İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, TBMM grup toplantısında konuştu. 3 Kasım'da kapalı nüfus sayımı yapılması önerisinde bulunan Dervişoğlu, "Bu kadar kaçak ve suçlunun dışarıda elini kolunu sallaya sallaya gezdiği bir memlekette kapalı yani sokağa çıkma yasaklı nüfus sayımı bir seçenek değil zorunluluktur. Her gün güvende olmak için, bir gün evde kalmaya razıyız" ifadelerini kullandı. Dün TBMM Genel Kurulu’nda yapılan kapalı grup toplantısında bakanların yeni bir bilgi vermediğini, dış tehdit unsuru yaratılmak istendiğini belirten Dervişoğlu, artan kadın cinayetleriyle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Dervişoğlu, şunları söyledi:

"Suç işleyenler, her seferinde daha da cesaretleniyor"

"Son yıllarda bu vakaların artışı, hepimizin yüreğinde tarifsiz bir acı bırakıyor. Her iki günde bir en az üç kadın cinayeti ya da şüpheli kadın ölümü yaşanıyor. Bu sayı, sadece bir istatistik değil, adaletin suskun kaldığı her an yitip giden canların trajedisidir. Ayşenur Halil, İkbal Uzuner, Zehra Gün, Gülfer Öter Ve daha isimlerini sayamadığım binlercesi. Bu isimler, sadece nüfus kayıtlarından silinip giden, vefatları hoparlörlerden duyurulan kişiler değil; adalet arayışının sessiz çığlıklarıdır. Bu isimler, yalnızca kendi hanelerinde değil, milletimizin vicdanında yanan kor ateşlerdir. Bu ateşler yüreğimize düşmeye devam ediyor. Suçlular, mevcut düzenin sunduğu müsamahadan cesaret buluyor. Ceza sistemimizdeki hafifletici sebepler, iyi hal indirimleri, yetersiz denetimler, adeta suça davetiye çıkarıyor. Suç işleyenler, her seferinde daha da cesaretleniyor. 

"Bu ülkeyi adaletten şikayet edilir hale kim getirdi?"

Biz de bu kötülüklere karşı sesimizi yükseltmek zorundayız. Türkiye yeniden adalet arayan, haksızlıklara karşı duran, konuşan bir ülke olacak. Çocuk istismarına ‘Bir kereden bir şey olmaz’ diyenleri unutmayacağız. ‘Kadın herkes içinde kahkaha atmayacak, iffetli olacak’ diyenleri unutmayacağız. ‘Kadın ve erkek eşit olamaz, bu fıtrata aykırıdır’ diyenleri unutmayacağız. Türk kadını için ‘evinin süsü’ diyenleri, ‘Kadın çalışmayı tercih ederek fuhuşa hazırlık yapmış oluyor’ diyenleri de unutmayacağız ve ‘Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur’ diyen zihniyetin karşısında duracağız. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı da çıkıp, ‘Kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini bu coğrafyadan kazımak için mücadelemizi amasız, fakatsız, sıfır tolerans ilkesiyle kararlılıkla sürdüreceğiz’ şeklinde bir sosyal medya paylaşımında bulunmuş. Yahu 22 yıldır bu ülkeyi yöneten siz değil misiniz? Daha şimdi saydığım kadına yönelik kötülüğü dışa vuran tüm cümleler başka bir ülkenin iktidar partisi kurmaylarının sarf ettiği cümleler mi? Bırakın hala yapacağız, edeceğiz ile biten cümleler kurmayı artık. Bu ülkeyi adaletsizlikten şikayet edilirken, adaletten şikayet edilir hale kim getirdi? Geçen 22 yılda adalet konusunda hiçbir bir şey yapmasaydınız, her şeyi olduğu gibi bıraksaydınız da zaten bu kadar cinayet olmazdı. Yaptığınız infaz düzenlemeleriyle suçluları cezasız bıraktınız.

