Kilo vermek o kadar kolay mı?

Arkadaşınızla aynı şeyleri yiyorsunuz ama neden o zayıf olduğu halde siz kilolusunuz? 30'lu yaşlarınızda canınızın sürekli karbonhidrat çekmesinin nedeni 3 yaşındaki beslenme alışkanlığınızda saklı olabilir mi? Tartıda ideal kilonuzda olmanıza rağmen sağlık sorunlarınız olmadığına emin misiniz? Endobridge Kurucu Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, sürekli kalori hesabı yapmanın, probiyotikleri kesin çözüm olarak görmenin ya da sağlıklı olmayı sadece vücut ağırlığına bakarak ölçmenin ne kadar yanlış olduğunu vurgularken, bilimsel çalışmalardaki ilginç sonuçlara değindi. Yıldız, kilo verme konusunda yapılan alınan-verilen kalori hesabının yanlışını şöyle açıklıyor: Böyle bir şey yok. Vücudumuz son derece kompleks mekanizmalarla yağ ve kas dokusunu koruyor. O yüzden de basitçe sadece kalori hesabı yapmanın, hele ki tek tip diyetler uygulamanın, "karbonhidratı ya da yağı tamamen kesince kilo verilir" demenin bilimsel bir arka planı yok.

SAĞLIK 30.10.2018, 19:56 30.10.2018, 19:56
Kilo vermek o kadar kolay mı?

Geçtiğimiz hafta Antalya’da düzenlenen Endobridge 2018, Amerikan Endokrin Derneği, Avrupa Endokrinoloji Derneği ve Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği’nin işbirliği ile gerçekleşti. 41 ülkeden 578 katılımcıyı buluşturan Endobridge’te 24 konferans ve 16 vaka tartışması oturumu ile birlikte 90'ın üzerinde sözlü ve poster vaka sunumuna yer verildi. Diyabetten obeziteye, tiroidden nöroendokrin tümörlere kadar pek çok probleme karşı güncel yaklaşımlar ele alındı.

 

Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısında ise EndoBridge Kurucu Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız, Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Füsun Saygılı, Avrupa Endokrinoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. AJ Van Der Lely ve Amerikan Endokrin Derneği Başkanı Prof. Dr. Susan Mandel katıldı. Endokrinoloji ve metabolik hastalıklar konusunda teşhis ve tedavideki son yaklaşımları aktaran uzmanlar, önemli konulara değindi.

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı’nda görev yapan ve EndoBridge Kurucu Başkanı Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız da sozcu.com.tr’ye özel bilgiler verdi. Prof. Yıldız, kilo verme konusunda günümüzde popülerleşen yaklaşımları eleştirirken bunların bilimsel bir alt yapısının olmadığını vurguladı. Prof. Yıldız, “Sağlıklı bir şekilde kilo vermek, sadece alınan-verilen kalorinin hesaplamasını yaparak mümkün değildir” diyor. İşte önemli açıklamalar…

Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız

Prof. Dr. Okan Bülent Yıldız

BAĞIRSAĞINIZDAKİ MİKROPLAR KİLONUZU ETKİLİYOR!

Gıda ve hava kirliliği hormonlarımızı nasıl etkiliyor?

 

