04.04.2018, 05:22

Son Hasat Gelmeden Milli, Yerli, Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarım

Bir an için yeryüzünde hiçbir tehlikenin kalmadığı, savaşların bittiği, insanlığın sonsuz bir barış dönemini yakaladığı, obezite, kanser, alzheimer gibi hastalıklara kolayca ve yaygın biçimde uygulanabilen tedavilerin bulunduğu ideal bir dünya düşünün.

Böyle bir durumda bütün sorunların biteceğini sanırsınız, değil mi? Maalesef yanılıyorsunuz.  Her türlü sorunu aştığımızı düşündüğümüz bir dünyada bile bitmeyecek çok önemli bir sorun var ve bizler her gün üzerine bastığımız, çiğnediğimiz bu sorunun hala farkında bile değiliz maalesef.

Yetkililer dahil çoğumuz hala bu sorunu bilmiyoruz, artan hastalıklarımızın kaynağını başka yerlerde arıyoruz. Evet, her yıl 6 milyon ton kimyasal gübre, 100 bin ton pestisite boğduğumuz topraklarımızdan, tarımımızdan bahsediyorum. Üstüne üstlük bu kimyasalların büyük bir çoğunluğunu döviz ödeyerek yurtdışından ithal ediyoruz. Yani toprağımızı öldürmek ve kendimizi hasta etmek için yurtdışına para ödüyoruz.

Sorun olduğunun farkında değiliz dedim çünkü hala toprak ana doğurgandır, nasıl olsa biz ne kadar istersek o kadar verir gözüyle bakıyoruz. Onu sanki bize sonsuza kadar bakabilecek, doyurabilecek, almadan sürekli verebilecek kutsal bir ana gibi düşünüyoruz. Bu kutsallaştırmayı bırakalım. Toprak anayı her gün sürekli yok ediyoruz ama farkında bile değiliz. Onun yavaş yavaş ölmesinin sebebi de aslında biziz, bizim tarım yöntemlerimiz. Bu konuyla ilgili herhangi bir önlem almayan veya konunun önemine dikkat çekmeyen yetkililer, gazeteler ve gazeteciler, tüm insan yaşamının toprağa bağlı olduğunu bilmiyorlar mı? Halbuki bu konu insanlığın daha yerleşik topluma geçer geçmez en iyi öğrendiği bir konuydu. Ne çabuk unutuldu? Milattan Önce 1500 yıllarından kalma Sanskritçe bir kitabede şöyle yazıyor: “Hayatta kalmamızın bağlı olduğu şu bir avuç topraktır. Ona bakarsanız, yiyeceklerimizi yetiştirir, yakıtımızı verir, barınağımızı sağlar ve çevremizi güzelliklerle sarar. İstismar ederseniz, toprak çöker ve ölür, insanlığı da kendisiyle birlikte öldürür.”

Toprağa can veren şey organik maddedir. Organik madde varsa, toprak sadece besin açısından zenginleşmekle kalmaz, toprağa asıl tüm işlevlerini kazandıran yararlı mikroorganizmaları da destekleyecek büyüme ortamı sağlar. Bitkilere besinlerini yavaş yavaş ihtiyaçları oldukça verir. Su tutma kapasitesini artırır; kimyasal, fiziksel ve biyolojik özelliklerini geliştirir.

 Topraklarımızın çoğunda organik madde miktarı yok denecek kadar az, yüzde 1’in altındadır. Halbuki yılda 350 milyon ton organik maddeden oluşan atıklarımız değerlendirilmeden vahşi biçimde depolanmakta, kokuşarak çürüdüğü için sağlık ve çevre sorunları yaratmaktadır.

Bu atıklarımızı fermente ederek kompost yapmak bu kadar mı zor? Devletimiz, ilgili Bakanlıklarımız neden tüm topluma yayılmış kompost kursları düzenlemiyor? Toprağın ürettiği organik maddeyi, kompostlaştırıp toprağa geri vermek halbuki çok kolaydır:

-         Kompostlaşma için en uygun karbon/azot oranı 25/1 ila 30/1 arasındadır. Kahverengi atıklar karbonca, yeşil atıklar ise azotça zengindir. Genel olarak 2 kısım kahverengi ile 1 kısım yeşili karıştırırsanız;

-         Küçük parçalar daha kolay kompostlaşır. Uygun boyutta (10 mm civarında) parçalara ayırırsanız;

-         Kompostlaşmayı yapan şey mikroorganizmalardır. Mikroorganizmalar da insanlar gibi su isterler. Uygun nem oranına (yüzde 40-50 civarı) getirirseniz (Burada uygun nem oranı için size bir ipucu vereyim: Kompost yığınından bir avuç alıp elinizle sıkınca serbest su akmamalı ama bırakınca topak halde kalmalı, dokununca yine dağılmalı);

-         Kendi kendine ısınmayı sağlayacak yükseklikte (ideal olarak 120 - 150 cm) ve en az 2X2 metre genişlik ve boyda bir yığın yaparsanız;

-         Ve yağmurlardan etkilenmemesi için üzerini bir naylon ile kapatırsanız, kolaylıkla kompost yapabilirsiniz. Hava alması ve sıcaklığının aşırı yükselmemesi için ilk başlarda sık haftada birkaç kere, sonraları ise, daha seyrek karıştırılması gerekecektir. 6 Ay ile 1 yıl arasında olgunlaşır.         

