'O Ses Türkiye'de, Dodan'ın parçalandığı an...'

Ali Duran Topuz: Acun tabii ki, Kürtçenin ne zaman yasak, ne zaman serbest olacağını bilir. Jüri susulması gereken yerde sustu, Dodan da sustu..."

YAŞAM 26.12.2016, 14:54 26.12.2016, 14:54
'O Ses Türkiye'de, Dodan'ın parçalandığı an...'

T24’te yer alan habere göre, Gazete Duvar yazarı Ali Duran Topuz, Acun Ilıcalı'nın yapımcılığını üstlendiği O Ses Türkiye yarışmasına katılan Kürt müzisyen Dodan'ı kaleme aldı. Topuz, "O Ses Türkiye’de Dodan’ı görmek yaralayıcıydı. Kürt olduğunu söylemediği için değil. Alevi olduğunu söylemediği için değil. O jüridekilerin onun hakkında “karar verecek” yargıçlık evsafında olmadığı için değil. 22 yıl 'ana akım'ın dışında yol yürümüş bir müzisyenin, ana akımın sahnesinde su istemesiydi yaralayıcı olan" ifadelerini kullandı. 

 

Topuz, Jüri ile konuşması sırasında Kürt ve Alevi kimliğine hiç değinmediğini belirterek "Acun biliyordu tabii ki, işini bilir, programında ne söylenip ne söylenmeyeceğini bilir. Kürtçenin ne zaman yasak, ne zaman serbest olacağını bilir. Jüri, yani yargı makamındakiler doğru yargıyı verdiler ve susulması gereken yerde sustular, Dodan da sustu" dedi.

 

Ali Duran Topuz'un Gazete Duvar'da "Dodan’ın parçalandığı an" başlığıyla (26 Aralık 2016) yayımlanan yazısının bir bölümü şöyle: 

‘O Ses Türkiye’de Dodan’ı görmek yaralayıcıydı. Kürt olduğunu söylemediği için değil. Alevi olduğunu söylemediği için değil. O jüridekilerin onun hakkında “karar verecek” yargıçlık evsafında olmadığı için değil. 22 yıl 'ana akım'ın dışında yol yürümüş bir müzisyenin, ana akımın sahnesinde su istemesiydi yaralayıcı olan. Herkesin birbirine benzemeye zorlanması yaralayıcıdır.


Dodan yaraladı. Evet, Dodan’ın “O Ses Türkiye”de sahne alması, not alması, beğeni alması yaralayıcıydı. İçim, yüreğim, burnumun direği sızladı.

 

Hayır, bilenlerin ilk tahmin edebileceği gibi Kürt olduğunu söyle(ye)memesi değildi yaralayıcı olan. Adını söylerken Kürtçeden bahsetmemesi tuhaftı elbette: “Dünde kalan zaman” anlamına geliyor adı ama hangi dilde? “Doğudan” diye anladı adını jürideki müzisyenler, haklıydılar da… “Doğu” Kürt dememenin bir yolu hem, hem de işte Kürtleri işaret etmenin bir yolu. Türkçe konuşanlar için “Dünde kalan zaman” ve “geçmiş zaman” anlamında bir isim karşılarına çıktığında “Ne demek bu” sorusunu “Hangi dilde” olduğu sorusu takip edebilirdi, etmedi. Acun biliyordu tabii ki, işini bilir, programında ne söylenip ne söylenmeyeceğini bilir. Kürtçenin ne zaman yasak, ne zaman serbest olacağını bilir. Jüri, yani yargı makamındakiler doğru yargıyı verdiler ve susulması gereken yerde sustular, Dodan da sustu. Kürtçe albümleri olduğunu, repertuvarının tamamına yakınının Kürtçe olduğunu da söyle(ye)medi. Bu da yaralayıcıdır elbette. Türkiye’deki birçok yara buradan, bu “söyleyememe” meselesinden çıkar. Muş Varto denilince Kürtlük bir dert, Alevilik bir dert Ermenilik ayrı bir dert olarak taşınır. Fakat o sahnedeki en yaralayıcı yan bundan değil.

 

"Doğuştan bir şey olmalı"

 

Deyişin nasıl söylenmesi gerektiğini söyledi jürideki (Athena kardeşlerden Gökhan) biri. Zaten Athena kardeşler bu işi biliyor, “doğuştan bir şey olmalı” derken yine Gökhan müziğin spontan sosyolojisini iyi bildiğini gösterdi. Gökhan ve Hakan içten sevinmişti; sevinçleri, heyecanları, iyi bir sanatçının soykütüğünü okuyabildiklerini gösterecek kadar içtendi.

 

Dodan, ana akımın dışını seçmiş bir müzisyen, Kürt sedasını (çoğunlukla olduğu gibi Kürtçe de söylese, nadiren olduğu gibi Türkçe de söylese) kendine özgü bir sedaya çevirip, ana akımın dışında yürütmekte başarılı olmuş bir müzisyen. O alanda geleneğe yaslanıp kalanlarla geleneği az çok düzenleyip yürüyenlerden farklı olarak, 1990’larda beliren, 2000’lerden itibaren çokça görünür hale gelen yenilikçi arayışların isimlerinden biri. Xero Abbas gibi. Nizamettin Ariç gibi. Ciwan Haco gibi. Ahmet Arslan gibi.

 

İlk defa, tesadüfen, Beyoğlu’ndaki mekanlardan birinde (galiba Haymatlos’tu) karşılaşmış, çok mutlu ve mesut olmuştum. Güzel bir geceydi. Gece boyu susamadan söylemişti. Ana akımların dışında, kendisine bir dünya var edebileceği inancı ve gayretiyle yol yürüyordu. Yıllar öyle geçti. 22 yıl olmuş. 2010’da bir televizyon programına çıktı, Okan Bayülgen onu, iyi bir sanatçıyla karşı karşıya olduğunu bilen bir şovmen olarak, pek yapmadığı türden iltifatlar eşliğinde sunmuştu. Ama müziği değil şovu öne alan televizyon dünyası, ana akımı izleyenlerin aklında kalıcı olmayı kolay sağlamıyor çok çok uzun süredir. Bir çıktı, bir daha çıkmadı.

 

Elbette Dodan ve birçok benzer müzisyen, İMC TV’de sık sık göründü.

 

"Pek bir şey olmadık"

 

Sonra, işte yılar sonra “O Ses Türkiye”ye çıktı. (Biraz da İMC ve benzeri yerlerin bir bir kapatılmasından olabilir mi? Vaktiyle hiç olmamasından?) Jüri, hep birden “yüzünü ona dönerek” iltifatlarını esirgemedi. O da Hadise’yi seçti kendisini “yetiştirmesi” için. Yarıştaki koçluk için.

 

“Biraz münzevi, biraz mütevazı yaşayan bir adam olduğum için çok fazla şey olamadık” dedi. 22 yıllık sahne hayatı varken. Artık “mütevazı” olduğunu söyleyecek kadar tevazudan kopmak zorunda yeni sahnede, öğrenmiş. Yaralayıcı değil mi? Münzevi zaten olunmaz o sahnede. “Çok fazla şey olamadık” mı? Oysa olmuştu. Hiç az şey değildi olduğu.

 

Yorumlar (0)