Vekil Gergerlioğlu:Yasin Börü, Eren Bülbül, Ceylan Önkol hepsi bizim çocuklarımızdır. Bu kirli savaşın bir an evvel bitmesi için çalışıyoruz

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kocaeli Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi Ömer Faruk Gergerlioğlu ÖFG TV’de Gündemi değerlendirdi.

Vekil Haberleri 11.10.2020, 10:58
Vekil Gergerlioğlu:Yasin Börü, Eren Bülbül, Ceylan Önkol hepsi bizim çocuklarımızdır. Bu kirli savaşın bir an evvel bitmesi için çalışıyoruz

İşte Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun gündeme dair o değerlendirmesi:

Ekim ayı geldi TBMM açıldı. Halkların Demokratik Partisi ve milletvekili olan ben; Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu olarak milletimize hizmet etmeye çalışıyoruz.

Değerli izleyenler, evet Ekim ayı geldi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi başladı yeni yasama yılı başladı. Türkiye’de meselelerin çözüm adresi; siyasettir, meclistir, demokratik siyasettir ve biz de ne kadar şu anda demokratik siyaset yok edilmeye çalışılsa, yasama ne kadar yürütmenin boyunduruğu altına alınmış olsa da olsun, Halkların Demokratik Partisi ve milletvekili olan ben; Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu olarak milletimize hizmet etmeye çalışıyoruz. Milletimizin büyük sorunları var, büyük sıkıntılar var, yasalar da önemli sıkıntılar var, bazı yasalar Anayasa’ya uymuyor, itiraz ediyoruz, Anayasal çerçevede daha iyi bir toplumsal sözleşme ile yönetilmemiz gerektiğini zaten yıllardır söylüyoruz ve şu anda cari olan yönetim şeklinin de daha iyi bir şekle yönelebilmesi için parlamento da partimiz ve milletvekillerimiz olarak mücadele veriyoruz. Soru önergelerimiz ile, araştırma önergelerimiz ile, yasa tekliflerimiz ile, genel kurul ve basın toplantılarımız ile önemli konulara vurgular yapıyoruz. Belki şu anda bizim insanlarımızın bir kısmı siyasete küsmüş durumda; yapılan bu baskılar sonrasında, siyaset dışı çözümler olması gerektiğini söyleyen çok kişi var olabilir, veyahut da siyasete küsmek gerektiğini söyleyenler olabilir ama bizler kesinlikle siyasete küsülmemesi gerektiğini, bizim için daraltılması düşünülen bir alanın bizim için daha da genişletilmesi gereken bir alan olduğunu sizlere söylüyoruz. Her yerde de söylüyoruz.

HDP olarak bize siyaset alanını daraltmaya çalışıyorlar, biz siyaset alanının daha da genişletilmesini istiyoruz

Gittiğimiz il ve ilçe binalarımızda da söylüyoruz. Madem bize siyaset alanını daraltmaya çalışıyorlar, biz siyaset alanının daha da genişletilmesini istiyoruz. Yasama alanında da mecliste bizim alanımızı daraltmaya ne kadar çalışsalar da siyaset alanını ne kadar daraltmaya çalışsalar da vekillerin çalışma alanını ne kadar daraltmaya çalışsalar da biz ve partimiz o alanı genişletmeye çalışıyoruz. Şahsen biz şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde hemen her soruna müdahil olmaya çalışan bir vekiliz, bir insan hakları savunucusu kimliği ile insanların haksızlığa uğradığı her noktada önemli çıkışlar yapmaya çalışıyoruz, siyasi, sosyal, iktisadi, sosyolojik anlamda birçok sıkıntıya temas etmeye ve çözümler getirmeye çalışıyoruz. Getirdiğimiz çözümlerin de önemli sonuçları olduğunu görüyoruz, önemli bir baskı unsuru olduğumuzu görüyoruz. İktidar olmayabiliriz, muhalefetiz ama elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Bunları da çok önemsiyoruz, biz demokrasilerde muhalefetin mutlak surette olması gerektiğini düşünüyoruz. Muhalefeti devre dışı bırakmaya çalışan bir anlayış var ama demokrasilerde iktidar ve muhalefet birlikte iş yapar ve muhalefet iktidarın yanlışlarını söyler, olması gerekenleri söyler, biz de hem parti hem milletvekili olarak yaptığımız çalışmalar ile müdahilliklerle bunu sonuna kadar yapmaya çalışıyoruz ve halkın her kesimine elimizi uzatıyoruz, halkın her kesimi de elimizi tutuyor ve beraber ortak çalışmalar yapıyor.

Ben Kocaeli milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu olarak; sadece Kocaeli’nde değil, Edirne’de de Rize’de de Van’da da Antalya’da da siyaseti yürütmek isteyen bir milletvekiliyim.

Siyasetin böyle yürütülmesi gerektiğine inanıyorum ve Türkiye’nin dört bir tarafından da bize başvuru geliyor ve bu başvuruları sonuçlandırmaya çalışıyoruz. Sadece kendi seçmenlerimden değil, sadece Kocaeli bölgemden değil, Türkiye’nin dört bir tarafından geliyor ve gelmesi de gerekiyor. Biz Anayasal olarak bir ülke milletvekiliyiz ve bunu da sonuna kadar hakkını vermeye çalışıyoruz. Çalışma ekibimiz ile arkadaşlarımız ile, yerel ve ulusal anlamda tüm gelişmeleri takip ederek, milletimizin derdine tercüman olmaya çalışıyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı; okulların açılması gibi, biliyorsunuz her okullar açıldığında yeni bir şevk, heyecan ile çocuklar okuluna gider biz de Millet Meclisi’nde ki genel kurul görevlerimize gidiyoruz ve orada yeni bir aşkla, şevkle milletimize daha iyi hizmeti nasıl yapabilirizi düşünüyoruz, çok büyük imkanları olan ama büyük sorunları olan, büyük yönetimsel sıkıntıları olan, aksaklıkları olan bir ülkedeyiz. Bunların düzeltilmeyecek bir yönü yok, karamsar değiliz, kötümser değiliz ve bunların düzeltilmesi için de sonuna kadar büyük bir gayret sarfedeceğiz.

Halkların Demokratik Partisi’ne yönelik önemli bir engelleme var, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde dışlanmaya çalışılan, yok edilmeye çalışılan bir parti

Biz hem kendi seçmenlerimize hem de kendi milletimize şunu söyleyelim; evet şu anda Halkların Demokratik Partisi’ne yönelik önemli bir engelleme var, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görülmemeye, yok edilmeye çalışılan bir parti. Siyaseten HDP devre dışı bırakılmaya çalışılıyor, çok büyük baskılar var biliyorsunuz ama biz diyoruz ki: “Bu ülkede ki ana büyük sorunların çözümünde Halkların Demokratik Partisi’nin yeri son derece önemlidir ve Türkiyeleşme siyaseti ile, Türkiye’nin dört bir tarafına el uzatmak istemektedir. Hiç kimse kırmasın, kesmesin, engellemesin biz bu engeli Türkiye’nin dört bir tarafına uzatmak. Türk’ü ile Kürt’ü ile, Alevisi ile, Sünnisi ile, dindarı ile, dinsizi ile her kesiminden insanı ile bu ülkenin sorunları noktasında hepimizin el birliği yaparak çözümler bulduğu bir parti, bir oluşum ile tüm bu ülkeye hizmet etmek istiyoruz. İnsanımıza hizmet etmek istiyoruz, dünyaya bu toprakların sesi olmaya çalışıyoruz. Şahsiyetli, karakterli bir siyaset anlayışı yürütmek istiyoruz ve ahlaken zayıf, hukuken kötü, vicdanen bitmiş bir anlayışa, bir iktidara karşı da elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Bu noktada da tüm milletimizden destek bekliyoruz, güç bekliyoruz. Biz tüm aşkımızla, şevkimiz ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı bugünlerde yine dört elle işimize sarılmış durumdayız. Buradan herkese söyleyeyim; karamsarlık yok, kötümserlik yok, umutsuzluk yok, dimdik ayakta duracağız ve gayret edeceğiz değerli arkadaşlar.”

Kobani olayları gerekçe gösterilerek 20 arkadaşımızdan maalesef 17’si 8 günlük gözaltı süresi sonrası tutuklandı, 3’ü serbest bırakıldı.