Bir de havasız ortamda yapılan Bokashi (fermente olmuş organik madde) Kompost vardır. Bu defa yararlı mikroorganizmaları da baştan ilave edip, karıştırıp hava almayacak şekilde herhangi bir kova veya kaba koyup, çıkacak sıvıyı da bir musluk ile tahliye ederek, çok kısa sürede (3-4 haftada) toprağa karıştırmaya uygun fermente olmuş kompost elde etmek mümkündür.

İster birinci yöntemle (Berkeley Yöntemi) isterseniz ikinci yöntemle (Bokashi kompost yöntemi) kompost üretin sonuçta toprağın organik maddesini, karbonunu ve dolayısıyla mikroorganizmalarını artırmış olacaksınız ve böyle topraklar giderek daha az kimyasal gübreye ihtiyaç duyacakları gibi, topraktaki yararlı mikroorganizmalar da canlanacağı ve çoğalacağı için daha az pestisite ihtiyaç duyacaksınız çünkü hastalıkların çoğu toprağın sağlıksız olmasından kaynaklanmaktadır.

Uzakdoğu’da yürütülen Kyusei Doğal çiftçiliği “Yeşil Devrim” adıyla pazarlanan kimyasal çiftçiliğe geçmeyi reddetmiştir ve binlerce yıldır kompost ve yararlı mikroorganizmaları kullanarak ve uygun bitkileri birlikte dikerek doğal tarım yapmaya hala devam etmektedir.

Bizde ise, durum pek iç açıcı değil. Yıllardır değişen fazla bir şey yok. Hala milyonlarca ton kimyasal madde kullanmaya devam ediyoruz. Çiftçiler, yoğun biçimde topraklarını tahrip etmeye devam ediyorlar. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Organizasyonuna göre, dünyada yaklaşık 60 hasat yılımız daha kaldı. Ondan sonra, ürün yetiştirebileceğimiz toprak kalmayacak. İngiltere’de yayınlanan “Farmer’s Weekly” tarım dergisi de 2015 yılındaki bir sayısında “Son 100 hasatımız kaldı” başlığıyla bu konunun önemine dikkat çekmişti. 

Tarımda hepimiz elbirliğiyle topraklarımızı tahrip etmeye devam ediyoruz.

BM’ye göre dünya gıda ihtiyacını karşılamak için her yıl 6 milyon hektar daha tarım yapılabilecek verimli toprak gerekiyormuş. Halbuki şu anda her yıl 12 milyon hektar verimli tarım arazisini, toprağın tahrip olması sebebiyle kaybediyoruz. “Gelişip modernleştikçe,” toprağı tahrip ediyor, yağmur ormanlarını ve diğer değerli habitatları yağmalıyoruz. Toprak kendisine ilave edilen maddeleri değiştirip, bitkilerin alabileceği forma dönüştürebilen canlı bir bileşendir. Bir avuç topraktaki mikroorganizma sayısı, şimdiye kadar yeryüzünde yaşamış tüm insanların sayısından daha fazladır.

Ne ilginçtir ki, dünyayı besleyeceğine inandığımız tarım teknikleri dünyayı yine açlıkla tehdit ediyor. Fransa’da yürütülen bir bilimsel bir çalışma [1], yoğun tarım yapılmaya başlandığından bu yana toprak erozyonunun 60 kat arttığını göstermiştir.

İngiltere’deki bir diğer makalede [2] ise, kasaba ve kentlerde küçük toprak parçalarında kompost ya da hayvan gübresi kullanılarak meyve ve sebze yetiştirilen kent bostanlarında, yoğun tarım yapılan tarlalara oranla üçte bir daha fazla organik karbon ve yüzde 25 daha fazla azot tespit edilmiştir.  Bu da kent bostanlarında, tarla tarımına oranla 4 ile 11 kat daha fazla verim alınmasının nedenlerinden biri olarak gösterilmiştir [2]. 

Bu tür kent bostanları Türkiye’de Bursa Nilüfer Belediyesi tarafından başlatılmıştır ve sürdürülebilir ekolojik tarıma iyi bir örnek teşkil eden bu tarım yöntemi tüm Türkiye çapında yaygınlaştırılmalıdır. Aynı zamanda, yoğun tarla tarımı yapan çiftçilerimizin de ekolojik tarım adına kent bostanlarından öğreneceği çok şey bulunmaktadır.  Nilüfer Belediyesi’nin Kent Bostanları artık bir okul haline gelmiştir. Emeği geçen herkese çok teşekkür ederim.

