EKREM İMAMOĞLU'NA AÇIK MEKTUP

Mertcan Karacan isimli bir genç Millet İttifakı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğu'na "Sayın Ekrem Abi" hitabıyla başlayan bir mektup kaleme aldı. Mektubu sosyal medya hesabından paylaşan gencin gönderisi kısa zamanda büyük ilgi gördü.

GÜNDEM 30.05.2019, 23:59
EKREM İMAMOĞLU'NA AÇIK MEKTUP

İşte o mektup;

Sayın Ekrem abi...

Hitap cümlemin alışılmışın oldukça dışında olduğunun farkındayım. Nitekim dilimizde "sayın" ve "abi" sözcüklerinin aynı kişiye karşı aynı bağlamda kullanıldığı pek görülmez. Ne var, bunun müsebbibi ben değil, sizsiniz. Bu samimiyeti bana bizzat siz hissettirdiniz. Yalnızca benim de değil, siz bütün Türkiye'nin abisi, kardeşi, evladı, torunu, neşesi, güler yüzü ve hepsinden önemlisi umudu oldunuz. Binaenaleyh saygım sizi "sayın", sevgim ise "abim" kıldı. Bunu bütün kalbinizle hoş göreceğinizi umuyorum.

Kendimden kısaca bahsedeyim:

Ben Mertcan Karacan. 1997 yılında, İnebolu'sundan Oğuz Atay'ın, Cide'sinden Rıfat Ilgaz'ın ve bağrından İhsan Ozanoğluların, Şerife Bacıların yetiştiği Kastamonu'nun bir başka ilçesinde, Çatalzeytin'de doğdum. Sanatçıların "kitapsız" bellendiği ülkemizde iki kitaplı, genç bir şair, yazarım. Yirmi iki yıllık ömrümün büyük bir bölümünü bu uğurda harcadım, desem yeridir. Aynı zamanda öğrenciyim. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde okuyorum. Hani şu savunucusu olduğunuz; ama elinizden alınmaya, ülkemizden ihraç edilmeye çalışılan hukukun fakültesinde... Ne tuhaf, öyle değil mi?

Bu mektubu niçin yazdığıma gelince...

Yakın zamanda katıldığım bir edebiyat toplantısında, toplantının yöneticisi beyefendi, ortaya hiç beklenmedik bir anda hiç beklenmedik bir soru attı: "İmamoğlu'nda ne buldunuz?" Soruyu buraya yazı diliyle aktarmak zorunda olduğumdan yanlış anlamanıza sebebiyet verebilir ya da vermiş olabilirim; ama lütfen öyle anlamayın. Beyefendi, sizde gerçekten ne bulduğumuzu merak ettiği için böyle bir soru sordu. İsmini burada belirtmemiş olsam da kendisinin kefiliyim.

Olaya dönecek olursak...

Salonda yaklaşık otuz beş, kırk kişiydik. Topluluğun en küçüğü bendim. Benim bir büyüğüm ise en az kırklı yaşlardaydı. Önce derin bir sessizlik oldu. Sonra her kafadan tek tük sesler, sözcükler yükselmeye başladı. "Güleryüz" diyen de oldu, "güven" diyen de. "Şeffaflık" diyen de oldu, "çalışkanlık" diyen de. O an, galiba biraz yüksek sesle, "Andımızıı" demiş bulundum. Herkes şaşırmış bir hâl de bana bakarken yönetici beyefendi mikrofonuna eğildi ve ekledi: "Andımız'ı derken?.."

Aslında düşünülüp söylenmiş bir yanıt değildi; ama baktım ki merak konusu oldu, fikrimi açıklama ve gerekçelendirme gereği hissettim. Ayağa kalktığım gibi "Andımızı derken..." diyerek sözü aldım ve içimden geldiğince sürdürdüm. İşte, bu mektubumu, başta oradaki açıklama ve gerekçemden sizleri de haberdar etmek ve ardından yine sizlere naçizane içimi dökmek için yazıyorum. Siz de dahil her kimin vaktinden çalacaksam şimdiden özür diliyor, hiç okunmayacak bile olsa böyle bir mektubu tarihe not düşmenin kıvancıyla yaşayacağımın herkesçe bilinmesini istiyorum.

"Andımızı derken...

Çünkü o, özlediğimiz bir insan, hasretini çektiğimiz bir siyasetçi... Bir defa Türk, doğru ve çalışkan... Kimi yarı aydınların deyimiyle 'Türkiyeli' değil, bildiğimiz Türk... Özü, sözü bir ki bu da onun ne denli doğru olduğunu gösterir. Çalışkanlığını mı sorguluyorsunuz? Ekranlara düşen görüntülerine bakın... Ya da gidin, kendisini canlı seyredin. Elinden mendilinin, alnından terinin bir an bile eksik olmadığını göreceksiniz.

İlkesine gelince... Değil mi ki küçüklerini korumak, büyüklerini saymak? Geçtiğimiz günlerde haberlerde seyrettim. 'Ekrem abi, sana söylemeye utandım, çalışmak zorundaydım, okulumu bıraktım' diyen gence 'Ananı da al git' değil, 'Sen niye utanacaksın, biz utanalım' diyordu. Gözlerimle gördüm, bir tek anaların ellerini öperken eğiliyordu.

Devam edeyim...