Bugün biz biliyoruz ki havası kirli olan şehirlerde yaşayanların obez olma ve şeker hastalığına yakalanma riski, kırsal kesimlere göre daha fazla. Bunun ötesinde yakın zamanda yapılan çalışmalar, hava kirliliği olan büyük şehirlerde yaşayan erkeklerde erkeklik hormonu olan testosteronun azaldığını gösteriyor. Ama bunun yanında günümüzde gıdalar da hastalıklar açısından önemli bir faktör haline geliyor. Aslında endüstrileşme ile beraber özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşam tarzımızda farklılıklar olduğunu ve bu farklılıklarla beraber sadece endokrin ve metabolik hastalıklar değil, aynı zamanda bağışıklık sistemi hastalıkları, kanser, inflamatuar hastalıklar dediğimiz bozukluklar ve otizme varan oranda sinir ve ruh hastalıklarında artış görüyoruz. Bu artışta da çevreden aldığımız gıdaların en önemli etkileri bağırsaklarımızdaki mikroplar. Bilimin bu alanı çok hızlı ilerliyor. Şöyle ki; bugün için bağırsaklarımızda iyi ve kötü mikropların olduğunu biliyoruz; bu mikropların hem kendilerinin hem salgıladıkları bazı maddelerin bağırsağımızdaki geçirgenliği etkilediğini biliyoruz. Öyle ki siz bağırsağınızda iyi mikroplar olduğu zaman, olmayan biri ile aynı kaloride gıda aldığınızda biriniz kilo alıyor, diğeriniz almayabiliyor. Dolayısıyla ilginç bir şekilde mikroplar vücudumuzun içinde beynimiz ve karaciğerimiz başta olmak üzere birçok organla konuşuyor. Dolayısıyla bağırsağımızdaki bu yüz trilyon mikrobun çeşitliliğini korumak lazım. Bu çeşitlilik günümüzde ciddi oranda azalmaya başladı.

Yakın zamanda yapılan bir araştırmada ABD’de yaşayan bireylerin ve Amazonlar’da yaşayan yerlilerin bağırsak çeşitliliğine bakılıyor ve Amazonlar’da yaşayanların bağırsaklarında 2-4 kat daha fazla çeşitliliğe sahip olduğu görülüyor. Bizim bu çeşitliliği korumamızın önemini her çalışmada görüyoruz. Bunu korumanın da bir faktörü beslenme ama onun dışında dagenlerimiz ve metabolizmamız bu denkleme giriyor. Genlerimiz metabolizmamızı etkiliyor, onu bizim aldığımız besinler ve çevremiz etkiliyor; yani son derece kompleks mekanizmalarla işliyor olay, ki biz insanoğlu her zaman kompleks sorulara basit cevaplar arıyoruz. Mesela vücut ağırlığını ölçerek, vücut kitle indeksini (VKİ) ölçerek “çok yürü, az ye, kilo verirsin” şeklinde ilerlemeye çalışıyoruz. Size bir örnek vereyim: Mesela beslenmenize her gün bir dondurma fazladan ekleseniz, 500 kaloriden haftada 3 bin 500 fazla kalori almış oluyorsunuz. Bunu aya vurduğunuzda sizin bu şekilde her ay 2 kilo almanız lazım. O zaman bu hesaba göre her gün bir dondurma vererek bir kişiyi yılda 24 kilo şişmanlatıyor olmanız lazım. Ama böyle bir şey yok. Vücudumuz son derece kompleks mekanizmalarla yağ ve kas dokusunu koruyor. O yüzden de basitçe sadece kalori hesabı yapmanın, hele ki tek tip diyetler uygulamanın, karbonhidratı ya da yağı tamamen keselim demenin bilimsel bir arka planı yok.

LEPTİN VE GHRELİN’İN TANGOSU…

 

Vücudumuzda leptin hormonu ve ghrelin hormonunun bir tangosu var. Ben dünyada leptin hormonunu insanlar üzerinde ilk kullanan hekimlerden biriyim ve çok heyecanlanmıştık ilk verilerimizi gördüğümüzde. Çalışmalarımızı Amerika’da yapmış ve inanılmaz sonuçlar almıştık. Aynı dönemde yaptığımız çalışmalarda ghrelini de sadece günde bir kez değil 24 saat içinde kaç kez nasıl değişim gösterdiğini, kandan sık örnekleme metodu ile dünyada ilk kez biz göstermiştik. Obez ve zayıf kişilerde günde 24 saat içinde, her 7 dakikada bir kan alarak 207 kere ghrelin ölçümü yaptık. Leptin ve ghrelinde durum şöyle; her yemekten önce ghrelin hormonu yükseliyor ve acıkıyorsunuz. Sonra yemek yiyorsunuz ve düşüyor. Biz bu çalışmayı yaparken obez ve zayıf bireyleri istedikleri kadar yemek yiyebilecekleri bir ortamda tuttuk ve beslenmelerine hiç karışmadık. Çalışmamızda gördük ki geceleri obezler zayıflara göre çok daha fazla yemek yeme ihtiyacı duyuyor. O zaman demek ki açlık hormonları artıyor diye düşündük ve ölçümler yaptık. Fakat ilginç olarak zayıf olan kişilerin geceleri açlık hormonları obezlerden daha yüksek çıktı. Ama obezler daha fazla yemek yiyordu. Bu da şu demek; bir tek açlık hormonu ya da bir tek tokluk hormonu ile bu işi çözemeyiz!

