10.09.2017, 12:59

Kasırgaya iki çift lafım var!

Birkaç gündür Porto Riko’yu yerle bir eden ve Karayipler’deki birçok adayı kasıp kavuran tarihteki en güçlü kasırga olarak nitelenen İrma kasırgasının Küba’yı da vurduktan sonra şu sıralarda Florida’ya ulaşması bekleniyor. Florida’da beş milyon civarında insan evlerinden uzaklaştırılarak güvenli yerlere yerleştirilmeye çalışılıyor. Bu hiç de kolay bir iş değil tabii ki.  

 

Hemen arkasından yine aynı yörede Jose Kasırgası da bekleniyor. Birinin etkisi daha geçmeden diğeri yine büyük yıkımlara sebep olacak. Pek çok ev ve tarım arazisi su altında kalacak.  

 

Kasırgalar tabii ki uzun yıllardan beri oluşagelen doğa olayları ancak hiç bu kadar sık oluşmuyordu ve şiddeti de hiç bu kadar güçlü olmamıştı. Bu kesinlikle bir tesadüf değildir. Tamamen endüstri devriminden bu yana yeryüzünde benimsemiş olduğumuz fosil yakıtlara dayalı sanayimizin, yaşam biçimimizin ve yeryüzünde ticari amaçlarla ormanları acımasızca katletmemizin doğrudan bir sonucudur. Bunu aşağıda biraz daha açıklayacağız.

 

ABD’de Trump yönetimi, kasırgaların oluşumuyla iklim değişikliği yani küresel ısınma arasında bir ilişki olduğuna maalesef inanmıyor. Bu yüzden, ABD’nin kalkınmasında daha fazla kömür çıkaracaklarını/kullanacaklarını ve ucuz petrol kullanmaya da artan biçimde devam edeceklerini açıkladı ve fosil yakıt kullanımını dünyada sınırlayan ve atmosfere karbondioksit salanların bedelini parasal olarak ödemek zorunda kaldıkları Paris anlaşmasından imzalarını çekeceklerini de beyan etti. Bu küresel bir felakettir. Ve nitekim o felaketi de yaşıyoruz ve artarak ve etkileri daha güçlenerek yaşamaya da devam edeceğiz. Bundan sonraki kasırgalar yine rekor kıracak ve daha fazla miktarlarda yağış çok daha kısa sürelerde yeryüzüne düşecek.  Daha fazla tarımsal arazi sular altında kalacak, insanlar yiyecek sıkıntısı yaşayacaklar ve milyonlarcası göç etmek zorunda kalacaklar. Türkiye’de bu durumdan etkilenecek ülkelerin başında geliyor.

 

İklim değişikliği bugün dünyamızın karşı karşıya olduğu en büyük tehlikelerden biridir.

Yeryüzünün sadece 2°C ısınması sonucu dünyada yaşayan türlerin yüzde 30’u yok olma riski ile karşılaşacaktır.. Denizlerdeki besin ağı çökecek, ekosistemler tamamıyla ortadan kalkabilecek; gıda ve temiz su kıtlığı, milyonlarca insanı göçe zorlayacaktır. Bu durum, yeryüzünde daha fazla çatışma ve kuraklık getirecektir.

2013 yılında, gezegenimizde karbondioksit gazının atmosferdeki oranı 400 ppm (milyonda 400) düzeyini aşınca büyük bir eşik aşılmış oldu.  Bunun üzerine bilim dünyası acilen yeni ve daha sıkı tedbirler alınmasını talep etti. Ancak, bugün hükümetlerin bu konudaki taahhütleri 2020’ye kadar küresel sıcaklık artışını 2°C ile sınırlamak için atmosfere sera gazlarının salınmasını önlemede yetersiz kalmaktadır. Acilen yeni önlemler almak zorundayız.

 

İklim değişikliği nedeniyle baş gösterecek ve önlem alınmazsa artarak devam edecek bu felaketler sonucu meydana gelecek göç, kuraklık ve açlık ve çatışmalar ile yeryüzünün daha büyük felaketlere sürükleneceğini bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Sadece nesnel biçimde mantıklı düşünmeniz, aklınızı kullanmanız yeterlidir.