Son beş yılda sekiz defa sandıklara gittik. Rakipleri başta İstanbul'u olmak üzere bütün ülkeyi hortumlamaya çalışırken o, seçilmiş bir başkan olarak, 'Verin artık mazbatamı da İstanbul için çalışayım' diyordu. Yine rakipleri kendi seçmeninden başkasını tanımazken o, basiretli bir siyasetçinin yapması gerektiği gibi, 'Bütün ülkeyi kucaklayacağım' diyordu. Şimdi bütün bunlar yurdunu, milletini özünden çok sevdiğini ve ülküsünün ise yükselmek, ileri gitmek olduğunu göstermez mi?

Kendisi, bilindiği üzere, CHP'nin yani altı okun adayıdır. Atatürk'ün açtığı yolda, gösterdiği hedefe, durmadan yürüyeceğine ant içmiş olduğunu yeniden anlatmama gerek var mıdır?

Ve eminim ki, İmamoğlu, aynı zamanda varlığını da Türk varlığına hiç düşünmeden armağan edebilecek kadar cesur biridir. Çünkü onun gücü Seyit Onbaşı'nın gücüdür. Çünkü onun gücü demokrasinin gücüdür. Çünkü onun gücü Mustafa Kemal Atatürk'ün ve yoldaşlarının gücüdür.

Ve yine eminim ki 'Ne mutlu Türk'üm diyene' sözünün ne anlama geldiğini de yine en iyi o bilir. Ki Mustafa Kemal Atatürk'ün bu sözü, 'Ne mutlu Türk doğana' diyenlere, Türkçülüğü ırkçılığa lehimleyenlere bir tür tepki mahiyetindedir. Yoksa bugün bir avuç cahilin savunduğu gibi Atatürk 'Ne mutlu Türk'üm diyene' diyerek kafatasçılık ya da ırkçılık yapmamış, tam aksine kafatasçılık ya da ırkçılık yapanlara karşı özgür iradeyi ve 'Eğer kişi Türk'üm derse Türk'tür' tezini savunmuştur.

Andımızı derken, işte bunları kastettim."

Kalabalık bir ortamda çırak bir sanatçı, yeni yetme bir aydın olarak bir siyasetçiye methiyeler düzmem ne derece doğruydu, orası tartışılır. Hatta ve hatta şunu açıkça söyleyebilirim ki, sizi tanıyana kadar bunun yanlış ve etik dışı bir davranış olduğunu savunurdum. Ne var, mektubumun başında da belirttiğim üzere, siz farklıydınız, farklısınız. Umarım bu farkınızı yaşamınız boyunca korur ve gönülleri fethetmeyi hiç durmaksızın sürdürürsünüz.

Bundan şüphem var mı? Aslında yok. Aslında yok ama şimdilik yok. Niçin "şimdilik" diyorum? Niçin bu sözcüğü özellikle vurguluyorum? Çünkü kırgınız. Şahsınıza değil, unvanınıza kırgınız. Nitekim bu millet, çok yakın bir zamanda, Refah Partisi'nin İBB Başkan adayı iken kendisine hediye edilen yüzüğü kürsüden gösterip "İşte bütün servetim bu yüzük" diyen bir siyasetçinin bundan tam on sekiz yıl sonra, cumhurbaşkanı olduğunda, malvarlığını 730 kat artırmış olduğuna tanıklık etti. Nitekim bu millet, İBB Başkanlığı yaptığı dönemde Siirt'te bir meydanda Ziya Gökalp'in bir şiirini okudu diye 10 ay hapis cezasına çarptırılan aynı siyasetçinin, sanki yaşadıklarının hıncını alırcasına, kendi iktidar döneminde nice sanatçının hapse atılmasına göz yumduğuna tanıklık etti.

Biz kırılmayalım da kim kırılsın?

Siz öyle olun istemiyorum, bizi iyileştirin. Siz öyle olun istemiyorum, bizi konuşturun. Siz öyle olun istemiyorum, bizi birleştirin. Bizi birleştirin ki Andımız kalmaya devam edin, yüzümü kara çıkarmayın, olur mu?

Sözü fazla uzattığımın farkındayım. Bir noktaya daha değinmek ve mektubuma bu noktayla son vermek istiyorum.

Sizin hemşehriniz, benimse üstadım, pusulam Sunay Akın'ın çok kıymetli bir tespiti vardır. Bu tespitinde Akın, "Sırtını doksan dakika boyunca arkadaşlarına dönmeyen tek oyuncu kalecidir" der. Sizin de eski bir kaleci olduğunuzu ve bu alandaki kariyerinizin hiç öyle yabana atılabilecek türden olmadığını biliyorum. Benzetmede hataya düşmek istemem ama önümüzdeki süreçte teknik direktörünüz Kemal Kılıçdaroğlu'nun taktikleri ve onursal başkanınız Mustafa Kemal Atatürk'ün azmiyle birçok maça çıkacaksınız. Üstelik bütün bu maçları öyle sizin gibi etten kemikten insanlara karşı değil, hukuksuzluklara, yolsuzluklara, adaletsizliklere ve sair güçlere karşı oynayacaksınız. Yeri gelecek, hakemler hiç çekinmeden rakiplerinizi tutacak. Yeri gelecek, tribünler rakiplerinizin parayla tutup otobüslerle getirdikleri insanlarla dolacak. Yeri gelecek, yenecek; yeri gelecek, yenileceksiniz.

Sizden ricam, yenseniz de yenilseniz de bu millete sırtınızı dönmeyin, sevinseniz de üzülseniz de gülümsemekten asla vazgeçmeyin, alkışlansanız da yuhalansanız da dönüp kendinize "niçin" deyin.

Ezcümle, hanidir 1 numarasınız, daîma 1 numara kalın.

Sevgi, saygı, inanç ve muhabbetle...

Aydınlık yarınlar dilerim.

[Mertcan KARACAN]

Yorumlar (0)