HDP eski ve yeni MYK üyelerinden 2014 yılındaki Kobani olayları dolayısıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açmış olduğu bir soruşturma sonrasında 82 kişi hakkında bir gözaltı kararı çıkmıştı ve bunların yarısı gözaltına alınmıştı. Hepsi de değerli arkadaşlarımızdı, mesai arkadaşlarımızdı ve 20 kişiden maalesef 17’si 8 günlük gözaltı süresi sonrası tutuklandı, 3’ü serbest bırakıldı.

Erdoğanın o dönem isteği Kobaninin düşmesiydi!

Kobani olayları evet, 6-7 Ekim günlerinde 2014 yılında oldu ve o günlerde bu olayların olması maalesef istenmeyen ama olabilecek, beklenebilecek olaylardı çünkü İŞİD Kobani’ye saldırmıştı ve Kobani gerçekten Erdoğan’ın dediği gibi: “Düşecek bir haldeydi.” ve Erdoğan’ın isteği de bu yöndeydi ve sonrasında İŞİD’in Kobani’yi ele geçirmesi, çok büyük bir katliama neden olabilecekti, İŞİD acımasız bir örgüttü. İnsanları yakan, acımasızca öldüren bir örgüt ile karşı karşıyaydık ve o günleri anımsayacak olursanız, Kürtlerin son derece duygusal bir şekilde ayağa kalktığını, her kesimden Kürt insanının sınırın birazcık öte tarafındaki Kobani’de kardeşlerini, akrabalarının ölümüne, katliamına karşı çok büyük bir reaksiyon gösterdiğini, çok duygusal bir şekilde ayağa kalktığını göreceklerdir. Barış süreci devam ediyordu ama samimiyetsiz bir şekilde devam ediyordu. Erdoğan barış sürecine samimiyetsiz bir şekilde devam ettiriyordu ve bu iş, süreç bozulmaya doğru gidiyordu ve tam bütün bu süreçler yaşanırken Kürt meselesinde adil ve eşitlikçi bir anlayışı önerenlerin sürecin bozulmaması için büyük bir gayreti mevzu bahis iken maalesef İŞİD üzerinden bir takım siyasi oyunlar oynanmaya çalışılıyordu.

Kobanide yaşananlara Halkların Demokratik Partisi yetkililerinin sessiz kalması beklenemezdi

Bunlar son derece tehlikeliydi, Kürtlerin duyguları ile, hisleri ile, gözyaşları ile oynama anlamına geliyordu. Tabi ki bu sırada Kürt meselesini kendi siyasetinin ana konusu olarak, ana sorunu olarak gören bir parti. Halkların Demokratik Partisi’nin yetkililerinin sessiz kalması beklenemezdi ve demokratik kitle tepkilerinin ortaya konulması yönünde bir twit atıldı, Halkların Demokratik Partisi hesabından ve bundan sonrasında artan gerginlik ve Türkiye’de yaşanan olaylar oldu. Halkların Demokratik Partisi bu tweeti atarken herhangi bir karışıklık olsun, insanlar birbirine girsin, öldürsün diye atmamıştı. Zaten bu twitten önce de bir gerginlik vardı ve demokratik bir şekilde tepkilerin gösterilmesi, İŞİD’in katliamına engel olunması gerektiği söyleniyordu, bekleniyordu. En başta Kürt halkı, Halkların Demokratik Partisi’nden böyle bir adım bekliyordu. Halkların Demokratik Partisi’nin sessiz kalması mümkün değildi.

“Demokratik tepki gösterelim.” demek: Daha sonra olağan olabilecek, olmuş olayların nedeni olarak gösterilemez “Hukuken bu böyledir.” Sonuçta siz: “Kalkın, yakın, yıkın, birisini öldürün.” mü demişsiniz?

Böyle bir twitin atılması, 6 yıl sonra sanki Ayhan Bilgen ve arkadaşlarının suçuymuş, bütün bu cinayetler, katliamlar insanların ölmesi onların suçuymuş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Öyle bir şey yok! Geçtiğimiz hafta da biliyorsunuz Kerem Altıparmak hocamızla konuştuk. Bu konuları ona sorduk. Kerem Altıparmak da çok net bir şekilde söyledi, bir hukukçu olarak, hani bir şekilde ‘Demokratik tepki gösterelim.’ Demek: “Daha sonra olağan olabilecek, olmuş olayların nedeni olarak gösterilemez.” diyor. “Hukuken bu böyledir.” Diyor. Sonuçta siz: “Kalkın, yakın, yıkın, birisini öldürün.” mü demişsiniz? “Demokratik olarak bu konuda tepki gösterelim.” Demişsiniz ve bir şekilde olaylar öldürmeye, yaralamaya dönüşmüş. Hiç kimse “Öldürün, yaralayın.” Dememişti. “Kargaşa çıkarın, anarşi çıkarın.” Dememişti ve ‘Demokratik tepki’ cümlesini kalkıp da bu şekilde yorumlamak kesinlikle doğru değil ve hakkaniyete uygun değil. Sonuçta da o günkü oluşan tepki sonrasında Kobani’de ki katliam önlenmişti, belki binlerce kişinin ölümü engellenmişti. Evet Türkiye’de bu tür karışıklıklar yaşanmıştı ve yaşanmaması gerekiyordu, biz bunların neden yaşandığı, nasıl yaşandığı, önlenebileceği halde neden önlenmediği halde parti olarak soru önergeleri, araştırma önergeleri defalarca verdik. Bugün de verdik bakın, Halkların Demokratik Partisi bugün de araştırma önergesi verdi ama bunları reddeden Cumhur İttifakı vardı karşımızda; ‘Gelin, bunları hep birlikte değerlendirelim, İŞİD’i bir koz olarak kullanarak Kürtlerin üzerine sürmek, Kobani’de ki Kürtlerin katliamını herkese hissettirmek tavrı nasıl da yanlış bir tavırdır, gelin hep beraber bunları konuşalım.’

İster Yasin Börü olsun, ister Eren Bülbül olsun, ister öldürülen Ceylan Önkol olsun, kim olursa olsun tüm çocuklar bizim çocuklarımızdır ve bu kirli savaşın bir an evvel bitmesi, çocukların ölmemesi, anaların ağlamaması gerektiğini söylüyoruz.

Evet bu olaylar sırasında Yasin Börü’de vefat etti ve diğer birçok kişi de vefat etti. Ben şahsen bunun çok net bir şekilde söyleyeyim, defalarca bana sorulur bu; 2014 6-7 Ekim olaylarında, Yasin Börü katledildiğinde ilk tepki veren insanlardan birisiydim. Biz insan hakları savunucusuyuz, kim olursa olsun, kimsenin öldürülmesi, yaralanması taraftarı değiliz, kesinlikle şiddetin, anarşinin, terörün karşısındayız ve biz insan hakları savunucusu olarak barışa inanıyoruz, çözüme, uzlaşmaya inanıyoruz. İnsanların kim, hangisi olursa olsun ister Yasin Börü olsun, ister Eren Bülbül olsun, ister öldürülen Ceylan Önkol olsun, kim olursa olsun tüm çocuklar bizim çocuklarımızdır ve bu kirli savaşın bir an evvel bitmesi, çocukların ölmemesi, anaların ağlamaması gerektiğini söylüyoruz. Gençlerin silahlı çatışmalarda ölmemesi gerektiğini söylüyoruz, bunların yolu zor değil aslında kolay ama maalesef devletler kendi politikalarını dayatarak bunu devre dışı bırakmak istiyorlar. Kobani soruşturması da böyle başladı, Kobani soruşturması 6 yıl sonra kamu vicdanının kabul etmeyeceği bir şekilde başlatıldı ve bunun en iyi darbesini de Kars Belediye Eş Başkanı çok çok değerli siyasetçi arkadaşımız Ayhan Bilgen ödedi.

Ayhan Bilgen hakkında bir soruşturma yoktu ve kendisi bir ara tutuklanmıştı ve bu tutukluluğun da Anayasa’ya aykırı olduğuna Anayasa Mahkemesi de kanaat getirmişti ve 20 bin TL’de tazminat kazanmıştı.