"AKP'nin içi boşalmış bir kabuktan ibaret olduğunu hepimiz görüyoruz"

Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içi boşalmış bir kabuktan ibaret olduğunu hepimiz görüyoruz. Bunu biz de görüyoruz, Ak Partiye oy vermiş vatandaşlarımız da görüyor. Bu Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi yani saray oligarşisi,  AK Parti’yi AK Parti olmaktan, Recep Tayyip Erdoğan’ı da Recep Tayyip Erdoğan olmaktan çıkarmıştır. Her alandaki tek adamlık, partinin devletleşmesi, devletin partileşmesi, yaşanan yolsuzluklar, hırsızlıklar, adaletsizlikler, haksızlıklar, hukuksuzluklar, çiftçiye, emekliye, memura, işçiye, gence, öğrenciye reva görülenler, en az bizler kadar AK Parti’ye gönül veren vatandaşlarımızı da rahatsız ediyor. Dün AK Parti’ye oy vermek için onlarca gerekçeleri varken, bugün oy vermemek için yüzlerce gerekçeleri var. Türkiye’nin meselelerinin çözümü sadece konuşmaktan değil, toplumdaki güç dağılımını değiştirmekten de geçiyor. 2018 yılında geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sonrasında, makroekonomiden demokrasiye, satın alma gücünden yaşam kalitesine kadar her alanda ciddi gerilemeler yaşadık.

"Milletin barınacak yer bulamaması mı sizin sosyal devlet anlayışınız?"

Çıkın sokağa, sorun vatandaşa. Kirasını bile zor ödeyen insanları dinleyin. Kirayı ödedikten sonra kalanla karnımızı doyurmaya çalışıyoruz, diyecekler. “Boğazımdan et geçmeyeli kaç ay oldu, bilmiyorum’ diyecek insanlar göreceksiniz. Çocuğunu, devlet okuluna gönderecek parası olmadığından okuldan alan velilerle karşılaşacaksınız.TÜİK’in verileri bile geçtiğimiz ay itibarıyla kiraların yıllık yüzde 117’den fazla arttığını söylüyor. Milletin barınacak yer bulamaması mı sizin sosyal devlet anlayışınız? Birileri gayrimenkul krallıkları kurarken, emeklinin, işçinin, öğrencinin kiralayacak ev bulamaması mı sizin sosyal devlet anlayışınız? Tüm bu sorunların ve hataların temelinde, sistem değişikliği ile bir kişiye verilen sınırsız yetkiler yatıyor. Biliyorsunuz güç, ölçüsüz olduğunda güç olmaktan çıkar.  Kontrolsüz güç bir ateş gibidir; alevi büyüdükçe herkesi, her şeyi yakmaya başlar. Sonunda o ateş, kendi sahibini de kül eder. İşte bu yüzden, ben çarenin parlamenter demokraside yattığı görüşünden hiç vazgeçmedim, vazgeçmeyeceğim. Parlamentosu güçlü olmayan bir ülkede halk, seçtiği vekiller tarafından temsil edilmiyor demektir.

"Anayasa değişikliği güç arzusunu meşrulaştırmak içinse rıza göstermeyiz"

Ancak anayasa değişikliği, birilerinin güç arzusunu meşrulaştırmak için bir araç haline getirilecekse ya da bu tartışma üzerinden suni gündemler yaratılacaksa, hiç kimse benden ve İYİ Parti’den buna rıza göstermemizi beklemesin. Çünkü bizim mücadelemiz, bu milletin iradesini ve özgürlüğünü tam anlamıyla temsil eden bir sistem içindir. Ancak, ‘Erdoğan’ı nasıl bir daha aday olur, bir beş yıl daha onu nasıl cumhurbaşkanı yaparız, nasıl bir seçim daha kazanır’ gibi sorulara cevap arayan bir tartışmada biz yokuz. Konuşmamız gereken daha ciddi ve her biri bu iktidarın sebep olduğu, varoluşumuza ve huzurumuza dair konularımız var. Bu ülkede yoksulluk var. Türkiye’de toplam nüfusun üçte biri, 0-17 yaş nüfustaki her 10 çocuktan 4’ü, yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında. Resmi açıklamalara göre 7 milyon 700 bin çocuk bu ülkede yoksul. Yatağa aç giriyor, aç uyanıyor, okula aç gidiyor. Her yıl sayısı bile bilinmeyen binlerce çocuk kayboluyor. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 19 bin 831 TL olmuş ama ücreti bu rakamın altında on milyonların ülkesi olduk biz.

