Yasin Ugan, Zorla 'Tanrıkulu ve Gergerlioğlu Fetöcüdür' Diye İfade Vermiş

Hakların Demokratik Partisi (HDP) Kocaeli Milletvekili Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu, Cumhurbaşkanlığı Plan Bütçe Komisyonu Görüşmelerinde MİT eliyle yapıldığı iddia edilen kaçırılma, işkence vakalarıyla Diyanet’in ve OHAL Komisyonunun haksızlıklarını hukuksuzluklarını dile getirmiştir!

Vekil Haberleri 27.11.2021, 10:26
Yasin Ugan, Zorla 'Tanrıkulu ve Gergerlioğlu Fetöcüdür' Diye İfade Vermiş

Eski MİT Kontrterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür, benim beş yıldır söylediğim şeyleri o da söyledi, "Ülkede birtakım insanlar kaçırılıyor, işkence ediliyor ve hatta öldürülüyor." dedi.

Ben, Millî İstihbarat Teşkilâtı yetkilileri buradayken ülkemizdeki önemli bir olay hakkında sorular soracağım, kaçırılma olayları; önceki yıllarda da sormuştum, üç yıldır soruyorum, bu yıl 4'üncü yıl. Sayın Fuat Oktay, ülkemizde Cumartesi Anneleri gerçeği olmasına rağmen "Bu ülkede hiçbir zaman için insan kaçırma gibi bir suç işlenmemiştir." demişti bana ama bu sene içinde yine insanlar kaçırıldı. İşte, bunlar hakkında önemli şeyler söyleyeceğim, lütfen dikkatle dinleyin. Çünkü benim söyleyeceklerimi bu sefer bir başka MİT görevlisi de söyledi, hepiniz biliyorsunuz; Eski MİT Kontrterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür, benim beş yıldır söylediğim şeyleri o da söyledi, "Ülkede birtakım insanlar kaçırılıyor, işkence ediliyor ve hatta öldürülüyor." dedi. Kimse bunu araştırmıyor, ülkede tek bir savcı bile çıkıp bu vahim iddiaları araştırmadı. Bakın, son beş yıldır Türkiye'de en az 35 kişi kaçırıldı, aylarca resmî olmayan yerlerde işkenceye tabi tutuldu, daha sonra Ankara Emniyetinde birden ortaya çıkıverdi veyahut da Sincan Cezaevinde ortaya çıkıverdi. Salim Zeybek Edirne'de kaçırıldı, eşi de beraber kaçırıldığında "Siz kimsiniz beni kaçırıyorsunuz." dediğinde, onlar "Biz devletiz." diyorlardı. Gökhan Güneş kaçırıldığında "Siz kimsiniz?" dendiğinde "Biz görünmeyenleriz." diyorlardı. İşte, bize, bilhassa bu kaçırılma vakaları çok geliyor, bana ve Sezgin Tanrıkulu'na çok geliyor. Hepsini araştırıyorum, hiçbir şekilde kimliğini sormuyorum "Gelen kişi kimdir?" diye, farklı kesimlerden olduğunu sonradan anlıyorum; sağdan, soldan, şuradan, buradan.

Yusuf Bilge Tunç 6 Ağustos 2019'dan beri yok, yirmi sekiz aydır yok; nerede olduğu bilinmiyor, defalarca sordum.