Yani 8-9 aylık bir mahpusluğunuzun karşılığı değildir, 20 bin TL tazminat cezası. Birileri bir hata yapmış ve sonrasında bunun karşılığı maddi ve manevi değildir ama sonuçta da Anayasa Mahkemesi en son mahkemeden kazanmış olduğu çok önemli bir itirazın sonucu olan bir karar vardı ve maalesef Ayhan Bilgen bu kararı kazanmış olmasına rağmen ve son derece de rahat olmasına rağmen, bir milletvekili olarak Ayhan Bey Kars Belediye Başkanlığı’na geçmeyi hiç tereddütsüz kabul etti. Kendi dokunulmazlığını bıraktı, bu kadar hukuksuzluğun, Anayasa’yı çiğnemenin yoğun bir şekilde olduğu bu dönemde, yılların insan hakları savunucusu, çok değerli siyasetçi arkadaşımız Ayhan Bilgen Kars Belediye Başkanlığı’nı kabul etti, ona yönelik çok yoğun bir ilgi, sevgi, davet vardı Kars halkı tarafından. Ayhan Bey ile bu seçimin kazanılabileceği düşünülüyordu çünkü çok sevilen taktir edilen, şahsiyetiyle, karakteri ile, ahlaki ile çok sevilen bir insandı. Nasıl sevilmesin? Çünkü Ayhan Bey arkadaşımı ben de yıllardır tanırım. Mazlum-Der Kocaeli Şube Başkanı olduğumda değerli Ayhan Bey arkadaşımız Ankara Şube Başkanı’ydı. Yıllardır birlikte çalıştık kendisi ile, son derece akıllı, zeki, gayretli, cesur ve yaratıcı bir arkadaşımızdı ve bu yüzden daha sonra biz kendisini Mazlum Der Genel Başkanı olarak seçtik. Çok değerli çalışmalar yaptı, çok nitelikli konuşmalar yaptı, çok önemli çıkışlar yaptı. İnsan hakları savunuculuğuna önemli bir renk getirdi, önemli bir karakter getirdi, önemli bir duruş getirdi. Teori ve pratik anlamında son derece değerli faaliyetler sergiledi ve daha sonra siyaset alanına geçmek istedi Ayhan Bilgen. Siyaset alanında çok önemli çalışmalar yaptı, çekirdekten geldi, gerçekten yurdun dört bir tarafında çalışmalar yaptı, Konya’da, Kars’ta, Mersin’de bir çok çalışmalar yaptı. Seçim çalışmaları yaptı, halklara danıştı ve her zaman da Ayhan Bilgen halk tarafından sevildi. İnsan hakları savunuculuğundan sonra da siyaset alanında da çok sevilen bir insan oldu, sonrasında siyaset alanında hem bir Kars Milletvekili olarak hem de daha sonra Grup Başkan Vekilimiz olarak değerli, nitelikli, kaliteli bir duruş ile siyasetin sadece HDP açısından değil, göz bebeği oldu Ayhan Bey ve dediğim gibi dokunulmazlığın kaldırılması, göze alarak Kars Belediye Başkanı oldu, Eş Başkanı oldu. Bütün bunlar sonrasında kendisine Anayasa’yı çiğneyen, yasaları çiğneyen bir saldırı yapıldı. Haksız, hukuksuz bir şekilde Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen gözaltına alınıp, zırhlı araçlara bindirilip, tahkir edilmeye, gözden düşürülmeye çalışıldı ama tutuklansa bile şuanda büyük bir gurur ile görüyoruz ki Kars halkı Ayhan Bilgen’in arkasındadır. Onu sadece Kürtler değil, sadece HDP seçmeni değil, Kürt’ü ile, Türk’ü ile, Azerisi ile, Terekemesi ile tüm Kars halkı taktir etmektedir. Bu insanları vicdanına dokunan, bu insanların gerçekten çok canının sıkıldığı bir hadisedir, seçtikleri iradeleri olan bir başkan, daha doğrusu Şevin Hanım ve Ayhan Bey birlikte tutuklanmışlardı ve bunların tamamen siyasi operasyonlar olduğunu, belli ki AK Partili Karslılar bile anlamış durumdadır.

Halkların Demokratik Partisi’ne yönelik saldırılan birer bir basamağı işin doğrusu, daha da fazlası da gelebilir ama bütün bunlar Kürt meselesindeki demokratik siyaseti engellemeye yöneliktir.

Onun dışında biliyorsunuz 17 tutuklama var Ayhan Bey dışında Kobani operasyonları sırasında, bu arkadaşlarımız da MYK’da görev almış arkadaşlarımız ve bu tweet de herhangi bir suç içermediği için suçlanabilecek tutuklanabilecek arkadaşlarımız değil kesinlikle. Diğer arkadaşlarımız için de aynı şeyi söylüyoruz, 2’si de son derece değerli, gayretli siyasetçiler ve Kürt meselesinde son derece cesur, onurlu bir yerde duran, belki çok önemli sıkıntılar içeren yerlerde, kararlarda imzası olan ama bu duruşlarını devam ettiren çok değerli arkadaşlarımız diğer arkadaşlarımız da. Bunlar belki sonrasında daha da ağırlaştırılacak, Halkların Demokratik Partisi’ne yönelik saldırılan birer bir basamağı işin doğrusu, daha da fazlası da gelebilir ama bütün bunlar Kürt meselesindeki demokratik siyaseti engellemeye yöneliktir. Bunlar kabul edilecek hadiseler değil, mutlak surette Kürt meselesinin tüm sosyolojik boyutları ile Türkiye’de adil ve eşitlikçi bir şekilde çözülmesi gerekiyor. Bu apaçık ortada, büyük bir yara var ortada ve siz bütün bu büyük yaralar varken o yaraları daha da derinleştiren, daha da açan ve üzerine tuz eken bir siyaset, bir iktidar anlayışı ile maalesef çok daha kötü bir yere götürüyorsunuz işi. İktidarın yetkililerine bunu söyleyelim. Biz Kobani tutuklamaları sonrasında arkadaşlarımızın bir an evvel serbest bırakılması gerektiğini söylüyoruz.

Kars Belediye Başkanlığı’na atanan bu kayyumun da hukuksuz olduğunu; kayyum atandıktan sonra Cuma namazı saatinde belediyenin gölgesinde namaz kılarak bir görüntü oluşturmaya çalışan, Kars Valisi ve Kayyumunu da kınadığımızı net bir şekilde söyleyelim.

İnsanları namazdan soğutan, insanları dinden soğutan, bir hırsızlığı meşrulaştırmaya, dinileştirmeye çalışan bu anlayışa karşı sonuna kadar mücadele edeceğimize söz veriyoruz. Ayhan Bilgen değerli bir arkadaşımızdır, biz onun sesinin kısılmasına kesinlikle müsaade etmeyeceğiz. O da zaten sesini kısacak bir arkadaşımız değildir, siyaseti seven, sorunlara kendi ve tüm yakın çevresinin incinmesini bile göze alacak şekilde, tüm gücüyle karşı duran ve insanların mutluluğu, huzuru için gayret eden bir arkadaşımızdır, yıllardır tanıdığımız, on yıllardır tanıdığımız bir arkadaşımızdır. Siyasetin, insan hakları savunuculuğunun çekirdeğinden gelmiş bir arkadaşımızdır. Onu böyle yapay bir tokat ile bir yerlerden uzaklaştırmak, Halkların Demokratik Partisi’ni böyle yapay tokatlar ile siyasetin dışına itmek kadar gafil bir düşünce olamaz, bunu şu anda iktidar yapmaya çalışıyor, başaramayacak gücü yetmeyecek bunu da net bir şekilde söylemiş olalım değerli arkadaşlar.