Kasırgalar yüzyıllardır oluşan doğa olaylarıdır ancak sıcak deniz yüzeyi kasırgaların gücünü artırmaktadır. Ayrıca, yüksek sıcaklıklar nedeniyle daha fazla su buharı atmosfere taşındığından kasırgayla birlikte yeryüzüne düşen yağışlar da daha fazla olmaktadır.  Bu da mevcut felaketin boyutunu bir kat daha artırmaktadır.

Yeryüzünü cennet yapmak da cehennem yapmak da biz insanların elindedir. İnançlı halkımızın anlayacağı biçimde anlatacak olursak, “Allah insana AKIL vermiş ve Kuran’ın ilk cümlesi “OKU” demiş.

Aklını kullanmamak insanın kendi aklına yapacağı en büyük ihanettir ve ayrıca günahtır.  

Yeryüzünde yaklaşık 7,5 milyar insan, hayvanlar, mikroorganizmalar ve bitkiler hep birlikte yaşıyoruz. Tüm canlılar olarak uyum içinde yaşamak zorundayız. Bunun en önemli sebebi ise, dünyamızın kapalı bir sistem olmasıdır. Bizim dışımızdaki canlıların haklarını gasp etmeye hakkımız yok.

Nedir bu kapalı sistem?

Bir düdüklü tencere mesela kapalı bir sistemdir diyebiliriz. İşte dünyamız da tıpkı kapağı kapatılmış bir düdüklü tencere gibidir. Yeryüzünde aklını kullanan insanlar, yeryüzünün ısısının gittikçe yükseldiğini görüyorlar. Fosil yakıtlar yandıkça, dünyanın ısısı her gün biraz daha artıyor. Fosil yakıtın en önemli etkisi, yanınca açığa çıkan karbondioksit gazının atmosferde yani “düdüklü tencerenin” içinde birikmesi, hiçbir yere kaçamamasıdır. İşte bu gaz (ve diğer bazı gazlar), atmosferde birikince, sera etkisi yapıyor ve güneş ışınlarıyla gelen ısıyı absorblayarak (emerek) yer kabuğundan yansıdıktan sonra tekrar uzaya radyasyon (ışıma) yoluyla gitmesini engelliyor. Isı atmosferde hapsolarak kalıyor ve birikiyor. Bu da yeryüzünün sıcaklığını yükseltiyor.

Olay bu kadar basit! Yemek pişirmek için ocakta ya da ısınmak için kombi kazanında yaktığımız doğal gaz veya bir yerden bir yere gitmek için arabamızda yaktığımız benzin veya dizel yakıt, sobamızda ısınmak için yaktığımız kömür yandığında çıkan karbondioksit gazının sera gazı etkisi nedeniyle dünyamızın ısısı her gün yükseliyor. Üstelik bu etkiyi yapan sadece karbondioksit gazı da değil. Su buharı, metan gazı, ozon ve azotlu gazlarla insan etkinlikleriyle atmosfere salınan bazı diğer gazlar da aynı ısınma etkisini yapıyor.

Yaklaşık 7 milyar insan herkes her gün belirli bir miktar karbondioksiti atmosfere salıyor. Sadece insanlar mı? Büyükbaş hayvanlar da atmosfere sera etkisi yapacak metan gazı salıyorlar. Ama hayvanları da etinden sütünden yararlanmak için çok büyük sürüler halinde yetiştiren yine insanoğlu değil mi? (Burada vejeteryanların et yiyenler kadar suçlu olmadığını belirtmekte yarar var!) 

Yeryüzünde bu durumun önüne geçebilmek için bir an önce tüm dünyada “Yenilenebilir yakıtlara” dönmek, fosil yakıt kullanımını tamamen bırakmak zorundayız.

Nedir yenilenebilir yakıtlar?

Fosil yakıtlar yenilenemeyen yakıtlardır ve milyonlarca yılda oluşmuş ve toprağın altındaki miktarları sınırlıdır. Yenilenebilir yakıtlar ise, en basit deyişle, tükenmeyen cinsten yakıtlardır. Örneğin, güneş, rüzgâr, dalga enerjisi, jeotermal enerji, biyoyakıtlar, biyokütle enerjisi, vb… bu tür enerjilerdir.  Bu yakıtlardan güneş, rüzgâr, dalga enerjisi zaten herhangi bir gaz çıkışı söz konusu olmadığından sera etkisine neden olması da söz konusu değildir.

