MAHÇUPYAN: "DAVUTOĞLU'NUN ÇIKIŞINDAN SONRA BİR SÜRÜ KÖŞE YAZARI ANLAMINI YİTİRDİ"

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun sosyal medyada paylaştığı 'manifesto'sunu değerlendiren Etyen Mahçupyan, eski başbakanın çıkışıyla siyaseten ciddi bir boşluğu doldurduğunu belirterek iktidar karşıtı yazılar kaleme alan kimi yazarların anlamını yitirdiğini savundu.

MEDYA 01.05.2019, 18:45

Etyen Mahçupyan, Yıldıray Oğur'un TV5'te sunduğu Medya Analiz programında eski başbakan Ahmet Davutoğlu'nun manifesto niteliğindeki çıkışını, seküler kesimin itirazlarını ve Sare Davutoğlu'nun programının iptalini değerlendirdi.

Davutoğlu'nun çıkışını cesurca olarak yorumlayan Mahçupyan eski başbakanın manifestosu hakkında şunları söyledi:

"Bir rahatsızlık ve enerji olduğu belliydi zaten. Uzunca bir zamandan beri AK Partili olup, partinin dışına itilmiş insanlarda böyle bir enerji var. Bunun önce nereden çıkacağı, nasıl çıkacağı, o insanların iradesiyle ilgili. Çok açıkça söylemek gerekirse bu, cesur bir çıkış. Hem analiz, teşhisler ve tespitler, hem de öneriler var. İçeriğiyle ilgili herhangi bir şekilde yanlış denebilecek hiçbir şey yok. Bence samimi bir çıkış. Sonuçta 'şu anda, iktidar kötüye gitti, böyle bir çıkış yapayım da buradan ben de puan kazanayım' gibi bir şey değil. (Davutoğlu) Bütün bu olumsuzlukların hemen öncesinde partiden uzaklaştırılmış ama o zaman bile bunun nüvelerini görmüş, mücadele etmiş biri."

SEKÜLER MUHALEFETİN YORUMLARI CAHİLANE

Seküler kesimin Davutoğlu'na yönelik eleştirilerini 'cahilane' olarak niteleyen Mahçupyan, seküler kesimin muhafazakar kanatta bir değişim istemediğini ancak İslami kesimin söz konusu bakışa teslim olmaktansa, Tayyip Erdoğan'la iki sene yaşamayı tercih edebileceğini belirtti.

Mahçupyan şu ifadeleri kullandı:

"... Seküler taraftaki gazetecilerin analiz ve yorumlarına baktığımız zaman, bu kadar cahilane olması beni şaşırtıyor. Çünkü insanlar Ahmet Davutoğlu'nun şeffaflık yasası getirmeye, imar yasasını değiştirmeye, bakanları Yüce Divan'a götürmeye çalıştığını ve bütün bunların Tayyip Erdoğan tarafından engellendiğini, 2015'de CHP ile koalisyon için uğraştığını ve gene bunun Tayyip Erdoğan tarafından engellendiğini bilmiyorlarsa gazeteci değiller. Biliyorlarsa ve bunlar yokmuş gibi Davutoğlu analizi yapıyorlarsa o zaman da çok ahlaki değiller. Biraz önceki kutuplaşmanın içinden konuşuyorlar demektir. Bunları ayıklayarak bakmak lazım. Ahmet Davutoğlu bu mücadeleyi parti içinde de yaptı. Zaten defalarca da buna benzer eleştirilerini parti içinde de seslendirmişti. Onu (Davutoğlu'nu) parti içinde bilen biliyor. Ama şu anda gelinen noktada bu artık parti meselesi değil, Türkiye meselesi. Dolayısıyla da bir kamuya açık çıkışın zorunlu hale geldiği bir noktadayız. O bakımdan bence bir boşluğu doldurdu, bir tartışma ortamı yarattı. İnsanların üzerinde düşünüp devam ettirecekleri, argümanlarını koyacakları bir zemin inşa etmiş oldu. Bence bu çok sağduyulu ve sorumluluk taşıyan bir çıkış. Bir yere gider mi, gitmez mi, gidilen noktada içinde Davutoğlu olur mu, olmaz mı şu an gelen metnin ya da yapılan çıkışın kıymetini azaltmıyor....