Zindaşti'nin yakını, Bahtiyar Fırat'ın eşi de başvurdu, Gökhan Güneş'in kız kardeşi de başvurdu, Yasin Ugan'ın eşi de, Salim Zeybek de ve Sayın Fuat Oktay'ın konuşmasında bahsettiği gibi uluslararası operasyonlarla Türkiye'ye getirilen Ayten Öztürk de başvurdu. Ayten Öztürk şu anda dışarıda, herkes onu dinleyebilir, altı ay boyunca kaçırıldığını, korkunç bir işkenceye tabi tutulduğunu, daha sonra cezaevine atıldığını ve arkadaşlarının onun vücudunda tam 898 yara saydığını söyledi; bunların hepsi medyada var. Şu anda bunları kim tasdik ediyor, teyit ediyor? Eski MİT Kontrterör Dairesi Başkanı Mehmet Eymür. Bir kişiden bahsediyor, "MİT mensubuydu, kaçırıldı ve öldürüldü." diyor. Kimdi o? Burada ben açıklayayım mı bu lafları çünkü konuya vâkıfım? Ayhan Oran, eski bir MİT çalışanı. MİT çalışanları, eski mesai arkadaşlarının hakkını hukukunu sormuyor. Ben soruyorum, yıllardır bunun peşindeyim, peşinde olduğumuz için de görmediğimiz muamele kalmadı. Sunay Elmas, Ayhan Oran, Yusuf Bilge Tunç uzun süredir yoklar, yok edilmişler. Sunay Elmas ve Ayhan Oran beş yıldır yok, Yusuf Bilge Tunç 6 Ağustos 2019'dan beri yok, yirmi sekiz aydır yok; nerede olduğu bilinmiyor, defalarca sordum. Ailesi diyor ki: "En azından ölüsünü istiyorum." "Yaz, hakkımızı istiyoruz." diyor. Hüseyin Galip Küçüközyiğit dokuz ay kaçırıldı, kaçırılmadan önceki kamera görüntülerinden kızı tespit etti, 3 kişi onu takip ediyordu ve daha sonra, dokuz ay sonra Sincan Cezaevinde aniden ortaya çıktı.

Meclisin buna çok dikkat etmesi lazım, işkenceyle Yasin Ugan’a ifadesinde zorla "Sezgin Tanrıkulu ve Ömer Faruk Gergerlioğlu FETÖ'cüdür." diye yaz denmiş, kimsenin haysiyet cellatlığı ve itibar suikastı yapma hakkı yoktur.

İşte onlardan birisi, bir başkası Yasin Ugan. Şu gördüğünüz kişi, Altındağ ilçesi, Battal Gazi Mahallesinde kaçırıldı, bütün mahalle gördü kimin nasıl kaçırdığını, 50-60 kişilik resmî görevlilerin kaçırdığını tüm mahalle gördü. Ben de gittim orada bir inceleme yaptım, insanlarla konuştum ve daha sonra bu insan da altı ay boyunca işkence gördü, ardından mahkemede işkence gördüğünü beyan etti. Çok önemli bir şey söyleyeceğim o yüzden biraz müsaade... Ve bakın, bu belgeyi ilk kez açıklıyorum kamuoyuna, işkence gördüğünü beyan ettiği 25 sayfalık bu belgede kendisine işkenceyle ne söylettirilmiş biliyor musunuz? Meclisin buna çok dikkat etmesi lazım, işkenceyle "Sezgin Tanrıkulu ve Ömer Faruk Gergerlioğlu FETÖ'cüdür." diye yaz denmiş, yazmış ve daha sonra avukatına şu 25 sayfalık belgeyle bunu açıklamış. Bu çok önemli, kimsenin haysiyet cellatlığı ve itibar suikastı yapma hakkı yoktur. Ben ve Sezgin Tanrıkulu, insan hakları savunucusudur. Biz siyasete girmeden önce de insan hakları savunucusuyduk aynı bu şekilde kaybedilen insanların hakkını savunuyorduk ve savunmaya devam edeceğiz. Ben de bunları söylemeye devam edeceğim, Sezgin Bey de.

Diyanet İşleri Başkanı izlediği ayrımcı politikalardan sonra bir hadisişerifi de yanlış bir şekilde yorumlayarak halka anlatıyor.