Kimi öğretmen karı koca evinde EBA dersi verirken, komşuya bıraktıkları çocuklarının 7. Kattan yere düşüşünü gördüler, kimisi internet hattı konusunda kablo çekmek isterken çatıya çıkarken, arkasından gelen 4 yaşındaki çocuğunun çatıdan kayıp düştüğünü gördü

Evet bu haftanın önemli bir konusu da maalesef eğitim ile ilgili büyük sıkıntılardır değerli izleyenler. Okullarımız açıldı, milyonlarca çocuğumuz, delikanlılar, kızlarımız, oğullarımız, çocukları okullara gidiyorlar diyeceğiz ama gidemediler. Evde oturdular, bir kısmı gidebildi, bir kısmı gidemedi. Covid-19 pandemisi son hızı ile devam ediyor ve çocuklarımız maalesef evlerinden uzaktan eğitim ile eğitim alma durumundalar. Bu onlar için tabi son derece yetersiz bir eğitim ve öğretimi getiriyor. Okullar o alışa geldikleri Eylül-Ekim aylarını yaşayamadılar. Çocuklar yaşayamadı, yüz yüze eğitimin yeri çok bir başka bunu da hepimiz çok iyi biliyoruz ama gelinen noktada şu anda uzaktan bir eğitim var, EBA eğitimi çocuklara uzaktan bir eğitim veriliyor ve bu da büyük aksamalara neden oluyor çünkü her evde bir çocuk yok, her evde bir bilgisayar var ama sonuçta çocuklar zorlanıyor bunda. Bir çocuk eğitim alıyorsa, diğeri alamıyor veyahut da hiç bilgisayar olmayabilir, internet olmayabiliyor. İnternetin parasını ödediği halde çekmeyebiliyor ve bundan dolayı bu hafta içinde acı olaylar yaşandı. Kimi öğretmen karı koca evinde EBA dersi verirken, komşuya bıraktıkları çocuklarının 7. Kattan yere düşüşünü gördüler, kimisi internet hattı konusunda kablo çekmek isterken çatıya çıkarken, arkasından gelen 4 yaşındaki çocuğunun çatıdan kayıp düştüğünü gördü, tüm bunlar ağır aksak yürütülmeye çalışılan EBA sistemi sonrasında yaşadığımız can kayıplarıydı ve çok üzücüydü, inanılmaz üzücüydü gerçekten çünkü insanlar 3 kuruşluk paraları olmadığı için bir şekilde EBA dersi almaya gayret içindeyken en sevdiklerinin hayatlarını kaybetmesi karşısında yıkılıyorlardı. Gerçekten bu çok çok üzücü bir haldi.

Cihaz, tablet, bilgisayar dağıtması ve EBA için internet erişiminin ulaşımının ücretsiz bir şekilde sağlanması noktasında bir yasa teklifi sunduk ve sonunda bugün Milli Eğitim Bakanlığı’nın 500 bin tablet sağlanacağına dair bir açıklaması oldu. Bunu da olumlu bir gelişme olarak görüyoruz

Biz bununla ilgili bir yasa teklifi hazırladık ve çocuklara en yüksek teknolojik imkanlar ile ‘Bilgisayar, tabletler ile’ bu EBA derslerini izleme imkanı konusunda çocuk sayısı da gözetilerek, iktidarın, Milli Eğitim Bakanlığı’nın yapması gerekeni, devlet olarak yapması gerekeni bir şekilde dönüştürdüğü eğitimin hakkını vermesi, gerektiğini yapması anlamında cihaz, tablet, bilgisayar dağıtması ve EBA için internet erişiminin ulaşımının ücretsiz bir şekilde sağlanması noktasında bir yasa teklifi sunduk ve sonunda bugün Milli Eğitim Bakanlığı’nın 500 bin tablet sağlanacağına dair bir açıklaması oldu. Bunu da olumlu bir gelişme olarak görüyoruz ama aynı zamanda internet altyapısı ve internete ücretsiz erişim noktasında zaten büyük maddi sıkıntılar yaşayan ailelerimize yardımcı olunması gerekiyor, bize bu noktada çok önemli sıkıntılar yansıyordu çünkü aileler gerçekten büyük sıkıntılar çekiyordu. Umarım ki EBA eğitim sistemi bundan sonrasında düzenli bir şekilde yürür, öğrencilerimiz zaten geçen sene büyük bir kayıp yaşadılar, bu seneyi en azından eğitim- öğretim açısından en az kayıpla, en iyi eğitim ile geçirmiş oluruz. Oldukça önemli insani sıkıntıların olduğu günleri, ayları yaşıyoruz. Zaten bu ülke değil tüm dünya bunu yaşıyor ama bunları en iyi kaliteli bir şekilde aşabilmek, giderebilmek de bu ülkenin iktidarının görevi.

35 bin kamu görevlisi öğretmenin, 20 bin de özel kurumlarda, okullarda görev yapmış öğretmenin devre dışı bırakılması ile tam 55 bin öğretmenimiz eğitim-öğretim hayatından uzaklaştırıldı. Bu bir ülkeye yapılmış en büyük kötülüklerden birisidir

Evet değerli arkadaşlar ben size bir imza kampanyasından söz edeceğim. Malum biliyorsunuz OHAL Döneminde KHK’lar ilan edildi ve yüzbinlerce kişi KHK’lar ile işinden ihraç edildi. En az 134 bin kamu görevlisi işinden ihraç edildi ve KHK’lar ile kapatılan kurumlardan dolayı en az 200 bine ulaşmış mağdur sayısı var ortada. Bunların aileleri ile çarptığınız zaman 1-1,5 milyon civarında bir mağduriyet görünüyor, aslında sessiz ama dev bir çığlık var ortada. Ve bütün bu mağduriyetlerin arasında en büyük mağduriyet sektörü eğitim sektörü. 35 bin kamu görevlisi öğretmenin, 20 bin de özel kurumlarda, okullarda görev yapmış öğretmenin devre dışı bırakılması ile tam 55 bin öğretmenimiz eğitim-öğretim hayatından uzaklaştırıldı. Bu bir ülkeye yapılmış en büyük kötülüklerden birisidir gerçekten çünkü düşünün 55 bin nitelikli öğretmeninizi bir anda devre dışı bırakıyorsunuz ve onların tüm haklarını, hukuklarını ellerinden alıyorsunuz. Özel okullar çalışma haklarını ellerinden alıyorsunuz, işlerine dönme hakkını ellerinden alıyorsunuz, OHAL Komisyonu gibi haksız, hukuksuz idari bir komisyonun eline veriyorsunuz, insafına bırakıyorsunuz ve sonuçta bu öğretmenlerimiz öğretmenliklerini yapamıyorlar, fabrikalarda çalışıyorlar, fabrikalarda çalışırken hayatlarını kaybediyorlar ve daha büyük mağduriyetler yaşıyor, kimisi büyük sıkıntılar sonrası depresyona giriyor, kimisi bütün bunlar yetmiyor cezaevine giriyor, bütün bunlar yetmiyor aileleri yıkılıyor, boşanmalar artıyor, maddi manevi sefaletler yaşanıyor, çocukları rahatsız oluyor, anne babaları kalp krizinden, üzüntüden ölüyor vb. Çok büyük sıkıntılar yaşanıyor ve öğretmenlerimiz büyük bir mücadele içinde. Ben milletvekili olarak göreve başladıktan sonra, bildiğiniz gibi değerli arkadaşlar bunu bazen böyle teker teker soruyorsunuz, toplu olarak cevaplamak isteyeyim. 2 önemli bakanlık ile görüştüm. Birincisi; Millî Eğitim Bakanlığı, ikincisi de Adalet Bakanlığı idi. Her iki bakan ile de bir görüşme yaptım ve Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’a tüm bu sorunları anlattım, güvenlik soruşturması ile yine hakkı yenen öğretmen adaylarını anlattım. KHK ile ihraç edilen arkadaşlarımızı ve çalışma izni verilmesini noktasında çok büyük cimrilik yaşatıldığını söyledim ve bunlar için adım atılması gerektiğini söyledik, çok zorladık, inanın ki verdiğimiz soru önergelerine, verdikleri cevaplar birbirini tutmadı. Verdikleri cevapları yapmadılar, tamamen dökülen bir bakanlık anlayışı vardı karşımızda. Biz bunları çok yakinen seyrettik, trajikomik cevaplar ve uygulamalar ile karşı karşıya kaldık. Ne yaptığını bilemez bir bakanlık ile karşı karşıya kaldık ve kararları veremediklerini gördük. Verdikleri kararlara inanmadıklarını gördük ve biz baskımıza devam ediyoruz, en az ben milletvekili olmadan önce de bir insan hakları savunucusu olarak öğretmenler konusuna özel bir önem verdim, dediğim gibi KHKlılar arasında en büyük sektördür eğitim sektörü.

5 Ekim Dünya Öğretmenler Gününde ‘OHAL, KHK Mağduru Öğretmenler Tüm Hak Kayıpları Telafi Edilerek Görevlerine İade Edilsin’ kampanyası başlattık!