"SEKÜLER KESİM MUHAFAZAKAR KANATTA DEĞİŞİM İSTEMİYOR"

...Benim pozisyonumu niye savunmadığımı kendi partime, kendi partimdeki birine ya da beni temsil ettiğini düşündüğüm birine söyleyebilirim. Beni zaten temsil etmediğini düşündüğüm birine 'niye benim gibi düşünmedin' diyebilir miyim? Seküler kesimdeki bu bakış bence saçma sapan. Çünkü onlar bunu Kılıçdaroğlu'na ya da CHP'lilere söylemeleri lazım. Çünkü onları temsil eden o, aynı insanlar"Davuoğlu ne derse desin ben ona oy vermem" diyebiliyorlar, madem ne derse desin oy vermeyeceksin o zaman neden ille 'şunu' desin istiyorsun. O (Mutlak doğruyu temsil iddiası) zaten klasik bir sendrom. Yani biz, hem temiz kalacağız hem elimiz üzerinde olacak hem biz her şeyi biliyoruz hem insanların yavaş yavaş bize benzemeleri gerekiyor çünkü biz zaten evrim skalasında biraz yukarıda duruyoruz! Yani böyle bir abuk bakışı var seküler kesimin. Hepsi değil, onu da teslim etmek lazım. Yani değişim oluyor ama birçok insan gerçekten böyle ve muhafazakar kanatta bir değişim olmasını istemiyorlar ve bunun olamayacağına dair kendilerini ikna etmeye çalışıyorlar. Bunun olup olmayacağını anlamak için mesela şöyle denebiliyor: "Ahmet Davutoğlu bu işlerin parçasıydı, ona artık teveccüh olmaz." Bunu İslami kesime sorarak sınamak lazım. Teveccüh var mı, yok mu? Eğer hakikaten teveccüh olmadığını görüyorsan bu tespiti yapabilirsin. Ama bizim konuştuğumuz bu arkadaşlar kendi kafalarından hareketle bunu söylüyorlar.

"İSLAMİ KESİM BU BAKIŞA TESLİM OLMAKTANSA, TAYYİP ERDOĞAN'LA İKİ SENE YAŞAMAYI TERCİH EDEBİLİR"

Bence seküler, medyatik, yarı entelektüel insanlarda şöyle bir hayal var : Muhafazakar kesimden hiçbir şey çıkmasa acaba soldan bir yeni oluşum çıkar mı ve ben de onun içinde olabilir miyim? Ben bu istek ve istekliliğin İmamoğlu sonrası çok insanda yaygın olduğunu düşünüyorum. Yani şimdi bir 'niche' yakaladık, hakikaten AK Parti'yi yeneceğimizi gördük, bunun üzerinden giderek bunu sonlandıralım, bunu daha da yukarı çekelim. Ama bu bakış, 7 Haziran- 1 Kasım arası gibi. Bu bakışı devam ettirirlerse AK Parti bütün oyları geri alır. Çünkü İslami kesim bu bakışa teslim olmaktansa, Tayyip Erdoğan'la iki sene yaşamayı tercih edebilir. Bu bakışın içinde gerçekten bir paylaşma yok. Bu bakış halen Türkiye'nin toplum olma özelliğine yönelik bir strateji izlemiyor.

"BURADA BİR MUSTAFA KEMAL SENDROMU VAR"