Personel giderlerini karşılama ödeneğiyle ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili bazı değinilerde bulunacağım. Diyanet İşleri Başkanı da söylüyor, bütçe giderlerinin yüzde 96'sı personele ayrılıyor, hani hizmet yapamadığını söylüyor ama burada hizmet derken biraz Diyanet İşleri Başkanlığının yapısıyla ilgili de bir şeyler söylemek lazım. Normalde tüm inanç kesimlerine eşit uzaklıkta olması gerekiyor ama böyle değil. Yani, bugün arkadaşlarımız konuştu, farklı inanç kesimlerinden insanlar Diyanetin politikaları konusunda huzursuz, mutsuz, bunu gidermek gerekiyor. Hani Diyanet inanç, hak, insanların hakkını çiğnememeyle alakalı hususlar... Hani işte Alevi arkadaşımız, Milletvekilimiz Kemal Bülbül ayrımcılık hissettiğini söyledi, rahatsız olduğunu söyledi, hizmet alamadığını söyledi. Niye bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hizmet alamasın din hizmetlerinde? Yine, Garo Paylan arkadaşımız, Diyanet İşleri Başkanının ifadelerinden incindiğini, rahatsız olduğunu söyledi, haklı. Ben de konuyu araştırdım aslında, tartışılan bir hadisişerif var: İşte, çocuklar Müslüman olarak doğar daha sonra farklı dinlere anne babası çevirir diye. Hadisişerifin Arapçasına baktım -dinî tahsilim var- Arapçasında bir kere Diyanet İşleri Başkanının hata yaptığını gördüm. Çünkü Arapça ifadede "fıtrat" kelimesi kullanılıyor "Müslüman" kelimesi "İslam" kelimesi kullanılmıyor bir kere. Şimdi, çok üzücü bir durum var ortada. Diyanet İşleri Başkanı izlediği ayrımcı politikalardan sonra bir hadisişerifi de yanlış bir şekilde yorumlayarak halka anlatıyor ve Türkiye'deki farklı inanç grupları arasında sıkıntı oluşturuyor. Açın bakın, apaçık bir şekilde "fıtrat" diyor. Fıtrat ne demektir? Yani, bir çocuk doğduğunda temiz beyaz bir sayfa açılmıştır, akil baliğ olana kadar normalde bir seçim durumu yoktur ama büluğ çağına erdiğinde, mükellef olduğunda seçimini yapar; Hıristiyan olur, Müslüman olur, ateist olur, şu, bu ve İslam dini de bunu söyler zaten. Çocuk akil baliğ mükellef olana kadar eğer vefat ederse cennet veya cehenneme değil Araf'a gider. Yani, dinî tahsili olanlar bunları bilir zaten ama ne acı ki iktidarın her uygulamasını tasvip etme makamında kendisini hisseden, gören Diyanet İşleri Başkanı böyle yorumluyor. Ya, şimdi bu yanlış bir şey.

Faizi azaltma zamanında "Nas böyledir." diyorsun ama öbür tarafta "Sosyal konut projelerinde faiz caizdir." Diyorsun.

Bakın, faiz meselesinde de bu konu tartışılıyor. Şimdi, evet, dinimize göre faiz haram; azı da çoğu da haram. Bunu hep, tüm Müslümanlar biliyorlar ama şimdi duruma göre faizi azaltma zamanında "Nas böyledir." diyorsun ama öbür tarafta, mesela, bakın, Diyanetin bir açıklaması önümde, Diyanet demiş ki: "Sosyal konut projelerinde faiz caizdir." Şimdi, gelin de bunu bir açıklayın bakalım. Şimdi, iktidara bakıp "Ne derse o doğrudur." derseniz yanlış olur arkadaşlar.

Günümüzde haksızlık, yolsuzluk, vurgunculuk var ama bu konularda Diyanet İşleri Başkanlığı tek bir kelime söylemiyor.

