Millî Eğitim Eski Bakanı Dinçer: Sınav meselesi çözülmeden dershaneler kapatılmamalıydı

Eski Millî Eğitim Bakanı Dinçer, sınav meselesi çözülmeden dershanelerin kapatılmasının doğru olmadığını söyledi. Bu kararın alınmasında FETÖ’ye karşı tedbir alma ihtiyacının öne çıktığını ifade eden Dinçer, “Ama dershanelerin içerisinde FETÖ’nün payı %40’lardaydı. Bu, başka türlü çözülebilirdi.” dedi.

EĞİTİM 12.09.2021, 09:53
Millî Eğitim Eski Bakanı Dinçer: Sınav meselesi çözülmeden dershaneler kapatılmamalıydı

Eski Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, TV5’de yayınlanan “Eğitim Dünyamız” programında Mustafa Aydın’ın sorularını cevapladı. 

“Kamu idaresi ve eğitim sistemi ideolojiden arındırılmalıdır”

Ömer Dinçer, Türkiye’de eğitim sisteminin dayandığı eğitim felsefesinin ne olduğuna dair bir soruyu cevaplarken, Türkiye’de devletin yönetim paradigması ile onun bir uzantısı olan eğitim paradigmasının paralellik arz ettiğini söyledi. Dinçer, Türkiye’de kamu yönetimi sisteminin 5 temel özelliği olduğunu belirterek, bunları, ideolojik olması, otoriter olması, merkeziyetçi olması, kapalı ve mekanik bir bürokrasi ile hizmet sunmaya çalışması ve ‘görevleri olan vatandaşlar’ tanımlaması yapması olarak sıraladı.

Hem kamu idaresinin hem de eğitim sisteminin çok net ve açık bir şekilde ideolojiden arındırılması gerektiğini ifade eden Dinçer, “Bu ideolojiyi de doğrusu sadece Kemalist bir ideoloji olarak algılamamak gerekir. Meselâ benim millî eğitim bakanlığım döneminde Sayın Başbakan, dindar nesil yetiştirmekten bahsetti. Bu da bir ideolojik tanımlamayı içeriyordu bana göre.” dedi.

Buna kısmen itiraz ettiğini dile getiren Dinçer, sözlerine şöyle devam etti:

“Çünkü tam o esnada demokratik ve esnek bir eğitim sistemi kurgulamaya çalışırken, bir ideolojiye dair eleştiriler getiriyorken, bir başka ideolojiyi kurgulamak bana göre ahlâken de sorunlu ama daha da önemlisi, irrasyonel bir tavır olurdu. Bu açıdan bakıldığında ben, eğitim sisteminin ve kamu idaresinin kesin olarak bir ideolojiden arındırılması gerektiği kanaatindeyim; çünkü biz, ister Millî Eğitim Bakanı olalım ister Başbakan veya Cumhurbaşkanı olalım, muhatabı olduğumuz insanların özgür insanlar olduklarını unutmamalıyız. Bunu unuttuğumuz zaman, o zaman yönetici olarak yanlış bir yola girmiş kabul ediliriz.

Yine eğitim sistemi olarak, muhatabı olduğumuz insanların tamamının inancına, düşüncesine, dinî ritüellerine saygı göstermek zorundayız ve bunu da yaparken, toplum içinde dinini öğrenmek isteyen insanlara, inancını yaşamak isteyen insanlara zemini hazırlamakla mükellefiz.”

“Gayrimüslim liderlerden ders kitapları hazırlamalarını istedim”

İnsanların düşüncelerini kolayca ifade edebilmeleri için düşünce özgürlüğünün önünün açılması gerektiğini de dile getiren Dinçer, “O yüzden ben, hiç gocunmadan, meselâ millî eğitim sisteminde hem Kur’ān-ı Kerîm derslerinin konulmasına hem Kürtçe derslerinin okutulmasına hem de Hristiyanlık ve Mūsevîlik gibi farklı dinî inançlara sahip insanların derslerini alabilmelerine fırsat veren bir esnekliği getirmeye çaba sarf ettim. Hatta o dönemde ben, Hristiyan cemaat liderlerini ve Mūsevî cemaat liderlerini davet edip, ders kitaplarını hazırlamaları konusunda kendilerinden ricada bulundum.” diye konuştu.

“Kaçınılmaz bir şekilde yeniden yapılanma ihtiyacı vardı”

Ömer Dinçer, bakanlığı döneminde millî eğitim teşkilatına geniş çaplı müdahalesinin ne anlama geldiğine dair soruyu da cevapladı.