Ekolojik tarımın en önemli girdilerinden biri de solucan gübresidir. Solucan gübresi konusunu bundan önceki makalelerimde ele almıştım. Burada ise sadece mikroorganizma zenginliği açısından ekolojik ve sürdürülebilir tarımın vazgeçilmez unsurlarından biri olduğunu belirtmekle yetineceğim çünkü solucan gübresi yüzde 100 yerli olanaklarla organik atıklarımız kullanılarak üretilebilmektedir. Türkiye’deki toplam solucan gübresi üretimi yılda 30 bin ton civarındadır. Kısa bir süre önce çıkarılan Solucan gübresi yasası ile hem solucan besinine hem de nihai solucan gübresine ısıl işlem (70 C derecede en az 1 saat bekletme) uygulama zorunluluğu getirildi. Bakanlığın, yönetmelikle zorunlu hale getirdiği ısıl işlem nedeniyle kısa vadeli hedefi olan yılda 1 milyon ton solucan gübresi üretiminin başarılması pek mümkün görünmüyor. Ayrıca, ısıl işlemde kullanılacak enerji nedeniyle karbon salımının daha fazla artması, dolayısıyla çevreye zarar verilmesi de söz konusudur. Oysa, gereği gibi üretilen kompost ile beslenen solucanlara uygun süre verildiğinde solucan gübresi hiçbir zaman tehlikeli boyutlarda patojen içermeyecektir.  

Yukarda anlattığım organik kompost ilavesiyle ve gerek solucan gübresi gerekse doğrudan yararlı mikroorganizmaların toprağa spreylenmesiyle, kimyasal gübre ve pestisit kullanımı son derece azalacak ve topraklarımız korunacaktır. Bunun başarılması için çiftçilerimize doğru kompost yapılmasının öğretilmesi birinci derecede önemlidir.  

Ayrıca, toprağın sürülmesi, toprağın korunması açısından doğru değildir. Sürüm yapmadan da tarım yapmanın yolları mevcuttur. Dünyanın farklı bölgelerinde çiftçiler “sıfır sürüm” projeleri gerçekleştirmekte, bu konuda denemeler yapmakta, olağanüstü sonuçlar almaktadırlar. Türkiye’de 2000’li yılların başında Tarım Bakanlığı tarafından başlatılan sıfır sürüm denemeleri terkedilmiş görünmektedir.  Halbuki toprağı koruyabilmek için sürerek çıplak bırakmamalıyız. En çok karbon kaybı sürülmüş topraktan olmaktadır.   

Yukarda bahsettiklerimizin de bir adım ötesinde dünyada permakültür adı altında oldukça yeni bir akım gelişmektedir. Türkiye’de de devletin dışında bu konuya önem veren özel kurum ve dernekler kurslar düzenlemektedir. Permakültürün öncülerinden Bill Mollison’a göre permakültür, üzerinde yaşayan insanlar ile arazinin, gıda, enerji, barınak ve diğer maddi ve manevi ihtiyaçları sürdürülebilir bir şekilde karşılayan, uyumlu bir bütünleşmesidir.  Permakültüre göre ise, sürdürülebilir tarım olmaksızın istikrarlı bir sosyal düzen kurulması da mümkün değildir. Bugün kimyasal tarım ve geleneksel tarım yöntemlerinin sebep olduğu toprak kaybına ve toplumumuzda artan sağlık sorunlarına baktığımızda, permakültürün ne kadar haklı olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz.  

Merak edip Tarım Bakanlığı’nın, TÜBİTAK’ın ve kırsal kalkınmaya hiğbe ya da kredi sağlayan devlet kurumlarının web sitelerinde arama yaptığımda, “Sıfır Sürüm” ya da “Permakültür” sözcükleriyle ilgili bir girdiye rastlayamadım. Halbuki her iki konuya da önem verilip çiftçilerimizin desteklenmesi gerekmez mi?    

Milli, Yerli, Sürdürülebilir ve Ekolojik bir tarım sistemi yaratabilmek için her şeyin kolayına kaçıp topraklarımızı kimyasal maddelere boğan, kısa vadeli kârı düşünen; toprağı ve topraktaki yaşamı, insan yaşamının toprağa bağlılığını, genel olarak toplum sağlığını göz ardı eden anlayışı artık bırakıp, kendi öz kaynaklarımızla yine kendi organik atıklarımızı kullanarak tarımsal organik girdi yaratarak, pahalı ve ithalata dayalı ve topraklarımızı öldüren kimyasal tarımdan vazgeçmek zorundayız. Aksi takdirde, yakın bir gelecekte bir gün çocuklarımız son hasatlarını yapıyor olabilirler. Son hasat gelmeden Milli, Yerli, Sürdürülebilir ve Ekolojik Tarıma geçmeliyiz.

 

 

Kaynakça:

1) Foucher A. ve arkadaşları, “Increase in soil erosion after agricultural intensification: Evidence from a lowland basin in France”,Volume 7, September 2014, Pages 30-41

 

2) Jill L. Edmondson ve arkadaşları, “Urban cultivation in allotments maintains soil qualities adversely affected by conventional agriculture,” Journal of Apllied Ecology, Volume 51, Issue 4, August 2014, Pages 880-889

Yorumlar (0)