Bakın, ben Sünni bir Müslümanım, Hanefi mezhebine mensubum ve dinî hassasiyetlerim de var. Hakka riayet etmeye çalışırım; Alevi bir kardeşimin haksızlığa uğradığını düşünmesinden çok rahatsız olurum, Hristiyan bir vatandaşın haksızlığa uğradığını düşünmesinden çok rahatsız olurum. Niye bu konuda bir düzeltme yapmıyor? Yani, eğer ki vergilerimizle, hakla bir inanç işleri kurumu oluşturmuşsak tüm inanç gruplarına karşı ortak, eşit muamele yapmalı. Yani, Diyanet İşleri Başkanlığı birtakım konulara müdahil oluyor. İşte, baldızla zina yapanın nikâhı konusunda şu, bu konuşuyor; kadınlarla ilgili bazı hususlarda tepki alıyor ama hani yolsuzluk, vurgun, hırsızlık gibi hususlarda hiçbir açıklama yapmıyor. Aslında, faiz nedir? İslam tarihine baktığımızda, haksızlık ve sömürüyü gösterdiği için faiz haram kılınmıştır. Günümüzde haksızlık, yolsuzluk, vurgunluk, işte, bakanların yolsuzluktan, vurgunluktan, vurgunculuk yapmaktan istifa etmeleri, 4 Bakanın istifa etmesi, Ruhsar Pekcan'ın görevden alınması, fesatlı ihaleler konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı tek bir kelime söylemiyor. Böyle şey olur mu? Madem her şey hakkında bir şey söylüyorsun, bu dinin en önemli esası haksızlık, hukuksuzluk hakkında da bir şeyler söyle. Hani, arkadaşımız söyledi, yanlış anladı AK PARTİ'li vekil arkadaşımız, İmamıazam Ebu Hanife'yi yeren bir ifade kullanmadı ki, öylesine birbirimize kapalıyız ki, Alevi Kemal Bülbül İmamıazam Ebu Hanife'nin erdemini anlatıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığının da tüm inanç gruplarına karşı adil ve eşit bir hizmet vermesi gerek.

Zalim yöneticiye karşı İslami tavrını, hakkaniyetli tavrını anlatıyor ama arkadaşımız bunu çok farklı bir şekilde yorumluyor. Yani, böyle birbirimize karşı dünyalarımızı kapatırsak hiçbir yere varamayız değerli arkadaşlar. Diyanet İşleri Başkanlığının da tüm inanç gruplarına karşı adil ve eşit bir hizmet vermesi gerektiğini söylüyorum.    

Gerçekten çok üzücü, dilekçelerin akıbetini bile öğrenemiyoruz

7'nci maddede Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının yetiştirme programına yönelik ödenekler, lisansüstü eğitim veren yüksek kurumlar konu edinilmiş. Bu çerçevede, mağdur akademisyenlerle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Bize başvuran akademisyenlerden, 701 sayılı KHK'yle ihraç olan bir akademisyen, öncesinde bir idari soruşturma geçirmiş ve bunun için idare mahkemesine gitmiş ve oradan beraat almış. Bu esnada, beraat almışken ihraç edilmiş ve istinaf aşamasındaki bilgilerden öğrenmiş ki ikinci bir güvenlik soruşturması yapılmadan ihraç edilmiş. Avukatı, bununla ilgili belgeleri OHAL Komisyonuna vermek istemiş ama "Başta avukatla başvurmadın, daha sonra bir avukatla başvurmanı kabul etmiyoruz." denmiş OHAL Komisyonu tarafından; çok ilginç ve üzücü bir cevap, zaten mağdur bir akademisyen var karşımızda. Hani "Baştan avukatla başvurmadın, şimdi de avukatla başvurmanın kabul etmiyoruz." Bu, anlaşılacak bir şey değil ve akademisyen diyor ki: "Zaten, tamamen kapalı yani aleni olmayan bir süreç işletiliyor. Bir savunma avukatının süreci izlemesine dahi tahammül edemeyen kara bir kutuyla karşı karşıyayız." OHAL Komisyonu için bunu söylüyor akademisyen. Gerçekten çok üzücü, dilekçelerin akıbetini bile öğrenemiyoruz; bu konu adil yargılanmayla bağlantılı.

OHAL Komisyonu hukuki değil, siyasi gerekçelerle karar alıyor.