55 bin öğretmen, 6 bin en az da akademisyeni katarsanız 61 bin büyük bir dev eğitim ordusunu siz devre dışı bırakmışsınız bu ülkede. Bu korkunç bir şeydir gerçekten! Ama bu yapılmıştır, işte biz bunun en azından bir an evvel en zararın az olduğu bir yerden geri dönülmesi için uğraş veriyoruz, bir imza kampanyası düzenledik, size de şöyle göstermiş olalım. ‘OHAL, KHK Mağduru Öğretmenler Tüm Hak Kayıpları Telafi Edilerek Görevlerine İade Edilsin’ dedik. Change.org’da bir imza kampanyası düzenledik. ‘Ben dertliyim, derdime derman yok mu?’ diyen öğretmenler ve diğer mezhep gruplarından arkadaşlarımız, işte buyurun size sesinizi yüksek bir şekilde duyurabileceğiniz bir imza kampanyası, işte bakın kampanya metni böyle ve biz burada tüm bu sorunları anlattık, öğretmenlerin neler yaşadığını ayrıntılı bir şekilde anlattık ve sonunda sizlerden atacağınız imzalar ile bu hukuksuzluğa dur demenizi ve çok şey borçlu olduğumuz öğretmenlerimize destek vermenizi istiyoruz. 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü’ydü. Bunun için gündem yaptık, hashtag kampanyalarında gündem yaptık, imza kampanyamızı hatırlattık ve yoğun bir gayret içine girdik, ben tekrar hatırlatıyorum ‘Sorunlarımıza niye çare bulunmuyor?’ demeyin arkadaşlar, bakın işte bu kampanyamız burada change.org’da devam ediyor, lütfen bu kampanyayı imzalamamışsanız imzalayın, OHAL KHK mağduru öğretmenler tüm hak kayıpları telafi edilerek, görevlerine iade edilsin diyoruz. Hem 35 bin kamudan ihraç arkadaşımız için söylüyoruz hem de 20 bin çalışma izni iptal edilmiş, kurumlardan çalışma izni iptal edilerek ayrılmış öğretmen arkadaşlarımız için söylüyoruz; her biri bir değerdir öğretmenlerimiz bizim için hayatımızda çok önemli noktaları, anları, hatıraları oluşturmuştur. Hepimiz için öğretmenlerimizin önemli bir yeri vardır, öğretmenler için de gayretli, fedakar öğretmenler için çocukların eğitimi, öğrencilerin eğitimi onların en az 1 harf öğrenmesi, 1 cümle sarf edebilmesi onlar için büyük bir mutluluk kaynağıdır, büyük bir haz taşıyan bir meslektir öğretmenlik. O yüzden öğretmen arkadaşlarımızın yanında olduğumuzu beyan ediyoruz, aynı zamanda tüm KHK’lı arkadaşlarımızın da yanındayız ama bu öğretmenlere ait bir kampanyadır. Bu kampanya çerçevesinde gördüğünüz fotoğraf da Gökhan Açıkkolu öğretmenimize aittir.

Gökhan Açıkkollu biliyorsunuz sembol bir şahsiyettir. OHAL Dönemi’nin ilk mağdurlarından, ilk felakete uğrayanlarından bir kişidir, bir öğretmendir.

Yargısız, sorgusuz, sualsiz infaz edilmiş, hain ilan edilmiş, bu OHAL Dönemi’nin ne olduğunu gösteren çok sembol bir isimdir. O yüzden biz öğretmenler ile ilgili gayretimize, faaliyetimize, fedakarlığımıza sonuna kadar devam edeceğiz ama bu çalışmalara da herkes destek versin, bakın biz bu imza kampanyasının çok etkili olması için en az 1 milyonu bulması gerektiğini söyledik. Şu anda 6- 7 bin civarında bir imza var. Hiçbir zaman için ‘Ya bir şey olmaz, ne olur ki?’ demeyin, çok kuvvetli bir ses getirelim. Tüm Türkiye’ye ve dünyaya bu ses yayılsın ve Türkiye’nin bu konu da büyük bir istek olduğunu göstermiş olalım değerli arkadaşlar. Zor değil hepimiz gayret edelim, bir imza zor bir şey değil, hiçbir zararı yok, çok katkısı var. Hem siz hem çevreniz lütfen bu imza kampanyasına katılın ve öğretmenlerimiz eğitim-öğretim hayatına, öğretmenlerimiz sınıflarına lütfen dönsün değerli arkadaşlar.

OHAL Komisyonu’nu ziyaret ederek, yaptıkları hukuksuzlukları, Anayasa ihlallerini de yüzlerine vurarak da bunları söyledim.

OHAL Komisyonu ile ilgili bize çok sorular geliyor değerli arkadaşlar. OHAL Komisyonu ile ilgili: “Ne yapıyorsunuz? Ne ediyorsunuz?” Diye sorular geliyor, evet biz bu soruları cevaplamaya çalışalım. Değerli arkadaşlar biz OHAL ilan edildikten sonra OHAL Komisyonu’nu en yakından takip eden bir insan hakları savuncusuyuz, bir siyasetçiyiz. OHAL Komisyonu’nun faaliyetlerini, siyasetçi olmadan önce de çok yakından takip ediyordum ve bu konuda basına beyanat veriyordum. Sonrasında da bizzat OHAL Komisyonu’nu ziyaret ederek, yaptıkları hukuksuzlukları, Anayasa ihlallerini de yüzlerine vurarak da bunları söyledim. OHAL Komisyonu çok hukuksuz, böyle cicili, bicili dosyalarda, güya sektörüne göre memurlar da ayıran bir medyaya önemli değerlendirmeler yaptığı iddia edilen bir komisyon ama yasal zırha kavuşturulmuş ve Saray’ın bir dediğini iki etmeyen bir komisyon olarak hafızalara kazınmış durumda, herkes bunu biliyor. OHAL Komisyonu OHAL döneminin en zayıf yönü, en hukuksuz yönü, o yüzden biz bu komisyonun bir an evvel devre dışı çıkarılması, lav edilmesi gerektiğini söylüyoruz, bu komisyonun kararlarını kabul etmiyoruz zaten en başta da bunu söylüyoruz ama güç bizim elimizde değil, ister istemez kararlar dosyalar oradan geçiyor. Benim şahsi dosyamda orada ve yüzbinlerce kişinin de dosyası orada ama OHAL Komisyonu’nun sonuna kadar eleştirmekten hiçbir zaman için vazgeçmedim, hakkı, hukuku sonuna kadar söylememiz gerekiyor çünkü bu dosyalar haksız, hukuksuz bir şekilde oluşturuldu. Anayasa’yı çiğneyerek oluşturuldu ve Anayasa’yı çiğneyerek bu dosyalar hakkında karar veriliyor, biz de bu ülkede barışı isteyen, insan haklarını isteyen insanlar olarak bunun suç olarak gösterilmesinden sonra işimizden ihraç edildik, güya hakkımızda keyfi yargılamalar yapılıyor.

Ben bir milletvekiliyim OHAL Dönemi’nde ihraç edildim, aradan 4 yılı aşkın bir dönem geçmiş ve halen yargıya kavuşamadım.