Beynimizde birden fazla mekanizma var. Siz bu mekanizmalardan birini kapatmaya başladığınızda vücut hemen bir başka mekanizmayı açarak kendisini koruyor. Dolayısıyla vücudunuzla barışık bir şekilde olmaz ve sürdürebilir bir politika uygulamazsanız tek tip diyetlerle bir yere varmanız imkansız. Ben dünyanın her yerinde obezite konferansları veren bir hekimim ve hep şunu söylerim: Dünyada ABD’de ve Türkiye’de bir kitapçıya gittiğinizde en ön sıralarda hep beslenme ve diyet kitapları olduğunu görürsünüz. Bu kitapların önerileri ile kilo problemi düzeliyorsa Türkiye nasıl hala Avrupa’da obezite konusunda bir numara ya da dünyada neden 2 milyardan fazla obez insan var? Demek ki çözüm bunlar değil ve olay o kadar da basit bir mekanizmada çözülmüyor.

Konuşmanızda vücut kitle indeksi (VKİ) yerine yeni bir terimin gelebileceğinden bahsettiniz; Metabolik Vücut Kitle İndeksi… Bu konuyu biraz açabilir misiniz?

VKİ yerine acaba MVKİ yani metabolik vücut kitle indeksini kullanabilir miyiz? Aslında şu an vücudunuzdaki yağı en iyi gösteren parametre olarak VKİ’yi biliyoruz. Ama her 5 kişiden birinde VKİ ile hastalık riskinizin bir ilişkisi görünmüyor. Niye? Çünkü her 5 kişiden birinde vücuttaki yağın ne kadar olduğunu VKİ güvenilir bir şekilde göstermiyor. Dolayısıyla aramızda VKİ normal olup hastalıkla ilişkili bir metabolizması olan bireyler var. Ama obezlerden de her 5 kişiden biri aslında obez olmasına rağmen bir hastalık riski, şeker ya da kalp hastalığı riski taşımıyor. Bu da bize gösteriyor ki aslında konu sadece vücut ağırlığını nasıl ölçtüğünüz değil, içeride metabolizmanızda ne olduğu.Dolayısıyla ilerde biz bireye özel tedavi, beslenme, tıp, ilaç gibi konuları konuşacaksak burada metabolizmalarımızın farkını anlamamız lazım. Bu farkı anlamada da kanımızda binlerce metabolizma ürününün rolü var.

2 BİN İKİZ İNCELENİYOR

Cell Metabolism dergisinde ekim ayında yeni çıkan bir çalışma diyor ki, kanımızdaki bu metabolizma ürünlerinin 49 tanesini alt alta koyup ölçtüğümüz zaman (yağ asitleri var aminoasitler, vitaminler, şeker… gibi) VKİ’den daha iyi bir şekilde, o kişinin ileride obez olup olmayacağını görebiliriz. Belki de yakın bir zamanda sadece bir damla kanla MVKİ’yi ölçerek ileride hasta olup olmayacağımızı anlamamız mümkün olacak. Bu testler şu an araştırma düzeyinde yapılıyor. Veriler çok heyecan verici. 2 bin tane ikizi 13 yıldır takip ediyorlar. 3 noktada tüm genlerini haritalıyorlar, tüm vücut yağına, boy ve kiloya bakıyorlar, tüm metaboliklerini ölçüyorlar. Sağlılık ve yaşlanmayı ikizlerde göstermeyi amaçlıyorlar çünkü ikizlerde genler ve çevrenin etkisini daha rahat görülüyor. Mesela yüzden fazla aday gen var obeziteyi belirleyen. Bu genler VKİ ile ilişkili fakat VKİ’nin farklılığının yalnızca yüzde 2’sini genler açıklıyor. Bir de o genler sizin sadece VKİ sayınızla ilişkili ama metabolizmanız kötü ise onu göstermiyor. Dolayısıyla Metabolom geleceğin tıbbında bizim bireysel tıp yaklaşımında mutlaka yer alacak.

