştirme arzusuydu.

Kılıçdaroğlu’nun değiştirmek istediği; var olan eşitsiz, anti-demokratik, yolsuzluk düzeniydi.

O yüzden partisini, kadrolarını ve örgütü hep bu çerçevede yönlendirdi. Herkesi inanılmaz bir hoşgörü ve toleransla dinledi ve kendi fikirlerini onlarla paylaştı.

İçine kapanan, kurumsal statüko ile ayakta kalmaya çalışan bir partiyi halka açtı. Parti, halkın gündelik ifadesiyle yine “Halk Partisi” olmuştu.

Cumhuriyetin kazanımlarını, yapılan devrimleri bir kesimin ayrıcalıklı düzeni olarak kodlayan yapıyı değiştirdi. Partisini ülkenin “birleştirici gücü” olarak yeniden konumlandırdı.

Kılıçdaroğlu 13 yıllık liderliği boyunca medya, akademi ve entelektüel bir destek almadan sadece halk desteğiyle yürüdü. 13 yıl boyunca her inançtan, her siyasetten, her etnik yapımdan binlerce insanımızı dinledi.

Son grup konuşmasında “heybemi doldurdum” dediği şey, bütün yurttaşların dertleri ve tasasıydı. Elbette geldiği coğrafya, yaşadığı zorluklar, kamuda ve siyasette yaptığı hizmetler ülkenin nasıl yönetilmesi gerektiği konusunda çok ciddi bir içgörü oluşturdu.

Ağır baskı dönemlerinde geçmiş ve hala demokratik olmayan bir sistemle yönetilen bir ülkede doğal olarak herkesin acısı, herkesin beklentisi, herkesin hayali var. Bunları gerçekleştirmenin ise iki yolu var.

Birincisi bütün öyküleri birleştirecek bir zemin. Kılıçdaroğlu buna “Hellaleşme” dedi.

İkincisi de, insanımızın üstüne çöken bu baskı dönemlerini sonlandıracak bir yeni anlayış. Buna da “Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandıracağız” dedi.

Ülkenin kurucu partisinin zaman içinde statüko savunucusu olması kaçınılmaz olmaktadır. Ancak bu kader değildir. Bun değiştirme iradesini göstermek gerekmektedir.

CHP’de 1970’lerde Bülent Ecevit’in var olan düzene meydan okuyup partiyi halka açmasından sonra, ikinci büyük değişimi şimdi Kemal Kılıçdaroğlu yapıyor.

1970’lerden farklı olarak bunu, salt sınıfsal temelde değil, her türlü alanda yok sayılmış, mağdur olmuş bütün insanları, kimlikleri bir şemsiye altında birleştirmeyi başararak yapıyor.

Partisinin kaderini değiştiren Kılıçdaroğlu şimdi ülkenin kaderini değiştirmek için bir büyük yolculuğa çıkıyor. Herkesin kendisini eşit ve özgür hissedeceği bir sistem kurma amacıyla “onarıcı siyaseti” ülkenin gündemine sokuyor.

Elbette birlikte yol yürüdüğü bütün liderler için ayrı ayrı yazılar yazılmalıdır. Hepsi bunu hak etmektedir.

Ancak hemen ifade edelim ki, hiç yan yana gelmeyecek toplumsal, siyasal kesimleri bir araya getirmek önce Altılı Masa’yı kurmak, sonra bunu Millet İttifakı’na dönüştürmek başlı başına bir büyük hikayedir.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilmesi yeni bir devrim sürecidir.

Büyük bir tarihsel uzlaşma, eşitlenme, özgürleşme ve bütün bunları sağlayacak demokratik devrimdir.

Bütün bunların ötesinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun şahsında herkesin kendisini bulduğu bir başka liderlik imgesi söz konusudur. Bu  da “demokratik liderlik”tir. Yani Asyatik, baskıcı, buyurgan ve tek başına karar alan bir liderlik değil; ortak akıl, irade, toplumsal vicdanla karar alan bir liderliktir. O yüzden ona oy vermeyecek olanlar bile, ne denli demokrat olduğunu her fırsatta dile getirmektedirler.

Hesap sorma, intikam alma üzerine kurulu bir anlayışın, partizanlığın ülkeyi sürüklediği yer ortadadır. Bunun anti tezi bir siyaset ancak “onarıcı” nitelikte olabilir. Zira insanlarımızın tarihsel ve güncel yaralarının sarılması ve iyileştirilmesi gerekmektedir.

Millet İttifakı ve onun adayı Kılıçdaroğlu bize bunu vaadetmektedir.

Evet, yeni bir toplumsal ve siyasal düzenin kurulması artık ötelenmez bir gerçeklik olarak kendini dayatmaktadır.

Osmanlı’nın son döneminden başlayan toplumu bir arada tutma çabası ve ortaya çıkan paradigmalar kuşkusuz çok önemli birikim sağlamıştır. Ancak var olan sorunları çözmeye yetmemiş ve Cumhuriyetin ilk yüzyılı bu ağır sorunlar ve acılarla geçmiştir.

Cumhuriyetin tarihsel büyük bir devrim ve sıçrama olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Ancak kuşatıcı ve eşit yurttaşlık konuşursunuz istenen seviyeye ulaşılmamıştır.

Açıkça ifade etmek gerekir ki, Kılıçdaroğlu’nun şahsında büyük bir tarihsel uzlaşmanın yolu açılmıştır.  “Merkez -Çevre” ilişkiselliğinde çevrenin çeperindekilerin de kendilerini bulabilecekleri bir düzenin ilk adımı atılmıştır.

Bu adım ülkemiz, geleceğimiz ve birlikte yaşamamız için tarihsel önemdedir.

Büyük değişimin arifesinde tüm tarih, Kılıçdaroğlu’nun “Hak, Hukuk, Adalet” düzenini kuracağı günü bekliyor…