17.01.2018, 13:01

Allah 'aklınızı kullanın' diyor: Kanal İstanbul Projesi

Biliyorsunuz Kanal İstanbul adlı projenin çalışmalarına başlandı, rota belirlendi. Bu proje mutlaka yapılacak deniliyor. Çok şey söylendi, yazıldı, çizildi. Pek çok bilim adamı projenin felakete yol açacağını dile getirdi ama kimse dinlemedi. Bilim adamları çok iyi sindirdikleri bilimsel gerçekleri sahip oldukları bilimsel terminolojiyle açıklarlar ve çoğu zaman halk bu terminolojiyi anlamaz; hatta okumaz bile. Bu yüzden bu yazıyı herkesin anlayacağı bir dille yazmaya çalıştım. Umarım başarmışımdır.  

Bu yazıyı gecenin bir yerinde dehşet içinde uyanarak kalkıp, bilgisayarımın başına geçip yazıyorum. Bir tek amacım var. Görevimi yapıp herkesi uyarmak ve şimdiye kadar bilim insanlarının anlattıkları bilimsel açıklamaları yediden yetmişe herkesin anlayabileceği bir şekilde aktarabilmek çünkü bu konu çok ama çok önemli.

Yıllardır, çevre konularında çalışıyorum. Bir malzeme mühendisi olarak uzmanlık alanım “su ve su teknolojileri.” Otuz yıldır pek çok sayıda ileri su arıtma projesi gerçekleştirdim. Suyun özelliklerini ve organik madde ile bir araya geldiğinde, yani insanlar tarafından kirletildiğinde (örneğin, denizlere pompalanan evsel artıklar) ya da doğal süreçler sonucu doğada su kitleleri içinde biriken, (örneğin balıkların ölüp ya da suya düşen bir yaprağın suyun içinde çürümesi gibi) organik maddenin ve suyun hangi aşamalardan geçeceği ve içindeki organik maddeyi nasıl ve ne uğruna parçalayıp yok edeceği üzerine çok araştırıp kafa yorduğumu söyleyebilirim. Bu bilgilerin bir kısmını bu yazıda Kanal İstanbul projesi kapsamında sizlerle paylaşacağım.

Ayrıca, son derece bilimsel bu gerçeklere yüce bir kudretin penceresinden bakmayı da ihmal etmeyeceğim. Çünkü bu projeye “olur” verenler bu pencereden bakmayı en iyi bilen olduklarını iddia edenlerdir. Ben de bu konuyu ve bu projenin neden olabileceği sonuçları bu bakış penceresine uygun şekilde açıklamaya çalışacağım. Belki sesim bu sayede daha iyi duyulur.  

Amacım felaket tellallığı yapmak değildir. Sadece ve sadece Allah’ın yarattığı kuralları kendisine en sadık kullarına daha anlaşılır hale getirerek, yol varken Allah’ın istemediği bir şeyi yapmalarına engel olabilmektir. Sonuçlarını hepimiz ve çocuklarımız yaşayacaktır. Allah, “Sizlere akıl verdim kullanın” diyor.  Bu yazıyı sadece bilimsel gerçekleri açıklayarak yazsaydım eminim pek çok kişi “yine bilimsel safsata yapmışlar” diyerek okumayabilirdi. Bu yüzden bu yazıyı yazarken “dinsel açıdan” da bakmaya karar verdim.

Tüm evreni yaratan Allah evrendeki mükemmel işleyiş kurallarını da yarattı. Tuzu ve suyu yarattı. Denizler oluşurken, kayalarda hapsolmuş tuz, zamanla yeryüzündeki en iyi çözücü sıvı olan suyun içinde çözünerek bildiğimiz tuzlu denizleri oluşturdu. Akdeniz böyle bir denizdir. Karadeniz, kendisini besleyen nehirlerin suları tatlı olduğu ve diğer denizlerle uzun asırlar bağlantısı olmadığı için tatlı su olarak kaldı.