Benim gibi on binlerce insan şu anda böyle ne kadar skandal bir durum, bir milletvekili de yargıya kavuşamamış, diğer on binlerce kişi de yargıya kavuşamamış, acımasızca bu durum devam ediyor, bugün bakın OHAL Komisyonu’nun çok ağır işlediğini görüyoruz, OHAL Komisyonu 3 aylık rapor yayınladı, geçtiğimiz günlerde. Çok ağır kanlı gidiyor, pandemiyi de bahane etti, bilerek uzatıyor, insanlara zulmetmeye çalışıyor, aç susuz insanlar var, gün hesabı, saat hesabı yapan insanlarımız var. ‘Ne zaman işe dönerim?’ diye gece rüyalarında rüyalar gören, sabah uyandığında acı gerçek ile karşılaşan binlerce insanımız var ev maalesef halen OHAL Komisyonu kış uykusundan uyanamadı, yazın da uykuyu devam ettirdi ve aynı ağır kanlılıkla devam ediyor, umrunda değil, insanlar nasıl zorluk yaşıyormuş, onlar kendi makam mevkilerine yasal olarak nasıl korunduklarına bakıyorlar, en son olarak 3 aylık rapor yayınlandı, 65 iş gününde 2050 karar verilmiş, 1570 ret, 480 kabul verilmiş. Çoğu tabi ret görüyorsunuz, %23,41 oranında bir kabul oranı var. Normalde bir iş gününde 250 dosya incelenmesi gerekirken, 31,53 karar,31-32 dosya incelenmiş. Düşünün bu nasıl skandal bir durumdur? Çünkü biz OHAL Komisyonu’nu ziyaret ettiğimizde; “Tüm ekibimiz, çalışma grubumuz var ve günde 250 dosya bakacağız.” demişlerdi bize. Aradan 2 yıla yakın bir süre geçti gelinen noktada 25-30 dosya bakan kötü niyetli bir komisyon geriye kaldı. Düşünün sizi 1 Eylül 2016’da ihraç etmişler ve sonunda bir kuyunun dibine atmışlar. Gelmişiz 6 Ekim 2020’ye ve size hala diyorlar ki işte: “16 bin kişi var önünüzde, efendim onların bitmesini bekleyin, belki bir gün biter.” “O biterse ne olacak?” diye soruyorsunuz. Yargıya gider, yargıya giderse, idari mahkemesine, idari bölge idareye, bölge idare Danıştay’a, Danıştay Anayasa Mahkemesi’ne ve sonunda da AİHM’e gidecek bir süreci size gösteriyorlar. Tabi ki iktidar açısından bunlar hep olumsuzluk ile götürülen bir süreç, acımasızca bu işlemler yapılıyor, biz bütün bunlara karşı OHAL Komisyonu’nun kapatılması gerektiğini çünkü hiçbir kriterinin doğru olmadığına ve tel tel döküldüğünü söylemiş olalım.

Beni tekrar davet edeceklerini söylemişlerdi. OHAL Komisyonu 652 gün oldu hala beni çağıramadı! Çünkü hukuksuzluklarını kendileri de biliyor!

Bunu biz hep söylüyoruz ve ben değerli arkadaşlar bana bunu çok soruyorsunuz; OHAL Komisyonu bizi tekrar davet edeceklerdi çünkü cevap veremedikleri husus vardı ve ben bu cevapları bekledim ama maalesef bu cevap gelmedi, bu davet gelmedi. Biz kendilerini arayıp; “Bizi davet edecektiniz, nerede kaldınız?” diye sorduğumuzda, buna da bir yanıt gelmedi ve ben her gün bir sayaç yaptım, 652 gün oldu değerli arkadaşlar ve OHAL Komisyonu’na bugün de bizi davet etmedin diyoruz. Baskı yapmaya devam ediyorum, her gün saat 19.00’da bir tweet atarak bu konuda OHAL Komisyonu’na baskı yapıyorum, yine soru önergeleri veriyoruz, OHAL Komisyonu’nun bu hukuksuz ve ağır kanlı duruşu hakkında soru önergeleri veriyorum, gündemler veriyorum, basın toplantılarımda gündem ediyorum ve biz OHAL Komisyonu’na gittiğimizde bütün yaptığımız bu ve benzeri çalışmaların önceki dönemlerinde ne kadar etkili olduğunu, oranın illallah ettiğini ve sonunda bizi davet etmek zorunda kaldıklarını da gördük, biliyoruz ve bunları biz yeterli bulmuyoruz, çok daha fazlasını yapmak istiyoruz ve mutlak surette tekrar OHAL Komisyonu’na çağrı yapıyorum, meydan okuyorum; ‘Beni davet etsinler lütfen!!!’ OHAL Komisyonu’nda biz dosyaları tekrar konuşalım, bunların Anayasa’ya uygun olup olmadığını tekrar kendileri ile konuşmak istiyorum. Çarpık, hukuk dışı verdikleri kararlar ile oluşturdukları dosyalar hakkında konuşmak istiyorum, lütfen Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu OHAL Komisyonu’na davet edin. Yüzbinlerce KHKlının güvendiği ve gönül verdiği, benim de gayretimle yüzbinlerce insanın derdine koşan bir insan olarak peşinde olduğum bu hukuksuzlukları bir an evvel gidermek için sizinle konuşmak istiyorum, komisyon üyeleri. Bu dünya geçicidir, ben sizlere komisyonda da hatırlatmıştım, bu dünyanın nimetleri geçicidir. Öte dünya kalıcıdır, bu yüzbinlerce insan size hakkını helal etmemektedir, haram etmektedir! Bütün bunları oturup konuşmamız lazım, bu insanları depresyonları, bu insanları fakirliğe, bu insanları sosyal dışlamaya, bu insanları Nazi Uygulamalarına iten korkunç kararlar alıyorsunuz, bunları hiçbir vicdan kabul etmez, gelip bunları sizinle konuşmamız gerekiyor. Bunları size tekrar ve tekrar hatırlatmamız gerekiyor, bu toplumda çok büyük bir acı, çok büyük bir yara var, çok büyük sıkıntılar var, insanları öylesine büyük sıkıntılara sevk ettiniz ki; içinden kalkılamayacak, çıkılamayacak hususlardır bunlar.

Bana sürekli olarak infaz yasasında Anayasa Mahkemesi soruluyor! Anayasa Mahkemesi’nin bir iptal kararı vermesi gerektiğini düşünüyoruz. Eğer bu ülkede bir Anayasa varsa!

Evet değerli arkadaşlar bize her gün bir başka konuda daha başvuru yapılıyor, gerek sosyal medyamdan, gerek telefondan, gerek Whatsapp’tan sürekli her sabah Anayasa Mahkemesi’nin durumu soruluyor, infaz indirim yasası ile ilgili sorular soruluyor, güvenlik soruşturması ile ilgili iptal ettiği hukuksuz, Anayasa’yı çiğneyen yasa sonrasında, barış akademisyenleri ile ilgili aldıkları önemli Anayasal karar sonrasında, Ayşe Çelik ile ilgili aldıkları karar sonrasında ve daha bir çok özgürlükçü karar sonrasında infaz indirim yasası ile ilgili nasıl bir tavır alacakları, nasıl davranacaklarını sorguluyorlar. Değerli arkadaşlar biz infaz indirim yasasının mutlak surette ayrımcı, hatta Korona döneminde hepten zalimce alınmış bir yasa olduğunu düşünüyoruz ve Meclis’te zorbalıkla alınan bu yasanın karşısında da Anayasa Mahkemesi’nin bir iptal kararı vermesi gerektiğini düşünüyoruz. Eğer bu ülkede bir Anayasa varsa! Eğer bir mahkeme varsa! Mutlak surette bir iptal kararı vermelidir çünkü tamamen ayrımcı bir yasadır. A’dan Z’ye çok ayrımcı yönleri vardır, hukuka ayrımcıdır, hastalık döneminde, pandemi döneminde büyük ayrımcılıklar yapmıştır ve bizim o günlerde, bakın daha o günlerde Meclis’te yaptığım bir çok konuşma ile hatırlattığım husus vardır, bugünlerde aradan geçen 6 ay sonrasında tüm dediklerimiz gerçekleşmektedir, insanlar cezaevlerinde ölmektedir, kapana kısılmış bir durumdadırlar, çaresiz bir şekilde her gün cezaevlerinde ölüm haberleri alıyoruz, bu insanlar çaresiz bir şekilde cezaevlerinde beklemekteler. Ölümü beklemektedirler! O zindanlarda son derece kötü bir mahpusluk hayatı yaşamaktadırlar, Adalet Bakanı bir iki defa açıklama yaptıktan sonra çelişkili, yalan dolan açıklamalardan sonra açıklama yapmayı da bıraktı haziran ayından sonra biliyorsunuz. Haziran ayından beri bu ülkenin Adalet Bakanı açıklama yapmıyor, biliyor musunuz değerli izleyenler? Haziran ayından beri bu ülkenin Adalet Bakanı ne cezaevleri için ne adliyeler için tek bir açıklama yapmıyor! Ne diyeceklerini bilemiyorlar! İnfaz indirim yasası gibi ayrımcı bir yasa sonrasında mahcuplar! Yüzleri kızarıyor! Ölen kişilerden dolayı vebal hissediyorlar! Mutlak surette bunun için ne diyeceklerini de bilemiyorlar çünkü bu büyük bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu hissetmemek mümkün değil değerli arkadaşlar. Biz bir an evvel bu açıklamanın yapılması gerektiğini söylüyoruz.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli olsun, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olsun kendi hukuksuz, polis devleti uygulamalarına bir rakip olarak, bir alternatif olarak Anayasa Mahkemesi’ni görüyor