Şimdi, değerli arkadaşlar, OHAL Komisyonunu biz çok eleştirdik, çok haklı olarak eleştirdik. Öylesine hukuksuz kararlar alınıyor ki yüzde 88 oranında ret kararı verilmiş, yüzde 12 dolayında bir kabul kararı verilmiş ve burada hukuki değil, siyasi gerekçelerle davranıyorlar. En son, malum, Anayasa Mahkemesinin barış akademisyenleri için verdiği karar ortada. "İfade özgürlüğüdür." denmesine rağmen, barış akademisyenleri şu anda ret alıyorlar. Kabul edilecek bir durum değil aslında çünkü barış akademisyenlerinin ifadeleri, ifade özgürlüğü içindeyse niye iade edilmesinler? Ama ret alıyorlar. Ceza mahkemelerinde de herhangi bir davaları yok, ceza mahkemelerindeki mahkemeleri de düşürülmüş durumda ama ret alıyorlar; bu olacak bir durum değil. Aynı meseleyle ben de karşı karşıyayım. Anayasa Mahkemesi hakkımdaki hukuksuz süreç için hak ihlali kararı verdikten sonra, şu anda OHAL Komisyonunda ret almış durumdayım. Yani bu nasıl bir OHAL Komisyonu, anlamak mümkün değil; Anayasa'yı umursamayan bir OHAL Komisyonu'yla karşı karşıyayız.

Sayın Fuat Oktay bize link göndermiş ve mevzuatı yazmış; biz de buna şaşırdık. Bugün gelmiş bu cevap Sayın Fuat Oktay'dan, ya, sadece mevzuatı yazmış. El insaf diyorum, ülkede akademisyen kolay yetişmiyor.

Bütün bunlardan sonra, ben bu akademisyenin durumuyla ilgili bir soru sordum Sayın Fuat Oktay'a ve çok ilginç bir cevap aldık. Bu kadar hukuksuz, insanların hakkını, hukukunu çiğneyen bir Komisyondaki bu durum hakkında, işte, avukatıyla başvurmasıyla, belgenin kabul edilmemesiyle ilgili hususu sorduğumuzda, Sayın Fuat Oktay bize link göndermiş ve mevzuatı yazmış; biz de buna şaşırdık. Bugün gelmiş bu cevap Sayın Fuat Oktay'dan, ya, sadece mevzuatı yazmış. El insaf diyorum, ülkede akademisyen kolay yetişmiyor. Bu akademisyen önceden idari soruşturmada beraat etmiş, tekrar hakkında güvenlik soruşturması yapılmadan KHK'yle ihraç edilmiş ve bununla ilgili belgeleri, istinaftaki bu durumu OHAL Komisyonuna iletmek istiyor ama orada tersleniyor. Biz de bu durumu Sayın Fuat Oktay'a soruyoruz, bize mevzuatı gönderiyor. Ya, mevzuatı gönderiyorsunuz ama biz apaçık bir hukuksuzluğu görüyoruz. OHAL Komisyonunda âdeta bir yargısız infaz var, nasıl kararlar verildiğini bilmiyoruz; Anayasa Mahkemesinin üstünde bir kurum olarak kendisini görüyor. Ben OHAL Komisyonuna da gittim ve bir sürü yanlışlarını söyledik. Bize o dosyalar hakkında bilgi vereceklerini ifade ettiler ama tekrar davet de etmediler, herhâlde bu konuların açığa çıkmasını da istemiyorlar. Birçok hatalı hususla kararlar veriliyor ve insanlar mağdur ediliyor.

Ülkenin yetişmiş KHKli insanlarının bu denli mağdur edilmemesi gerek!

Ülkede, dediğim gibi, bir akademisyen kolay yetişmiyor, yükseköğretim kurumlarının bütçesini konuşuyoruz ama akademisyenlerin hâlini konuşmuyoruz. Barış akademisyenleri ve diğer akademisyenlerle 7 bine yakın akademisyenin ihraç edildiği bir ülkede, bilimin nasıl kötü bir durumda olduğunu hepimizin anlaması lazım ve KHK'lerle ilgili sorunların çok. KHK'lilerin çok zor durumda olduğunu biliyoruz. Kamu sektöründen ihraç edildikten sonra özel sektörde bile çalıştırılmayan, işte, birtakım sertifikalar almalarının önüne geçilen, ardından zor duruma düşünce sosyal yardımlaşma kurumlarından yardım talep ettiğinde de terslenen hatta tapu dairelerinde şahit olması engellenen, kredi kartı alması engellenen bir durumla karşı karşıyayız. Ben bütün bunların yanlış olduğunu, ülkenin yetişmiş insanlarının bu denli mağdur edilmemesi gerektiğini söylüyorum.    

Yorumlar (0)