Nihayet tahminlere göre 12.000 yıl kadar önce taşma sonucu Boğaz oluşarak, Karadeniz’in tatlı suları Akdeniz’in tuzlu sularıyla buluştu ve ancak biri çok tuzlu diğeri de tatlı olduğu için ve Boğazın girişinde Karadeniz’in kot yüksekliği mevsimsel olarak 30-100 cm arasında Marmara girişine göre daha yüksekte olması sebebiyle ve tuzun yarattığı yoğunluk farkından ötürü birbiriyle tam anlamıyla karışmadan birbirinin içinden geçti ya da hafif olan Karadeniz suyu yüzeye yakın olarak üstten Marmara’ya akmaya, daha ağır olan tuzlu Akdeniz suyu ise, alttan Karadeniz’e doğru akmaya başladı.  (Furkan Suresi, 53. ayet: İki denizi (birbirine) salıp katan O'dur; bu, tatlı, susuzluğu giderici, bu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine karışmalarını önleyen) bir engel (berzah) ve aşılmayan bir sınır koymuştur.)

 

Bu boğazın giriş ve çıkışları arasındaki kot farkından ve iki denizin tuzluluğunun farklı olmasından kaynaklanan birbirinin üstünden ve altından akma işlemi eğer insanlar dokunmazlarsa yüzlerce asır devam edebilir. Ta ki her iki denizin de tuz oranı birbirine eşit oluncaya kadar. Ama bir taraftan sürekli Karadeniz’e tatlı akarsulardan bol miktarda tatlı su geldiği ve Akdeniz’de sıcaklıktan ve rüzgarlardan ötürü devamlı daha fazla buharlaşma olduğu için belki de bu iki denizin tuzu hiçbir zaman eşit olmayacaktır. Bu da bizim lehimize bir durum çünkü bu alt ve üst akıntının durması ve hatta yavaşlaması bile Marmara Denizi açısından büyük bir felaket olur. Bu felaketin sebeplerini aşağıda yine herkesin anlayacağı bir dille açıklamaya çalışacağım.

İkinci bir kanalın açılması ve suyun bu kanaldan da akması sonucu boğazdaki kot farkı azalacak ve akıntı mutlaka yavaşlayacaktır. Karadeniz’e giren suyun hacmi ile boğazdan geçiş yapan suyun hacmi bellidir: yaklaşık 600 milyon metreküp. İkinci bir kanal açıldığında boğazdaki akıntının yavaşlaması kaçınılmazdır. Bunun sonucu olarak Marmara’nın suyundaki oksijen içeriği de en azından İstanbul’a yakın bölgelerde azalacaktır. Zaten Marmara aslında bildiğiniz gibi bir içdenizdir.            

Suyun çok iyi bir çözücü olduğundan yukarda bahsetmiştim. Evet, bu bize belki de Allah’ın bir lütfudur. Su iyi bir çözücü olmasaydı ve oksijeni içinde çözemeseydi, denizlerde ve göllerde çözünmüş oksijene ihtiyaç duyan balıkların yaşaması mümkün değildi. Bir de denize akan kanalizasyon yoluyla ya da doğal yollardan suyun içinde biriken organik atıklar bildiğimiz oksijenli yoldan parçalanamazdı. (Organik maddenin oksijenli ve oksijensiz ortamlarda nasıl parçalanacağını aşağıda anlattım). Peki nasıl oluyor da havadaki oksijen suyun içinde çözünüyor. Bu birkaç değişik şekilde olabilir: Atmosfer içindeki oksijen deniz yüzeyindeki su içine karışarak çözünebilir. Algler (yosunlar) ve su altındaki bitkiler fotosentez ile suyun içine oksijen salarlar ve hareketli nehirler içinde çözünen oksijen nehir sularıyla birlikte denizlere ulaşır.  Denizin suyunda çözünmüş oksijen artık gaz halinde değildir. Nasıl çayın içinde erimiş şeker çayın dibine çökmüyorsa, denizde erimiş oksijen de uçup denizi terketmez.

Denizin suyunda biriken organik madde nasıl parçalanır: Bunun iki yolu vardır: Oksijenli parçalanma, oksijensiz parçalanma.