Eleştirdiği bir paradigmayı sürdürmesinin tutarsızlık olacağını ifade eden Dinçer, eğitim sistemi üzerindeki merkeziyetçi ve otoriter yapıya karşı birtakım tavırları olduğunu söyledi. Dinçer, 1940’lı yıllarda Hitler Almanya’sında, Mussolini İtalya’sında konulmuş olan ve 1960’lı 70’li yıllarda Batılıların kaldırdığı millî güvenlik dersini kaldırdığını hatırlattı. Dinçer, otoriter bir zihniyetin uzantısı olan tek tip kıyafeti ortadan kaldırmaya çalıştığını, stadyumlarda 19 Mayıs törenlerinin yapılmasını kaldırdığını kaydetti.

Eğitim teşkilatının yeniden yapılandırılmasının da bu otoriter zihniyete karşı tavır almanın bir parçası olarak düşünülmesi gerektiğini ifade eden Dinçer, 38 tane genel müdürlük olduğuna işaret ederek, “Merkeziyetçiliği daha güzel anlatan bir şey olur mu?” diye sordu.

Dinçer, bu yapı içerisinde 8 hiyerarşik kademe olduğunu, bunların her birinin altında da bütünüyle idarî fonksiyonlar icra eden birimler olduğunu kaydetti.

“Bizden önce Dünya Bankası’na, McKansey’e raporlar hazırlatılmıştı”

Kaçınılmaz bir şekilde yeniden yapılanma ihtiyacı olduğunu ifade eden Dinçer, “Ve size bir şey daha söyleyeyim: Millî Eğitim Bakanlığı, bizim iktidarımızdan önce de defalarca Dünya Bankası’na, McKansey’e raporlar hazırlatmıştı. Hatta benden önceki bakanlar, Sayın Çelik meselâ, yeniden yapılanma için rapor hazırlatmıştı. Kendisi de yeniden yapılanmayı düşünmüştü. O bana nasip oldu. Bu, aslında benim için gurur verecek bir şey.” diye konuştu.

Dinçer, bakanlığı döneminde meslekî eğitimi bir elden yönetmeyi ve koordinasyonu sağladığını, 33-34 genel müdürlüğü 16’ya düşürdüğünü, hiyerarşik kademeyi de 8’den 4’e indirdiğini kaydetti. Dinçer, bunun daha etkin ve verimli bir örgüt yapısı demek olduğunu söyledi.

Kendisinin teşkilat yapılandırmasına karşı “Kurumsal hafıza gitti” şeklinde eleştiriler olduğunun hatırlatılması üzerine de Dinçer, “Çünkü çıkarı zedelenenler oldu o konuda.” dedi.

Dinçer, Teşkilat Kanunu çıkmadan önce Millî Eğitim Bakanlığında idareci sayısının 493 olduğunu, Teşkilat Kanunu’dan sonra 122 ye düştüğünü kaydetti.

Ömer Dinçer, “Kurumsal hafıza gitti” eleştirisi hakkında şu açıklamada bulundu:

“Bürokratik kurumlarda kurumsal hafızayı insanlar oluşturmazlar. Bürokrasinin kendi yazışma mekanizmaları hafızayı oluşturur. Dolayısıyla hafıza kaybolmadığı gibi daha da önemlisi zaten o birimde çalışan insanlar, idareci değillerse alıkonuldular. Yazıyı hazırlayan, dosyayı yapan, araştırma programlarını yürüten, projeleri takip eden insanlar, zaten birimde kaldılar. Yöneticiler, oturup bir yazı yazmazlar; gelen yazıya imza atarlar. Dolayısıyla beşerî bir hafızadan bahsediliyorsa, o birimin alt kademesinde çalışan kişi ve uzmanlardan bahsetmek gerekir ki onlardan hiç birisi değiştirilmedi. Ama ben daha önemli bir şey söyleyeceğim şimdi size: Değişen kadronun ehliyetiyle alâkalı ciddi bir sorunla karşı karşıyaydık biz. Bu 493 yöneticiyi ben bizzat tanıdım. Bizzat tanımadığım, görmediğim hiçbir yöneticiyi görevden almadım ve göreve getirmedim. 