"Sömürülmek için bile önce yaşamak gerekiyor"

Bu ülkede eşitsizlik var. Bu ülkede emeğin adeta ayaklar altına alınması var. Asgari ücret her seferinde açlık sınırının altında kalıyor. Her yıl yaklaşık iki bin işçimiz iş kazalarında hayatını kaybediyor. İş kazalarında Avrupa'da lideriz, dünyada ise ilk üçteyiz. Böyle bir ülkede yaşamak nasıldır diye sorsam, her gün ölümle yaşam arasında sıkışıp kalan on binlerce işçi, biz akşam eve ekmek götürmeye değil, canlı gitmeye çalışıyoruz diye haykırır. Ve tüm bu vahamet karşısında, ülkede emek sömürüsü var demeye dilim varmıyor; çünkü sömürülmek için bile önce yaşamak gerekiyor. Bu ülkede üretenin, dürüst iş tutanın cezalandırıldığı bir düzen var. Üretmeyen her ülkede olduğu gibi bizde de zenginliğin iki ana kaynağı mevcut; devletle içli dışlı olmak ve toprağa yani ranta hükmetmek. Bu iki unsur, bugün hâlâ en güçlü servet transferi araçları olarak hükmünü sürüyor. İşçinin alın teri kurumadan, vergisini kesmekte usta olanlarla iş birliği yapan bir düzeni teşvik ediyorlar. Asıl amaç milyonlarca, milyarlarca liralık vergiden kaçınmak.

"Mülk edinme karşılığı verilen vatandaşlıklar için dava açtık"

Bunca dert dururken, Tayyip Erdoğan’ın siyasi geleceğini şekillendirecek ve ona yeni imkanlar sunmak üzere planlanan sivil ambalajlı anayasa değişikliğini konuşmak zül ve zillettir. Bu ülkede kontrolsüz göç var. Türkiye'de 10 milyondan fazla sığınmacı bulunuyor. Vatandaşımız ile sığınmacılar arasında gerilimler artıyor, istihdam piyasasında haksız rekabet oluşuyor. Sığınmacı deyince biliyorsunuz geçtiğimiz hafta, Milli Göç Doktrini ve Geri Dönüş Eylem Belgemiz doğrultusunda hukuka hukukluğunu, devlete devletliğini hatırlatmak amacıyla, Suriyelilere mülk edinme karşılığı verilen vatandaşlıkların iptali için Danıştay’a dava açtık. Başvurumuzun özünde, saray iktidarınca, Türk milletinin içinde ikinci bir toplum oluşturma projesinin parçası olarak vatandaşlığa geçirilen 238 bin Suriyelinin vatandaşlığının iptali vardır."

"Sokağa çıkma yasaklı nüfus sayımı bir seçenek değil zorunluluktur"

Dervişoğlu, her dört sığınmacıdan birinin adresinin dahi bilinmediğini ifade ederek kapalı nüfus sayımı önerisinde bulundu. Dervişoğlu şunları söyledi:

“Bir öneriyi daha sizlerle ve milletimizle paylaşmak istiyorum; oda ülke genelinde yapılacak kapsamlı bir kapalı bir nüfus sayımıdır. Bu kadar sapık kaçak suçlu ve firarinin en kısa zamanda tespit edilmesinin tek yolunun bu olduğunu düşünüyoruz. İçişleri Bakanı Sayın Ali Yerlikaya tam 729 bin Suriyeli sığınmacının adresinde bulunmadığını açıklanmıştır. Bu şu demektir, devlet şu anda sokakta görmüş olduğunuz dört Suriyeli’den bir tanesinin adresini dahi bilmemektedir.  Olur da sığınmacılar bir suç işlerse, emniyet güçlerinin gideceği bir ev bakacağı bir adres bile yoktur. Tek başına bu itiraf bile AKP’nin devleti yönetemediğini ancak idare edebildiğini, Türk milletini de aklınca ahmak yerine koymaya çalıştığını hepimize göstermektedir. Hudut namustur ilkesinin terk edilmesinin ve AKP eliyle Türkiye’nin bir mülteci kampı haline getirilmesinin sonucu işte budur. 22 yılda vahşeti ve şiddete sıradanlaştırmış, Türkiye’yi bir açık hava cezaevine çevirmiştir. Bütün bu kaçakların tespiti ve sınır dışı edilmesi için sokaklarda onlarca suç kaydıyla toplumu enfekte eden ne kadar sapık, suçlu, firari varsa tamamının tespiti ve cezaevine gönderilmesi için İYİ Parti’nin önerisi şudur; gerekli bürokratik hazırlıkları yapın ve en kısa zamanda mümkünse 3 Kasım 2024’te, 24 yıl sonra yeniden bir kapalı nüfus sayımı yapalım. Bu kadar kaçak ve suçlunun dışarıda elini kolunu sallaya sallaya gezdiği bir memlekette kapalı yani sokağa çıkma yasaklı nüfus sayımı bir seçenek değil zorunluluktur. Her gün güvende olmak için bir gün evde kalmaya razıyız.

"Kapalı grupta hiçbir şey söylemeyeceklerinden de emindik"

TBMM'de İsrail'in Türkiye'ye yönelik olası tehditlerine karşı düzenlenen kapalı oturuma ilişkin ise Dervişoğlu şunları söyledi:

“Malumunuz olduğu üzere Gazi Meclisimiz dün bir gizli oturum gerçekleştirdi. Bu oturumla ilgili olarak görüş ve düşüncelerimizi belirttik. ‘İktidarın İsrail konusunun da ele alınacağı TBMM oturumunun gizli yapılmasıyla güttüğü ana hedef muhalefetin eleştirilerini sansürlemektir’ dedik. Oturumda söz alacağı duyurulan iki Bakan'ın da toplantının gizli yapılmasını gerektirecek hiçbir şey söylemeyeceklerinden de emindik, nitekim söylemediler. İktidarın gerçeklerin ve doğruların milletimizce bilinmesine engel olmak üzere sözlerimize koymaya çalıştığı ambargoyu böylelikle reddettik. Bir devlet, şayet başka bir devlet tarafından saldırıyla tehdit ediliyorsa bunu bertaraf edecek olanlar da sıcak koltuklarında oturan iktidar muhterisleri yahut kendi vatanlarını savunmaktan aciz kaçak sürüleri değil, yine bu şerefli ve aziz millet olacaktır. Ne katil İsrail ne de arkasındaki güçler, Türkiye topraklarına göz dikemez, işgal edemez ve bunu aklından dahi geçiremez. İçeride tıkanınca, dışarıda tehdit yaratmaya çalışmanın ve bunun üzerine politika bina etmeye kalkışmanın esiri olmuşlar. Türkiye’yi yönetenler içeride tıkanınca, dışarıda tehdit yaratmaya çalışmanın ve bunun üzerine politika bina etmeye kalkışmanın esiri olmuşlar. Ne zaman bu büyük milletin gerçek dertlerini kamuoyuyla paylaşıyoruz, hemen önümüze bir siyasi hesap getiriyorlar. O da genellikle güvenlikle ilgili dış tehditle ilgili oluyor. Bunların ince siyasi hesaplarınızın ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. Hangi hesaplarla HÜDA PAR’ın elini kaldırdıklarını, hangi amaçlarla DEM’e el uzattıklarını görüyor ve takip ediyoruz. Türkiye’yi sizlere ve sizin kirli planlarınıza kurban ettirmeyeceğiz."