Anayasa Mahkemesi’ni de korumak gerektiğini söylüyoruz, Anayasa Mahkemesi’ne yönelik büyük saldırılar var, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli olsun, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olsun kendi hukuksuz, polis devleti uygulamalarına bir rakip olarak, bir alternatif olarak Anayasa Mahkemesi’ni görüyor, oysa bu ülkenin Anayasa Mahkemesi yasaların doğru, anayasaya uygun bir şekilde çıkarılıp, çıkarılmadığını test eden bir yerdir, bir son karar merciidir. İşte bütün bunlardan dolayı kendi hukuksuzluklarına karşı bir tehlike, bir tehdit olarak gördükleri için Anayasa Mahkemesi’ni eleştirmekte, tehdit etmekte, hakir görmekte, dışlamaya çalışmaktadırlar, bu noktada Anayasa Mahkemesi’nin yanında olmak lazım, onları özgürlüğe davet etmek lazım, hakkaniyete davet etmek lazım, Anayasa Mahkemesi evet büyük hatalar yapmış olabilir, kendi üyelerinin mağduriyetlerine zemin hazırlamış olabilir veyahut da başka OHAL KHK’ları ile ilgili bir iptal kararı vermemiş olabilir ama Anayasa Mahkemesi o özgürlükçü bir anayasal perspektif ile şuanda tüm toplumu rahatlatması gereken önemli kararlar verme aşamasındadır. Ne MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin tehditleri, hakaretleri ne de Süleyman Soylu İçişleri Bakanı’nın tehdit ve hakaretlerinin hiçbirini umursamamalı, bu toplumun hukuku, anayasal güvencesi için önemli kararlar vermelidir.

Değerli arkadaşlar Korona hastalığı tüm hızıyla devam ediyor, Covid-19 salgını devam ediyor ve bizim en baştan söylediğimiz gibi son derece yanlış kararlar alınıyor. Yanlış kanaatler veriliyor.

Bu akşam yine 1511 yeni hastanın olduğunu öğrenmiş olduk. 55 civarında ölüm var, bugüne ait ölüm. Bakan’ın semptomu olmayan Korona müspetleri hasta olarak kabul etmemesi bir skandalın ortaya çıkmasından sonra, hasta sayılarının aslında 10 kat, 20 kat fazla olduğunun ortaya çıkmasından sonra, Sağlık Bakanlığı’nın tüm popülaritesi de ortadan kalkmış durumda. Büyük yanlışlara imza atıyorlar, yine sıkıntı devam ediyor ve bu halkı tatmin etmeyen, yalan yanlış açıklamalar tüm güveni de ortadan kaldırmış durumda, Sağlık Bakanı geçtiğimiz günlerde medya mensupları karşısında ne diyeceğini bilemedi, bocaladı çünkü doğru söylemiyordu, aylardan beri biz bu yanlışları tespit edip bunları vurguluyorduk. Tabip Odası Başkanları ile programlar yaptık. Ankara Tabip Odası Başkanı Ali Karakoç Bey Hocamız ile programlar yaptık ve orada da bu vurguları yaptık, hocamızın her dediği haklı çıktı, sadece bir Ankara bile aslında Türkiye için verilen rakamları içeren büyük bir salgını yaşamaktaydı. Ankara 1. Sıraya geçmişti. Bütün bunlar karşısında ortalık süt liman açıklamalarını yapan bakanlığı görüyorduk ve sonunda ‘Takke düştü, kel göründü!’ ‘Güneş balçıkla sıvanamaz oldu!’ ve sonunda tüm toplumun güveni Sağlık Bakanı’na, iktidara karşı düşmüş durumda. Biz şeffaf bir pandemi yönetimi yürütülmesi gerektiğini söylüyoruz ve bu konuda ki eksikliklerin giderilmesi gerektiğini söylüyoruz.

Cezaevinde ölüme terkedildiklerini düşünen mahpuslar var, bütün bunlar sıkıntının hangi boyutta olduğunu bize gösteriyor

Yine bir başka konu cezaevlerinin durumu büyük sıkıntı ile devam ediyor, cezaevleri ile ilgili en yakından takip eden bir milletvekiliyim, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’ndayım. Benim orada görevim olsun olmasın, Tutuklu ve Hükümlü Alt Komisyonu’nda değilim ama Türkiye’de ki bir çok cezaevindeki vakalar bize geliyor, vatandaşlarımız bizim bunlara çözüm bulacağımız düşüncesi ile vakaları bize getiriyor, gerek sosyal medyadan bunları yayınlıyorum, hiç çekinmeden, üşenmeden, gerekse de tüm ekibimizle hazırladığımız soru önergeleri ile araştırma önergeleri ile bu konuları bakanlıklar nezdinde en çok da Adalet Bakanlığı nezdinde gündeme getiriyoruz, bire bir cezaevlerinden takipler yapıyoruz ve vatandaşlarımıza yardımcı olmaya çalışıyoruz bu noktada, oldukça yoğun ve sıkıntılı bir dönem yaşıyoruz. Cezaevlerinde Covid vakaları oldukça artmış bir durumda, Türkiye’nin dört bir tarafından Covid vakaları geliyor maalesef, bütün bunlar ile ilgili Adalet Bakanlığı’nın tek bir açıklaması yok! Ceza Tevkifişleri Genel Müdürlüğü’nün tek bir açıklaması yok ve maalesef birçok yerden de ölüm vakaları geliyor bize. İşte Tavşanlı Cezaevi’nden gelen vaka haberleri Ali Bayram isimli, Siirt E Tipi Cezaevi’nden Cengiz Karakurt, Elazığ’dan Şakir Oğuz, Midyat Cezaevi’nden yine mahpus haberleri ve daha birçok yerden haber bile alamadığımız ölümler var. Bunlar bize bir şekilde geliyor, gelemeyenler var ama görünen o ki cezaevlerinde Covid vakaları hiç iyi durumda gitmiyor, mahpus yakınları büyük tedirginlik yaşıyor, her gün telefonlar alıyorum, Whastapp mesajları alıyorum, Twitter mesajları alıyorum, Facebook mesajları alıyorum, büyük bir sıkıntı, tedirginlik yaşayan mahpus yakınları var. Ölüme terkedildiklerini düşünen mahpuslar var, bütün bunlar sıkıntının hangi boyutta olduğunu bize gösteriyor.

Servet Turgut’un kardeşi Naif Turgut onunla konuştuğumuzda sürekli “Biz insanız Ömer Bey, biz insanız!” diyordu.

Değerli arkadaşlar son olarak geçtiğimiz hafta içinde ziyaret ettiğim Van ile ilgili bilgiler vermek isterim. Van’a ne için gittik Van’a? Bir taziye için gittik, helikopterden atılan Servet Turgut ve Osman Şiban’ın taziye törenleri için, Servet Turgut vefat etmişti, onun taziyesi için gitmiştik. Osman Şiban’ın yakınları ile görüşmek için gitmiştik. Servet Turgut sapasağlam köyünden alındıktan sonra helikoptere bindirilen ve sonrasında 2 gün ortalıkta olmayan 3. Gün çok ağır bir şekilde travma ile bulunan ve kimlikleri kırılmış ama yaşamış bulunan, sadece kendisi değil yanındaki Osman Şiban’da bu şekilde bulunan şuuru kaybolmuş yoğun bakımda bulunan 2 kişi. Ne olduğunu herkes biliyor, anlıyor, tahmin ediyor, saklanacak hiçbir şey yok artık. İşkence vakalarını biz daha önceki aylarda, yıllarda da sürekli gündem ettik. Bizim gibi insan hakları savunucuları için hiç yeni vakalar değil maalesef çok bildiğimiz vakalar.

Servet Turgut’un taziyesinde Mezopotamya Ajansı’nı hedef alarak, çekimler yapılmasını engellemeye çalıştı, milletvekillerimizin konuşmasını engelledi ve taziye törenini mahvetti.