DIŞARIDAN ZAYIF, İÇERİDEN ŞİŞMANLAR…

 

Biz bunlara TOFİ diyoruz; thin outside fat inside… Bu kişiler dışarıdan zayıf görünüyor ama iç organlarının etrafında belirgin bir yağlanma var ama bunu ölçmek için herkese MR yapmanız lazım ki bu çok pahalı bir yöntem ve mümkün değil. O yüzden de bu pahalı metotlara bakmadan, metalonomdan metabolizmanın dengesini çözebilirsek VKİ’nin kaç olduğunun çok da bir önemi kalmaz.

Türkiye’de çalışmalar ne durumda?

Biz şu anda bağırsak mikrobiyomu ile ilgili çalışmalara başladık. Bu çalışmaların mutlaka Türkiye’de de yapılması lazım çünkü bizde bölgelere göre çok farklı beslenme çeşitliliği var.

Vücudumuzdaki mikroplar da tıpkı hormonlar gibi, sayı ve çeşitlilik olarak sürekli dalgalanıyor, Mesela leptin hormonunun bir ritmi var; geceye doğru yükseliyor. Şimdi bu mikrobiyomun da ki yüz trilyon mikroptan bahsediyoruz, gün içinde iyi ve kötü mikrop sayısı ve çeşitliliğinin saatlere göre değiştiği, bunun da bir biyolojik saatinin olduğunu görüyoruz. Sirkadiyen ritm gibi, bunu biz gündüz gece ışığa göre alıyoruz ama bunlar mikroplar karanlıkta. Nasıl böyle bir ritmleri oluyor? Bu ritm de günün hangi saatinde yemek yediğiniz ve genetiğiniz ve metabolizmanızın ilişkisinden oluyor. Çalışmada ilginç yollar da deneniyor; kişilerden gaita (dışkı) örneği alınıyor, mikroplara bakılıyor. Sonra bu kişi ABD’ye gönderiliyor. Katılımcı 13 saat seyehat ediyor ve jetlag durumunda. Ve sonra o haldeki mikrobiyom örneği alınıyor. Bu örneği bağırsaklarında hiç mikrop olmayan fare modeline transfer ediyorum fare şişmanlıyor ve şekeri yükseliyor. Dolayısyıla seyahat ve jetlag kronik hastalıklar riskini artırır diyebiliyoruz ve bu etkiyi mikroplar üzerinden yapıyor.

Peki mikropların gün içerisindeki bu dalgalanma hali psikolojiyi nasıl etkiliyor?

Bu mikropların sadece kendisi değil saldıkları kimyasal maddeler de var. Dolayısıyla onlar da beyindeki hormonlarla iletişime geçiyor. İki hafta önce Avrupa Endokrin Derneği olarak Fransa’da Mikroplar, Hormonlar, Temel Bilim toplantısı yaptık. Orada bu mikropların depresyonla ilişkisini konuştuk çünkü bunlar çok dramatik bir şekilde ruh halini etkiliyor. Dolayısıyla ruh hali olarak “benim dalgalanmalarım oluyor” diyenlerde o gün ne yediği, bağırsakta mikropları etkili olabiliyor. Ama hepsi hayvan çalışmalarında net gösterilmiş, insanda daha kesin bir neden-sonuç ilişkisini koyabileceğimiz bir noktada değiliz. Bu yüzden bu konuda dikkatli olmak lazım. Yani işi,  “mutlaka probiyotik kullanın” konusuna gitmemek gerekiyor. Belki beş yıl sonra olabilir ama şu an  “bu probiyotiği mutlaka alın” diyebileceğim bir çalışma sonucu yok.