“Çalışanların %63’ü, 3 yıllık enstitü mezunuydu”

Bakan olduktan sonra ben, bütün birimlere ve genel müdürlüklere tek tek gittim, bütün yöneticilerin CV’lerini aldım. Bütün yöneticileri karşıma oturttum, ne kadar görev yaptıklarını, görev sürecinde neler başardıklarını, neyi başaramadıklarını, bundan sonra ne yapmak istediklerini, plan ve projelerini sordum ve inceledim. Size tespitimi söyleyeyim: Millî Eğitim Bakanlığı’nda o gün çalışan 490’dan fazla yöneticinin tam %63’ü, daha önce Millîyetçi Cephe Hükümetleri döneminde 3 yıllık eğitim enstitüsünden mezun olmuş, daha sonra uzaktan eğitim yoluyla lisans tamamlamış yöneticilerden oluşuyordu. Bu, şu demek: 3 yıllık eğitim enstitüsü mezun olmak demek, o dönemlerde doğru dürüst okuyamadığı için 2 aylık sürede hızlandırılmış eğitimle mezun olmuş insan demektir. Kısacası bana göre o insanlar, kendi meslekî alanlarında bile yeterli değildi. İkincisi, bu insanlardan müsteşar yardımcılığı düzeyinde birkaç kişi ile dış işleri genel müdürlüğünde çalışan 8-10 kişi hariç hiçbir tanesi yabancı dil bilmiyordu. Uluslararası alanda rekabet edebilecek bir yönetim kadrosundan bahsediyorsanız, yabancı dil bilmeyen yöneticilerle yola çıkabilir misiniz? Üçüncüsü, bu insanların tamamı, ortalama 56-58 yaşındaydı. Ve nihayet dördüncüsü, bu insanların hemen hemen pek çoğu, sadece e-mail dosyaları açıp kapatmayı biliyorlardı; onun dışında bilgisayarla ünsiyetleri yoktu.”

Dinçer, Millî Eğitim Bakanlığının, o dönemde yeni teşkilat yapısı ve yeni kadrosuyla, o teşkilatı uzun yıllar taşıyacak bir niteliğe kavuştuğunu söyledi.

“Çocukları rekabete hazırlayacak kurumlara ihtiyaç vardı”

Dinçer, dershaneler konusundaki düşüncesinin sorulması üzerine değerlendirmede bulundu.

Dinçer, “Yaklaşık 400 bin kişiyi alacaksınız, ama ortaokuldan aşağı yukarı 1 milyon civarında insanı mezun etmişsiniz. O zaman siz, bu 400 bin kişiyi ādil bir şekilde bir yere yerleştirmek istiyorsanız şayet, o zaman siz, sınav yapmak zorundasınız. Peki, bu 400 bin kişinin içerisine girebilmek için ortada bir rekabet varsa, o zaman da bu çocukları o rekabete hazırlayacak kurumlara ihtiyaç var demektir. Dershaneler bunun içindi.” diye konuştu.

Dinçer, sözlerine şöyle devam etti:

“O dönemde dershanelerin kapatılmasının, belki biz sonra fark ettik. Sayın Başbakanın dershanelerin kapatılması konusunda ısrar etmesi, muhtemelen FETÖ’nün hareketlerini ve niyetlerini biliyor olmasından, bilmeye başlamasından kaynaklanıyordu tahmin ediyorum. Ama dershanelerin içerisinde FETÖ’nün payı %40’lardaydı. Bu, başka türlü çözülebilirdi; çünkü sınav devam ediyorken, yukarıdan aşağıya ne bileyim serbest piyasaya inanmış bir iktidar, bir kurumları veya bir sektörü kapatmaya karar verdiğinde o sektör ortadan kalkmaz, kalkmıyor nitekim. Benim kanaatim de oydu. Yer altına iner, merdiven altı dershaneler açılır idi. Doğrusunu söylemek gerekirse, belki FETÖ endişesi dershanelerin kapatılması konusunda daha öne çıkan bir tercih oldu; ama sınav meselesini çözmeden dershane meselelerine bakmak, ondan önce de okullar arasındaki nitelik farklarını çözmeden sınavı kaldırmaya teşebbüs etmek, biraz beyhude olacak kanaatindeyim.

Orta öğretimin yeniden yapılandırılması, yani lisenin birbirinden nitelik farkı olan eğitim kurumlarının yeniden yapılandırılması ve bunların arzu edilen seviyede ve nitelikte eğitim verecek şekilde tanımlanması, ondan sonra bütün öğrencilerin istediği liseye gidebileceği bir süreç oluşturulması ve sınavın kalkması. Zaten sınavı kaldırmayı başardığınızda dershaneleri kapatmanıza gerek yok.

Ben şunu iddia ediyorum: Türkiye’de bütün bunları başarmak, 5 yıllık bir stratejik planla mümkündür.”

Yorumlar (0)