İşte bütün bunlar için biz Van’a gittik. İyi ki de gitmişim, ben oraya gittiğimde bir taziye törenine katıldım ve maalesef o töreni basan polis, Mezopotamya Ajansı’nı hedef alarak, çekimler yapılmasını engellemeye çalıştı, milletvekillerimizin konuşmasını engelledi ve taziye törenini mahvetti. Gerçekten çok üzücü işler yaptı, düşünün yani zaten büyük bir günah ile öldürülen insan var, bu insanın taziye töreninde dolaşan bir sürü polis var ve sizin konuşmalarınıza anında müdahale eden bir polis var. Onlarca polis var ve millet adına oraya gitmiş milletvekillerinin orada temsil edilememe sorunu var. Biz bunlar ile sadece yetinmedik tabi, biliyorsunuz Naif Turgut, Servet Turgut’un 3 yaş küçük kardeşi, 61 yaşında. Ben kendisi ile konuşma yaptım, sosyal medyamdan yayınladım. Benim için çok önemli, çok etkileyici bir röportajdı çünkü karşımda daha 3-5 gün önce kardeşi vefat etmiş, helikopterden indikten sonra yoğun bakımda bulunan kardeşi vardı. Taziyesi polis tarafından basılan bir kişi vardı ve bu kişi sürekli bana: “Biz insanız Ömer Bey, biz insanız!” deyip duruyordu ve büyük bir haksızlığa uğradığını söylüyordu. “Benim Kürt olmam benim bir hatam değildir, benim hakkımdır. Ben insanım, herkes bunu bilsin, bana gayri insani muamele yapmayın.” demek istiyordu. Bir insanın insan olduğu halde sürekli “Ben insanım!” deme zorunluluğu hissetmesi kadar üzücü bir durum olabilir mi değerli arkadaşlar? Bunu biz orada hissettik o insanın insan olduğunu hatırlatması, o insanın yaşadığı bu kadar zorbalık, tecavüz, öldürme, cinayet sonrasında bile; “Gelin hep beraber barışı sağlayalım. Çatışmanın sonu yoktur. Gelin insan haklarına, demokrasiye, hukuka, özgürlüklere gelin sorunları çözelim.” Demesi, herkese kucak açması gerçekten orada bizi çok mahcup etti neden? Çünkü bu denli hakaretlere, dışlamaya uğramış bir insan, bir yalana yenilmiyor ve “Gelin çözüme gidelim, barışa gidelim, bu kavgayı bırakalım.” diyordu ve bunu hala duymak istemeyen güçler, zorba güçler ona zulmetmeye devam ediyordu.

Naif Turgut: “Eğer ki bu sözümüzde durmazsanız hakkımız helal olmasın, siz bizim milletvekilimizsiniz, sizi boşuna seçmedik.” dedi.

Evet o zorbalar istediklerini yapabilir ama önemli olan Naif Turgut nezdinde o Kürt insanının gösterdiği insanlıktır, biz bunu çok önemli buluyoruz. Bu son umutlardır, gençlerde bu hassasiyeti, bu kalenderliği, bu olgunluğu göremezsiniz. Bu uzak görüşü göremezsiniz, 61 yaşındaki Naif Turgut acılar içindeki Naif Turgut, büyük üzüntüler içindeki Naif Turgut, diyabet ve tansiyon hastası Naif Turgut bu büyük sıkıntıları yaşamakta ve halen barış direnmektedir. İşte bunu biz duydukça çok büyük bir utanç duyduk, net bu utanç ne idi? İnsanlık adına utanç duyduk çünkü bu kişinin çok erdemli, çok basiretli çırpınışı karşısında onu hiç hissetmeyen bir insanlık vardı karşımızda. Ben bunun adına gerçekten çok utanç duydum, insanlık adına utanç duydum. İyi ki oraya gitmişim! İyi ki Naif Turgut ile konuşma yapmışım bundan da çok mutlu oldum ve sonuna kadar da bu olayın takipçisi olacağım, ben ve ekibim bu konuyu çok önemsiyoruz, belki herkesin unuttuğu zamanlar biz unutmayacağız, bu helikopterden atılma vakası hepimize nakşedilmiş olacak. Sonuna kadar idari ve adli soruşturmaları takip edeceğiz size söz vermiş olalım. Biz bunu Naif Turgut Bey’e söylediğimiz zaman: “Eğer ki bu sözümüzde durmazsanız hakkımız helal olmasın, siz bizim milletvekilimizsiniz, sizi boşuna seçmedik.” Bunlar gerçekten çok ağır sözlerdir, çok ağır bir sorumluluk yüklemiştir bizim sırtımıza, biz oradaki insanlarımızın, Kürtlerin bu yaşadığı ağır mağduriyetleri görüyoruz ve bu ülkede olmazsa olmaz çözülmesi gereken bir meselenin Kürt meselesi olduğunu, insan hak ve hürriyetlerine uygun bir şekilde bu meselenin çözülmesi için sonuna kadar gayret edilmesi gerektiğini söylüyoruz.

Azerbaycan -Ermenistan çatışmasında Garo Paylan’a ve partimize yönelik yine saldırılar düzenlendi. Garo Paylan vekilimize yönelik tehditler, hakaretler havada uçuştu. ASAM isimli bir kuruluş Garo Paylan’ı hedef gösterdi, bütün bunlar için biz de Garo Paylan arkadaşımızın yanında olduğumuzu söylüyoruz

Garo Paylan bir Ermeni vekil. Çok değerli bir vekilimiz, çok zeki, çok güzel hitabeti olan vesaire konularda da Plan, Bütçe Komisyonu Başkanımız olan, yıllardır partimizi çok iyi bir şekilde temsil eden bir insan, bir milletvekili bütün bunların ötesinde bir Ermeni vatandaşı, bu ülkede nadir bulunan insanlardan birisi çünkü çok tartışmalı bir mesele olan Ermeni meselesinden dolayı Türkiye’de Ermenilerin çoğu başka ülkelere gitmiş durumda. Bu ülkede 70 bine yakın Ermeni vatandaşımız var ve onlardan birisi Garo Paylan ve büyük bir zor mücadele veriyorlar. Kendisi her konuştuğu zaman, kendisine Ermeniliği hatırlatılıyor. Kendisine hakaret ediliyor, küfrediliyor, kendisini ölümle tehdit ediyorlar zaten arkadaşı Hrant Dink bundan dolayı katledilmişti, Allah korusun şu anda Garo Paylan böyle bir şey ile karşılaşmasın diyoruz. Garo Paylan’ın yanında olduğunu söylüyoruz. Azerbeycan- Ermenistan savaşı dolayısıyla, yine Ermeni düşmanlığı köpürtülmeye çalışıldı. Sorunların barış ile çözülmesi gerektiğini söyleyen Garo Paylan’a ve partimize yönelik yine saldırılar düzenlendi. Garo Paylan vekilimize yönelik tehditler, hakaretler havada uçuştu. ASAM isimli bir kuruluş Garo Paylan’ı hedef gösterdi, bütün bunlar için biz de Garo Paylan arkadaşımızın yanında olduğumuzu söylüyoruz, ona yönelik saldırılar bize yönelik saldırılardır. Ben şahsen Hrant Dink cinayet konusunda yıllardır büyük aktivite göstermiş, büyük duyarlılık göstermiş bir insan olarak bu konuları çok önemsiyorum, bu tür nefret söylemlerin çok tehlikeli olduğunu ve maalesef bu toplumda çok rahat bir şekilde olabildiğini biliyorum. O yüzden arkadaşlarımızı bizim korumamız lazım, sadece bizim değil tüm toplumun koruması lazım! Garo Paylan arkadaşımızdır! Bir Ermeni vatandaştır, bu ülkenin seçilmiş, değerli bir milletvekilidir ve barış ile ilgili konularda tabiki sözü söyleyecektir. Azerbeycan-Ermenistan meselesinde tabiki mesele barışçıl yöntemlerle çözülmelidir, aynı topraklarda, aynı coğrafyada bulunan insanların birbirine düşman edilmesinin hiçbir doğru yanı yoktur. Mutlaka komşular arasında sorunlar yaşayabilecektir ama olması gereken bu sorunların bir an evvel insan hakları ve hakkaniyet çerçevesinde çözülmesi gerekmektedir.

Yorumlar (0)