Oksijenli parçalanma:

Organik madde nedir?

En basit olarak, doğada “büyüyen” her şey organiktir. Ağaçlar, bitkiler, hayvanlar, insanlar ve hayvanların ve insanların organik atıkları vb…

Organik madde, karbon, azot, hidrojen, oksijen, kükürt, fosfor, kalsiyum gibi temel elementlerden oluşan organik moleküllerden (molekül: maddenin en küçük yapıtaşları) oluşurlar. Her türlü organik yapıtaşını bir arada tutan gözle görünmeyen bir bağ yani bir güç vardır ki biz bu gücün en küçük birimine bilimde elektron diyoruz. Bu bağı çözmeden organik maddeyi parçalamanız yani karbon, hidrojen, azot, oksijen, kükürt, fosfor, kalsiyum gibi temel bileşenlerine ayırmanız mümkün değildir. Bir başka deyişle organik madde parçalanırken çözülecek bu bağ (serbest hale geçecek elektron) bir başka yerde kullanılmak zorundadır. Tüm organik maddelerin doğada mutlaka bu temel bileşenlerine eninde sonunda ayrıştıklarını burada belirtelim. Yalnız bu bağın nasıl çözüleceğini ve bu bağ çözülürken yok olmayacağı için nereye gideceğini (ya da nerede kullanılacağını) ortamda oksijen olup olmaması belirler. (Bu bağı yani enerjiyi yok edemezsiniz (Enerjinin sakınımı prensibi!) ancak şekil değiştirebilir)

Eğer suyun içinde erimiş oksijen varsa, bu bağ çözüldüğünde suyun içinde erimiş bir birim oksijen bu bağı alır ve kendisini ve suyun içindeki H+ şeklinde bulunan bir başka su yapıtaşına ait bir parçayı kullanarak iki birim su molekülü (H2O) inşa eder. (Bakınız Şekil-1)

Şimdi artık organik madde içindeki organik molekülü bir arada tutan bağ çözülmüş ve bu bağ suyun içinde çözünmüş bir birim oksijeni de alarak yeni bir su molekülü oluşturmuştur. Organik maddenin parçalanmasını sağlayacak bu bağın çözülebilmesi için aynı bağın daha kolay bir şekilde başka bir yerde bağ olarak kullanılması şarttır. Burada, bağ organik maddeyi terketmiş ve suyun içindeki erimiş oksijeni ve suyun yine bir parçası olan hidrojen iyonunu da kullanarak yeni su molekülleri yaratmıştır. Bu olay sonucunda organik madde parçalanmaya hazır hale gelmiş ve suyun içindeki erimiş oksijen bir birim azalmış, yeni iki adet su molekülü suya ilave olmuştur. Artık organik madde parçalanıp temel bileşenlerine ayrışabilir ya da doğada yeni başka bir biçime dönüşebilir (örneğin organik madde içinde bol miktarda bulunan karbon, karbondioksit haline dönüşebilir).

Demek ki organik madde parçalanırken suyun içinde erimiş oksijeni kullanıyor, tüketiyor ve eğer aşırı miktarda organik madde varsa ya da suyun içine ilave oksijen girmiyorsa, sonunda oksijen tükeniyor. Yaz aylarında göllerde balık ölümlerinin artması bundandır çünkü suyun sıcaklığı arttıkça içinde çözünen oksijen miktarı da azalır!  Bir de gölde zaten organik kirlilik fazlaysa, oksijen hemen tüketilecektir.  

Oksijensiz Parçalanma:

Eğer suyun içinde oksijen tükenmişse, işte o zaman problemler başlar. Ya da suyun içinde organik madde aşırı yüksek olup da erimiş oksijen bittiğinde problemler başlar diyebiliriz. 

Organik maddenin bağını (elektronu) alacak yeni bir şeyin, yeni bir olayın ortaya çıkması gerekir.  Doğa aslında buna da hazırlıklıdır. Allah her şeyin çaresini düşünmüştür. Oksijenin olmadığı havasız durumlarda, organik maddenin parçalanırken verdiği elektronu alacak (bağını çözecek!) bazı başka kimyasal tepkimeler söz konusudur. Bunları en kolay gerçekleşen olaydan (1) en zor gerçekleşene (5) göre sırasıyla Şekil-2’de görebilirsiniz.