Sonuçta bir siyasetçi bu (Davutoğlu). Her şeyi doğru yapması gerekmiyor. Kendi kafasınca samimiyetle yapabildiği kadar doğru yapmaya çalışan birinden bahsediyoruz ama bütün yaptıkları bizi tatmin etmeyebilir. Bize doğru gelmeyebilir. Zaten öyle bir siyasetçi de yok. Belki de burada bir Musfata Kemal sendromu var. Yani ayıklanmış bir Mustafa Kemal var çünkü insanların kafasında. Mustafa Kemal döneminde gidip okursak Mustafa Kemal de böyle biri değil. O da bir sürü yanlış yapıyor, düzeltiyor, başkasını yapıyor. Bir siyasetçi çünkü, normali bu. Öte yandan Davutoğlu şu anda bir şey yaptı, beğenmeyen desteklemez, Ve şu soruyu sorması lazım insanların: "Yapmasa daha mı iyiydi?". Diyelim ki, Davutoğlu geçmişte bir sürü şeyi yanlış yapmış, şu anda bunu yapmaması mı daha iyiydi? Çok abes bir durum. Bunlar siyasetçi ve bizim siyasetçilerle birebir bağlı hissetmemiz gerekmiyor. Bunlar kamusal alanda iş yapıyorlar, doğru yapıyorsa destekleyelim, yapmıyorsa desteklemeyelim. Vatandaş açısından bu kadar basit. O yüzden de doğru yapan bir siyasetçi ortaya çıkınca, 'Sen geçmişte yanlış yaptın' demenin alemi yok çünkü bütün siyasetçiler geçmişte yanlış yaptı.

"DAVUTOĞLU'NUN ÇIKIŞINDAN SONRA BİR SÜRÜ KÖŞE YAZARI ANLAMINI YİTİRDİ"

Bazı insanlar iktidarı bir tek kendileri eleştirsin ve herkes onları iktidarı eleştiriyor diye beğensin istiyorlar ama siyasetçi değiller ve siyasi anlamları da yok. Öte yandan bir siyasetçi çıkıyor ve kendi bakışı içerisinde bir şey söylüyor. Şimdi ona da tahammülleri yok; çünkü o boşluğu dolduran bir çıkış yani. Bence şu an Türkiye'de, Ahmet Davutoğlu'nun çıkışından sonra bir sürü köşe yazarı anlamını yitirdi. Çünkü bundan da nemalananlar var. Nasıl yandaş medya varsa iktidara karşı yazılar yazarak muhaleffetten yararlananlar da var. Onların gözünde bir 'adam' haline gelen bir takım köşe yazarları ya da televizyoncular var. O mesafeyi tutmakta zorlanan insanlar ve bayağı çiğ bir tutum. Ama gene bunlar da çok şaşırdığımız şeyler değil.

"TÜRKİYE'DE CEMAATÇİ YAPI AHLAKSIZLIĞI MEŞRU HALE GETİRMİŞ DURUMDA"

Davutoğlu’nun manifestosunun hemen ardından, eşi Sare Davutoğlu’nun Medipol Üniversitesi’ndeki programın iptal edilmesine de değinen Mahçupyan Türkiye'deki esas büyük denklemin cemaatçi yapı olduğunu belirterek "Türkiye'de cemaatçi yapı ahlaksızlığı meşru hale getirmiş durumda" dedi.

Mahçupyan şöyle konuştu:

"Siyasetle eğitimin hangi noktada birbiriyle tutunduğunu görüyoruz. Aslında belki de baskı Ankara'dan herhangi bir emir, tepki vs. gelmemiş de olabilir. O üniversite kendisini ne kadar baskı altında hissediyor ki, Sare hanımın konuşmasına izin verdiği taktirde Ahmet Davutoğlu'nun yazdığı metni onaylanması gibi algılanma ihtimali olabileceği için Sare Hanım'ın konuşmasını engelleyebiliyor Ve bu kurum kendisine üniversite diyor; yani açık fikirlerin, tartışmanın olduğu, sınırların, duvarların olmaması gereken bir yer, üniversite dediğimiz şey. Buradan da üniversitenin kalmadığını anlıyoruz. Ahlaktan çok belirleyici olan şey burada cemaatçi yapı. Türkiye'deki esas büyük denklem veya dinamik, cemaatçi yapı...

Etikten bahsediyorsak bu ahlaksızlığın ta kendisi. Ama Türkiye'de cemaatçi yapı, ahlaksızlığı meşru hale getirmiş durumda ve İslami kesim de bir cemaatçi yapı. İslami kesimin içinde de ahlaksızlık kendilerine hizmet ettiği sürece, kendilerini koruduğu sürece meşru hale gelmiş durumda. 90'lara dönersek aynı şey seküler kesim için de geçerliydi. Aczimendiler, 28 Şubat'a giden o süreci düşünürsek, onlar için de ahlaksızlık gayet meşru hale gelmişti."

Yorumlar (0)