Yurdumuz güneş enerjisi açısından çok elverişli bir konumdadır. Uzun yıllar, hükümetler sürekli güneş PV panellerin pahalılığını bahane ettikleri için bu enerji türünden yeterince yararlanamadık ama artık çok daha verimli paneller çok daha ucuza üretilebilmektedir. Yurdumuzda ve dünyanın güneş enerjisi açısından elverişli ülkelerinde bu enerjiden maksimum düzeyde yararlanmak için her türlü çaba mutlaka gösterilmelidir. Sadece güneş enerjisi bile tüm enerji ihtiyacımızı karşılamak için yeterlidir.

Diğer yenilenebilir yakıt türü olan biyoyakıtlar ise, karbondioksit salımına neden olurlar ancak biyoyakıtlar tarımsal kökenli olduğundan biyoyakıtın hammaddesi olan tarımsal ürün tarlada yetişirken atmosferden karbondioksit alıp kullanacağı için atmosfere net karbondioksit salımı yine sıfırdır! Yani aynı güneş enerjisi gibidir, eğer tarımsal etkinlik sırasında gerekli koşullar sağlanırsa, sera etkisine neden olmaz. Türkiye’nin biyoyakıt potansiyelini ve faydalarını önümüzdeki günlerde ayrı bir makalede ele almakta fayda var. Çünkü Türk tarım ve hayvancılığının yeniden canlanmasının ve Türk ekonomisinin dış borç batağından kurtulmasının çevre dostu biçimde sağlanmasının sırrı biyoyakıtlardadır. Tıpkı Brezilya’da olduğu gibi…  

Jeotermal enerji de Türkiye için çok önemlidir ve mutlaka faydalanılmalıdır. Ancak, Türkiye’de tamamı yerli üreticilerden oluşan jeotermal elektrik sektörünün talep ettiği yasal düzenlemeler bir türlü hayata geçirilemektedir. Ayrıca, Jeotermal Elektrik Santral Yatırımcıları Derneği (JESDER) Başkanı Ufuk Şentürk’ün verdiği bilgilere göre, Jeotermal enerji sadece elektrik üretiminde kullanılmamakta, tarımdan konut ısıtmasına, kimyasal madde üretiminden turizme kadar pek çok alanda jeotermalin önemli yeri bulunmaktadır.

  

Yeryüzünde sera gazlarını azaltmanın yolu petrol ve kömür gibi fosil yakıtlar yerine güneş, rüzgâr, biyoyakıtlar, biyokütle ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji türlerini kullanmaktır.   Bir diğer yolu ise mümkün olduğunca fazla sayıda ağaç dikmektir. Ağaçların her biri fotosentez yoluyla karbondioksit kullanarak büyümekte ve böylece birer karbondioksit deposu olarak davranmaktadır.

Günümüzde yeryüzündeki bazı yönetimler bugünlerde akıllarını kullanmayarak yukardaki paragrafta belirttiklerimizin tam tersini yapmakta ısrar ediyorlar. Kalkınıyoruz diyerek fosil yakıt kullanımını artırıyorlar ve ağaç dikmek yerine çeşitli betonlaşma projeleri için mevcut ağaçları kesiyorlar. Bunun sonuçları da bizlere kasırga ve şiddetli yağışlar gibi doğal felaketler olarak yansıyor. Sonuç ise daha fazla yıkım, insan ve maddi kayıp olarak yansıyor. Bu duruma tüm gücümüzle “dur” dememiz gerekiyor.

Milyonlarca yıldır var olan yeryüzünde bizler sadece çok kısa bir süredir bulunuyoruz. Eğer fosil yakıt kullanımına ve ağaçların kesilmesine tüm dünyada ve hep bir ağızdan güçlü bir şekilde “dur” demezsek ve yenilenebilir enerjiye bir an önce çok daha büyük ölçekte geçmezsek, sıklığı ve şiddeti artan doğal felaketler nedeniyle insanlığın çok zor durumda kalacağını belki de çok da uzak olmayan bir gelecekte yok olmasının temellerini kendi elimizle attığımızı bilmemizde fayda var.  

Hala fırsat kaçmış değildir. Kasırgayı önlemek için iki çift lafım var:

-          Tüm dünyada fosil yakıtları bırakalım;

-          Ağaç dikelim (ya da kesmeyelim!)

 

 

 

 

   

   

 
 
-- 
Kayhan Yalci
 
 
Yorumlar (0)