HORMONLARDA NORMAL DOĞUM FAKTÖRÜ

 

Normal doğumda bebek çıkarken annenin kanalından geçerek daha iyi ve yararlı bakterileri alıp çıkıyor. Ama siz bebeği sezaryenle karından aldığınızda, bebek ciltten zararlı olabilecek bakterileri alıp çıkıyor. Aynı şekilde memeden emzirme ile de geçer bu yararlı bakteriler. Yani memeden emme yerine biberonla süt vermek arasında dramatik farklılık var. Üç yaşına kadar bir kişide, biz buna mikrop imzanız diyoruz, mikrop sayısı ve çeşitliliği yerleşmiş olyor ve bundan sonra yapacaklarınız daha sınırlı kalıyor. O yüzden bizim toplumda çocuklukta antibiyotik kullanma, çok fazla karbonhidratlı besleme gibi alışkanlıklar çok yanlış. Hormonların tat duyusu ile de ilgisi var üstelik. 2-3 yaşında bir çocukken çok fazla karbonhidrat yerseniz, 33 yaşında da canınız hep karbonhidrat çekiyor. Bu noktada ailelerin bilgilenmesi çok önemli.

PCOS (Polikistik Over Sendromu) hakkında neler söylersiniz?

PCOS (Polikistik Over Sendromu) yaşam boyu olan bir sendrom. Anne karnında bebeğin annenin bazı hormonlarına, ki bunların içinde erkeklik hormonları da var, maruz kalması ile bir erken programlanma olduğu düşünülüyor. Yani siz annenizin karnındayken, ergenlik çağına yaklaştığınızda PCOS olup olmayacağınız programlanıyor gibi görünüyor. Ondan sonra çocukluk çağında ne kadar hızlı kilo aldığınız, ergenliğe hangi yaşta girdiğiniz, ondan sonraki hormon dengeniniz etkileniyor ve 15 yaşına kadar bu işler netleşiyor. Ondan sonra da erkek tipi hormonlarda artma, adet düzensizliği, yumurtlama problemleri ortaya çıkıyor ve yaşınız ilerledikçe buna metabolik problemler de insülin direnci ile beraber eklenmeye başlıyor. Ama güzel olan siz çocukluk çağından itibaren yine beslenmeyi sağlıklı tutup işin içine fiziksel aktiviteyi koyarsanız ileride belki hiç ilaç ihtiyacı olmayacak şekilde yumurtlamanızı da düzenleyebiliyorsunuz.

Vücudumuzdaki yağın her organla konuşması var. Şöyle ki; yağın az ya da fazla olması da doğru yerde olmaması da bizi zora sokuyor. Mesela yumurtalıklarınız diyor ki “Yumurtlama beyin için lüks bir iş. Vücuttaki diğer her şey iyi gidiyorsa yumurtlarım, iyi gitmiyorsa yumurtlamam”. Özellikle karın çevrenizde yağ fazla olduğunda yumurtlamayı engelleyebiliyor vücut. Aynı şekilde profesyonel sporcu bir kadın düşünün, bu kez de o bölgede yağ az olduğu için yine yumurtlamam diyor. Yani vücudun asıl istediği şey şu; “Bana normal miktarda, doğru yerde yağ dokusu sağlayacaksın.” Erkekler için de aynı şey geçerli; kilo artıyor, bel çevresi kalınlaşıyor, erkeklik hormonu düşüyor. Yağ dokusu ve diğer organların karşılıklı konuşmasını dinleyip, anlayıp, bizim onu yönetmemiz lazım. Bu mümkün. Erken yaşlarda da bu yapılırsa, ilaç almadan gayet güzel, kendini idare eden, hormon değerleri normal aralıkta giden birçok insan var.

Yorumlar (0)