 

Havasız ortamdaki bakterilerin de oluşumlarında büyük rol oynadığı bu reaksiyonların hepsi (1’den 5’e kadar) su içindeki mangan, demir, sülfat ve nitrat konsantrasyonlarına bağlı olarak bir dereceye kadar oluşabilir ancak enerji açısından en tercih edilen reaksiyon DG değeri en eksi olandır (1). (Yani en kolay gerçekleşebilecek olay!) Burada enerji açısından en çok tercih edilen reaksiyon olmamasına rağmen, özellikle Marmara’ya karışan atıksuların da etkisiyle sülfat konsantrasyonu (4 nolu reaksiyon) oldukça yüksek olduğundan, organik madde havasız ortamda parçalanırken hidrojen sülfürün açığa çıkması kuvvetle muhtemeldir.

Özellikle su üstü ve su altı akıntıları da yavaşlayacağı için, erimiş oksijen miktarı çabucak azalacak ve açığa çıkan hidrojen sülfür lodoslu havalarda rüzgarın da etkisiyle tüm İstanbul’u çürük yumurta kokusuna boğabilecektir.

Ayrıca, bir başka önemli konu da, İstanbul kanalizasyon projesidir. Bu proje, İstanbul Boğazı’nın alt ve üst akıntılarına bağlı olarak çözülmüştür. İstanbul Boğazı’nın akıntıları üzerinde onlarca yıldır devamlı araştırma yapan en tecrübeli bilim adamları yeni bir kanal yapımının bu akıntıları bozabileceği endişelerini dile getirmiştir. Öyle olması halinde her gün İstanbul’da üretilen milyonlarca ton atık su İstanbul Boğazı’nı ve Marmara Denizi’ni birkaç yıl içerisinde tanınmaz hale getirebileceği gibi, bozulan akıntıların sonucu, bu proje ile İstanbul yakınlarında deniz suyu organik kirliliğindeki muhtemel artış da sudaki oksijenin çabucak tüketilmesinde ve bir önceki paragrafta bahsettiğim havasız ortamda organik maddenin parçalanması sırasında hidrojen sülfür çıkışını kolaylaştırıcı bir başka etken olabilecektir.  

Allah doğayı yaratırken bir bildiği vardı. Denizleri ve gökleri ve içindeki nimetleri insanların hizmetine verdi. (İbrahim Suresi, 32. ayet: Allah, gökleri ve yeri yaratan ve gökten su indirip onunla size rızık olarak türlü ürünler çıkarandır. Ve onun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri için size, emre amade kılandır. Irmakları da sizin için emre amade kılandır.) Gelin buna saygı gösterelim. Allah’ın gökten indirdiği ve indirirken ve denizlere akıtırken akarsuları eğim nedeniyle çalkalayıp içine oksijen doldurduğu ayrıca denizlerdeki yosunların da güneş ışınlarıyla fotosentez yaparken içine oksijen verdiği suyun oksijenini tüketecek ve verdiği rızık ürünleri oksijensizlikten öldürecek ve tüm İstanbul halkını da muhtemelen bu sebeple çıkacak hidrojen sülfür gazıyla zehirleyecek bu projeyi durduralım.

Daha henüz vakit varken doğayı geri dönülmez biçimde tahrip edecek ve en az birkaç nesli büyük bir borç batağına itecek bu projeden vazgeçin lütfen. Sonra Allah bizi aldatmış demeyiniz. Çünkü Allah aldatmıyor, kullarını seviyor ve her şeyi açık açık söylüyor. Kur’an’da pek çok ayette “düşünmez misiniz”, “anlamaz mısınız”, "aklınızı kullanmaz mısınız” diye soruyor.

Gelin yol yakınken aklınızı kullanın.

- - - -

Yorumlar (0)